Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '09

 
Kategori
Deneme
 

Bugün Benim Doğum Günüm :-)

Bugün Benim Doğum Günüm :-)
 

http://img2.blogcu.com/images/s/p/i/spirituelhersey/shamansportal_1238279238.jpg



Birkaç gün geçti üzerinden…

Neden mi?

Yazıda düzeltmeler yapmam gereği kararını verdim. Ve öteledim.

Kısmet bugüne imiş…doğum günümde yazmaya başladığım yazımı tamamlamak ve Milliyet Blog girişini yapmak için… Bakalım, blog okuyucusu olarak sizi tatmin edecek mi? Değerli yorumunuzu, yine Milliyet Blog üzerinde beklerim.

Evet, bugün doğum günüm. Dile kolay 47…pardon 37 yıl.. :P

5 yaşımdan öncesini pek hatırlamıyorum. 3., 4., 5. yaşlarıma ait az sayıda anı dışında fazla bir şey yok hafızamda… Belki hatırlamayı tercih etmemektedir beynim… Belki de kayda değer bir ilk çocukluk dönemi yaşamamış olmamdandır... açıkçası bilmiyorum.

Kesin olan bir şey var ki; her nesil, bir öncekine göre çok daha bilinçli; çok daha bakımlı bir hamilelik dönemi sonrasında dünyaya geliyor. Bu şekilde dünyaya gelen her yeni nesil daha zeki, hafızaları daha güçlü olsa gerek... Tıp, eczacılık, teknoloji, bilim dalları sürekli ilerleme kaydediyor, imkanlar artıyor. Ama nafile… Çünkü insanoğlu olarak hepimiz; biz; analarımızın, babalarımızın dönemine göre çok daha fazla imkana; donanıma sahip olmamıza karşın, tam anlamıyla mutlu olamıyoruz.

Neden?

Çok yönlü düşünmemiz gerek. Ayrı bir yazı konusu olarak bunu düşüneceğim.

15.yaşımı çok net hatırlıyorum. Benimle aynı yılda ya da yakın tarihlerde doğmuş olanlar, Türkiye ‘mizin en zor, en acılı anarşi dönemine tanık oldular. Hep birlikte, o zor, o kanlı, o acılı günleri yaşadık. Bir yandan; günümüzün şartlarına göre yokluk, kıtlık, geri kalmışlık olarak tanımlayabileceğimiz ülkemiz ve tabii ki dünya şartları, öte yandan her gün akan kan, her gün yitip giden onlarca; idealist düşünce içinde genç can, deli kan…

Bir tarafta; çay, şeker, margarin, lpg tüpü, mazot, gaz yağı, odun-kömür kuyrukları, Et-Balık Kurumu önünde uzayıp giden kuyruklarda; sabırlı; sabırlı olmaya zorunlu insan manzaraları, öte tarafta; sınırları silahla, canla; kanla, sloganla çizilmiş “kurtarılmış bölge” nidaları...

Bununla birlikte, en büyük illerimizde; bugüne göre çok daha kapalı; daha doğrusu; toplumun genelinde tutucu, özünde muhafazakar bir yapı içinde; kıstırılmış; bastırılmış olan ilk gençlik duyguları, platonik aşklar, zaman-zaman çarpık sevdalar...

“ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız…”

“ayağı kırılmış o tahta masa senden çok vefalı çıktı sevgilim…”

Çocukluğum, ilk gençlik dönemim Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Ediz Hun, Tarık Akan, Orçun Sonat, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Yılmaz Güney, Melike Demirağ, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Victor Hugo, Gustav Flaubert, Emile Zola, Jack London, Nihal Adsız, Ziya Gökalp, Zekeriya Sertel, Aziz Nesin, Sait Faik, Mehmet Akif Ersoy v.d.ile geçti.

Bir yandan doğa şartlarıyla mücadele, öte yandan anarşiden uzak kalma çabası içinde; sürekli kapanıp-açılan eğitim kurumunda takılmama; yıl kaybetmeme telaşı içinde geçip-giden; sözüm ona eğitim yılları…
25. yaşımda; üniversite mezunu, askerlik hizmetimi tamamlamış olmamın verdiği huzur ile geçen bir doğum günüm olmuştu. Adeta küçük bir zafer kazanmış gibi… Sonrasında; yaşam deneyimim; yaşadıklarıma bağlı olarak; yaşananlar çerçevesinde artmış, öyle ki; gün olmuş; adeta dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğumu sanmıştım. Hemen her gencin delikanlılık dönemi heyecanı gibi…J) Ve zamanın, paranın değerini yeterince anlamadığım; geçip giden enerji yüklü yıllar, patika yollar...

35. yaşımda; hep o mısra gelirdi aklıma;

”Yaş 35 yolun yarısı eder,

Dante gibi ortasındayız ömrün” diye…

İlk evliliğimin son bulmasıyla farkına vardığım kaybetme duygusu…

Kayıp yıllar, harcanmış, geçip gitmiş onca zaman, onca çaba, yok olmak zorunda kalan ikili ilişkiler…

Yaşam bu olsa gerek işte… Kazanımlar ile kayıpların yaşamımıza, yaşama bakış açımıza etkisi, denge durumu ve bizim için zamanla değişen öncelikler…

Sonra, ikinci evliliğe adım atarak yaşadığım; dolu-dolu, tempolu geçen ilk yıllar.

İkinci evliliğimle birlikte; iş yaşamımda başlayan ikinci dönem. Gerçek iş zorluklarıyla tam anlamıyla tanışma, çok değişken bir sektörde; çok kaygan bir zeminde; sürekli gelişen bir iş ortamında kazanılan bilgi, disiplin, deneyim...

Yaşam; bazen yanlış görünenin doğru olabileceğini öğretiyor insana... Bazen ise çok doğru görünenin yanlış olabileceğini tecrübe ettiriyor.

Aile, iş, kariyer, uzmanlık, çocuklar, kişisel gelişime yönelik eğitimler, ailede göçüp gidenler ile en deneyimli jenerasyondan arta kalanlarımız, İstanbul ‘un trafiği, stresi, koşturmaca yaşam şekli, çok doğru olan insanlar ile yanlışın ne olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayan "dost", "arkadaş" insanlar, her geçen gün daha bir rekabete dayalı ortam v.s. v.s. v.s.

Hayat bir şekilde akıp gidiyor. Daha doğrusu; biz insanoğlu, biz bireyler olarak, kendimize biçilmiş ömrümüzü yaşayıp deneyim kazanıyoruz. Ve neyi, nasıl görüp beynimizde yaşıyor isek; yaşam da onu sunuyor bize... Birçok kişisel gelişim kitabında bu gerçeğe özellikle vurgu yapılıyor. Belki ilk aşamada, okuyucu; aydınlanma yolculuğuna başlamış olan birey; ben, sen, o; “hadi canım…” deyip, burun kıvırırız. Oysa çocukluğumuzdan itibaren; önce ailemizden, sonra aile çevremizden; akrabalarımızdan, komşularımızdan, okulumuz ve arkadaşlarımızdan, filmlerdeki, hikayelerde; romanlardaki kahramanlardan, ondan, şundan, bundan, sürekli bilgi alıyoruz; özümsüyoruz. Bu bilgiler bilinçaltımıza kaydediliyor ve yıllar süren bu kayıtlar sonrasında değerlerimiz oluşuyor. Bu değerlerimiz, doğru ya da yanlış… Bizim açımızdan gerçekten faydalı ya da faydasız… Eğer değerlerimiz doğruysa, yaşamımız; eylemlerimiz, yaptıklarımız; kararlarımız değerlerimizle uyumluysa, iç huzurumuz mümkün, iç huzurumuz gerçek oluyor. Aksi durumda, çatışmayı önce kendi içimizde yaşıyoruz. İçimizdeki çatışma kimi zaman dışımıza da yansıyor ya da iç çatışmamızın farkında isek; kendi içimizde bir mücadeleye giriyoruz. Belki bir ömür boyu iç çatışma içinde veya kendi ile uyumu yakalamak amacı ile iç dünyasında mücadele içinde yaşamını sürdüren insanlar. Ne kadar zor değil mi? Zor, bununla birlikte bir o kadar onurlu, erdemli olmalı bu mücadele, bu yolculuk...

İnsanın önce kendini düzeltme, kendini; iyiye, doğruya, güzele, erdemli, evrensel olana ulaştırma savaşımı… Bu yönde, öncelikle kendi içinde tutarlı olma savaşımı…

Hangi yaşta, hangi ekonomik, sosyal şartlar altında bulunursak bulunalım, öncelikle kendi gerçeğimize ulaşma çabası içinde olalım. İnsan tanımı içinde şeklen kalmamak; gerçekte; özde insan olmanın anlamını kavramak, sürekli gelişmek, öğrenmek, yararlı birey, doğru insan olmak, bilim, sanat, kültür ve gerçekten yana ve vatansever olmak, koşulsuz sevmek, koşulsuz sevilmeye zemin hazırlamak, sevilmek için, tekamülümüzü gerçekleştirmek için… Yaz ya da kış demeden, yorulmadan, erinmeden… Kah görevmiş gibi; sorumluluk duygusu içinde, kah oyunmuş gibi; eğlenceli faaliyet içinde…

Bu dünyada mutlu olmak, bu bedenin içinde iken hayalini kurduğumuz yaşamımıza kavuşmak için...

Sağlık, Sevgi, Huzur, Coşku, Mutluluk ve Çaba İçinde Olalım.

Tarık Toraman

16.Nisan.2009

 
Toplam blog
: 38
: 629
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba, MilliyetBlog 'un ilkeli yönetiminin yanı sıra; sağlamış olduğu sürekli gelişim içindeki ..