Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bugüne nasıl geldik?

Bugüne nasıl geldik?
 

OSMANLI ALTINI


Tarihimizde pek çok önemli açılımlar, fetihler, zaferler olsa da bunlardan gerektiği gibi yaralanamadığımız açık. Fatih Sultam Mehmet 29 Mayıs 1453 günü Konstantinapolis'i almış fakat bu olayın bilimsel ve teknik açılımlarını Batı Roma ile birlikte bütün Batı dünyası kazanmış.

Biz ise Konstantinopolis'i almakla yetinmiş, bu zaferin kaba nimetleri ile bazı kısır açılımlarına dalmış gitmişiz! Dahası Düvel-i Muazzama 1448 yılında Güttenberg tarafından Almanya'da uygulanmaya başlanan, bilginin daha hızlı yayılmasının ilk aşaması olan matbaa bize 1726 yılında ancak gelebilmiştir. Aramızdaki fark 288 yıl! Ayrıca matbaa'nın Batı'daki yaygınlığı ile bizdeki yaygınlığı da çoğu kez hiç göz önünde bulundurulmaz! Batı'daki bilgi, teknoloji ve keşifler karşısında özellikle eğitimin de yaygınlaştırılamaması gibi kör düğümümüzü de düşünecek olur isek Batı karşısındaki ezikliğimizi tam olarak görebiliriz. 1683'teki Viyana Bozgunumuz ise herşeye tuz biber ekmiştir dersem kimse bana kızmasın!

İçinde yuvarlanageldiğimiz tarih ne acıdır ki nice açmazlarımızı da yüzümüze haykırmaktadır: Miri toprak düzeni ile bana çok ters gelen Yeniçerilik uygulamaları, Celali İsyanları, önümüzde Nizamiye Medereseleri uygulamaları bulunmasına rağmen İslam Dünyası'nda eğitimin bir türlü yaygınlaştırılamaması, Koçi Bey'in önerilerinin dinlenmemesi, Balkanlar ile Kafkaslar'ın bazı anlaşmalar ile Batı'nın ve onların güdümündeki Ruslar'ın insafına bırakılması, Japonya'nın kalkınma hamelerinin bile izlenmemiş olması bizim önümüzdeki başlıca açmazlardır bana göre. İşte böyle olduğu için bugün nice sorunlar ile boğuşmak, ''havanda su dövmek'', yanıbaşımızdaki yangınlara bile gidememek gibi onlarca açmazlar içerisinde kendi kendimizi yemekteyiz!

Bizim için önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemleridir. Bu dönemlerde üç kıt'aya egemen olan Osmanlı Devleti içte ve dışta pek çok sancılar çekmiş; bazı acılar da birbirini kovalamıştır. Bence bu temel oluşumlardan gerektiği gibi yararlanılamamış: Üç kıt'aya egemen olan Osmanlı Devleti bir türlü ayakta tutulamamıştır. Bundan da kârlı çıkan Batılı Devletler( Düvel-i Muazzama) olmuştur.

Özellikle Fransız Devrimi'nin etkilerinin giderek yaygınlaştığı, yaşlanmakta olan Devlet-i Osmani'nin yeni oluşumlar içinde peşpeşe doğru ya da yanlış bazı kararlar doğrultusunda sürüklendiğini biliyoruz. Ne yazık ki bütün bu çabalara rağmen, II. Abdülhamid'le de anlaşmış olan Almanya'nın silah desteğine rağmen Osmanlı Devletimiz parçalanmaktan kurtulamadı. Lise yıllarımdan beri aklımda olan soru şu: Osmanlı Devletimizi yıkmak için Almanya diğer Batılı Devletler tarafından ''askeri danışman olarak'' yanıbaşımıza yollanmış olmasın? Bugün bile tartışılan Tehcir kararı'nın arkasında Almanyanın bulunduğunu 'Made in Germany'' diye yazan bir Hollandalı araştırmacının var olduğunu biliyoruz! Kaynak olarak belirtmekte yarar vardır: Bu buluşun sahibi D. Snouck HURGRONJE'dir. Bu konuyu bu yönü ile ''Cihat ve Tehcir 1915-1916'' adlı araştırması ile gündeme getiren ve düşünve dünyamıza pek çok katkıları olan Tarihçi Prof. Dr. Mete TUNÇAY'dır.

O yıllarda 1890larda İngiliz, Belçika ve Fransız şirketleri ile Almanlar'ın pek ucuz tekliflerle harıl harıl demiryolu yapımına sarıldıklarını biliyoruz: Haydarpaşa'dan Hicaza doğru, Bağdat'a doğru ne güzel de çalışmışlardı! Bu yapılanmanın arkasında içinde 'kilometre hakkı'' gibi bir yakıştırma ile madenlerimiz için Batılı Müteahhitlere bir çıkarcılık açılımı da veren Anadoluca İmalat-ı Umumiye adlı 1881 tarihli bir Layiha'nın bulunduğunu da burada belirtmekte yarar vardır.

İttihat ve Terakki ne yazık ki Batya karşı ekonomik dayanak bakımından çıkışlarında pek yalnız kalmıştı: Devlet gelirlerinin büyük bir bölümü 1881 tarihi Muharrem Kararnamesi ile Düvel-i Ecnebiye'nin uzantısı olarak teşekkül ettirilen Düyun-u Umumiye'ye bırakılmıştı.

Kurulmaya çalışılan sanayi yanında az da olsa gelişen ticaret bütün ülke için yeterli olamamıştı. Askerin memurun, köylünün kentlinin de sırtı pek değildi! Bütün devlet gelirleri 1850'lerdeki borçların karşılığı olarak Düyun-u Umumiye'ce toplanarak Batı'ya gidiyordu!

Bu dönemde ''Milli İktisad'' gibi bir gelşimden söz açılabilse bile Batı'nın yayılmacı, sömürücü, parçalayıcı özü hep gözardı edilmiştir. Bu açıdan bakılacak olursa Batı kendisine uygun ne var ise kullanmaktan çekinmemiştir.

Anlaşılan o ki Hindistan'da bulunarak yayıldığını bildiğimiz santrancın en iyi ustaları Batılı Devletlerin içinden çıkmıştır. Bu yüzden de akıntıya kürek çakmek yerine ''egemen olmak, başarmak, kazanmak, çalışmak'' onların en büyük emeli olmuştur.

Gerçekte Batı'nın elbirliği ile gerçekleştirdiği ''dünyayı dolaşarak yeni yeni keşifler yapmak'' tutkusu ve çabası Endülüs devletini emiş bitirmiş, Osmanlı'yı da ezmeye başlamıştır. Bu çerçevede Amerika, Afrika ile Hindistan'ın ele geçirilmesi Osmanlı'yı günden güne gelişen bir çöküş sürecine sürüklemiştir: Batı altını da gümüşü de bularak daha bir zenginleşmiş, çeşitlenen sınıflar ile uzlaşmacı kesimler ticaret ile uaşım yanında sanat, edebiyat, teknoloji ve eğitim alanlarında çok büyük atılımlar gerçekleştirmişlerdir. Bir bütün olarak İslam Dünyası'nın ise yerinde saydığı; tefrikalar yanında nice nifak tohumları ile kendi içinde boğuşup durduğu, gelişen dünyadan da teknolojiden de gerekli dersleri çıkaramadığı bir gerçektir!

Yeniden Osmanlı devleti'nin anayasa harekelerini de kapsayan 1876- 1908-1922 yıllarına dönecek olursak:

Bu süreçte bizdeki kavramların, akımların, kişiliklerin, gelişen teknolojinin, toplumsal eğilimlerin varlığını da bilmekte yarar var:
Meşrutiyet, Meclis, Padişahlık, Hilafet, İmparatorluk, Balkanlar, Kafkaslar, Ruslar, Almanlar, İngilizler, Yunanlılar, Araplar, Ermeniler, Makedonlar, Bulgarlar, Edirne, Ayastefanos, Alman Askeri Heyeti, petrol, basın, sansür, jurnal, sosyalizm, Türkçülük, İslamcılık, muhibbicilik cereyanları, İstanbul, Selanik, Kahire, Şam, Beyrut, yabancı okullar, yetimaneler, cizvit mektepleri, mandacılık, milli devletler, Osmanlıcılık, ayan, eşraf, fırka, masonluk, seçim, komitacılar, kalkınma, birlik, kardeşlik, eşitlik, adalet, tiyatro, elektrik, otomobil, telgraf, tramvay, tunel, ticaret, sanayi, işsizlik, tarımda makinalaşma, eğitim, tehcir, tapu, Bitlis, Kars, Muş, Erzurum, Van, Sarıkamış Harekâtı, ... Bu tür kavramların ve oluşumların hakkı verilemediği, herşey bir hercümerç içerisinde akıp gittiği için Çanakkale Zaferleri ile Ruslar'ın Doğu'dan atılmaları dışında hiçbir başarı da elde edilebilmiş değildir.

Bütün bunlara ek olarak Rusya dahil Batı'nın bitmek bilmeyen iştihalarını, gizli planlarını da gözardı etmemek gerekiyor. 1000 yıllık Haçlı Seferleri'nden sonra Osmanlı'nın parçalanması yetmemiş gibi Batı bugün de Orta Doğu'da bütün kaleleri kuşatmış durumdadır. Kıbrıs'ı bir üs apaak o dönemlerdeki yeni harita çizimleri yanında yeni yeni Prenslikler kurmak gibi teşebbüsleri el'an bugün de mevcut gibi görülüyor. Bence Kıbrıs'ta eşit hak ve toprak hukuku çerçevesinde iki toplumlu gerçekçi bir oluşumun hayata geçirilemeyişinin altında a Batı'nın bu tür tasarıları olduğunu düşünmemek elde değil artık!

İşte geçmişteki bu olaylara ve oluşumlara bakılmadan ne Irak ne Afganistan ne Balkanlar ne Kafkasya ne Musul Kerkük ne de Gazze sorunları çözümlenebilir:

İsrail'e neden İnsan Hakları anlatılmaz? İsrail'in dört bir yanında bizde olduğu gibi neden İnsan Hakları afişleri asılmaz? Bu konularda askere, sivile ve polise neden seminerler verilmez, bilimsel araştırmalar yapılmaz?

İsrail neden Filistinli Arapları da içine alan bir demokrasiye boyun eğmemektedir? Batı'nın sözümona bazı komisyonları, parlamentoları ile o kendinden menkul bazı komiserleri Tel Aviv ile Gazze'yi neden sık sık ziyaret etmezler? Yıllardır yakılıp yıkılan, milyonlara ulaşan canla pahasına ayakta durmaya çalışan Bağdat neden unutuldu? Filistinliler yalnızca Gazze çevresinde mi hapsolunacaklardır? Yaklaşık 2000 yıllık kopuşa rağmen ortak geçmişi olan milletler neden barış içinde birarada yaşayamazlar?

ABD'li beyaz adam zenci gerçeğini nasıl oldu da kendi mecraına doğru çevirebildi? İnsanlığın gelişimini yine eski çağlarda olduğu gibi çatışmalarda, tuzaklarda, büyük olanın küçük olanı ezdiği alanlarda mı arayacağız? Kan ve barut kokusu olmadan, silahlar susturulmadan hiç mi çözüm bulunamaz? Yüceltildiğini sandığımız o yüce insan ve değerleri için kurulan BM neden bu kadar pısırık kalabilmektedir? Yeni bir ses, yeni bir hukuk yaratmak peşinde olduğunu haykıran AP ile diğer yan kuruluşlar neden insanlığı kemiren haksızlıklar ile savaşlar ve terör konusunda tutuk davranmakta; sık sık görüldüğü gibi neden çifte standartlar uygulamaktadırlar? İnsanlık ve çevre konuları neden bazı sınırlanamalar ile uygulanmaya çalışılmaktadır? Yine mi batı'nın o engin çıkarcılık hesapları insanlıktan önce düşünülmektedir?

Gerçekten tarihçilerimiz neden bu tür konular için ortaya çıkarak tartışmazlar? Araplar ile tarihen geen birlikteliklerimiz neden bıçak gibi kesilip atılmıştır Birbirlerimizin sornarına neden bu kadar bigane kalmaktayız? Bizler batılı olduk diyelim onlar Doğulu olmak gibi bir özde ne kadar saf kaldılar? Petro-doların gücü ile Batı sermayesine payanda olmak dışında daha başka neler yapılabilir? Politikacılar ne zaman caka satmak hastalığından kurtularak, aklı başında işler peşine düşecekler? ürekli olarak Batı düşünecek, bizler de uygulayacağız gibi bir saplantı bizleri daha nerelere kadar götürecek? Bugüne kadar Batı'nın dümeninde geiştirilem anlaşmalar ile nice uygulamalar ne kadar sağlıklı işlemiştir? İslam Dünyasının örgütlenmesi neden etkili stratejik ve diplomatik açılımlar içermemektedir?

''Adalet mülkün temeli'' diye öğrenegeldik fakat adalet neden mülkümüzü sağlamlaştırabilecek fikirlerimizin de temeli olamıyor? İstikrar kavramı yalnızca ekonomik ilişkilerin, çıkar düzenbazlıklarının bir oyunu olmaktan ne zaman kurtulacak? Dünanın neresinde olur ise olsun: Oy peşindeki iktidarlar, maddeye hakimiyet yanında nice oyunlar ile neden ruhları da köleleştirmek istemektedirler?

İşte bu çerçevede ne yazık ki yalnızca Batıya göre ''belirli yerlerdeki'' katliamlar da İnsan Hakları ihlalleri de görmezden gelinmektedir!Son GAZZE KATLİMALARI'ında Birleşmiş Milletler'in hiç bir önleyici, yasaklayıcı etkisinin olmadığı da açıkça görüldü. Bakalım MÜBAREK - SARKOZY tokalaşması(!) nasıl bir uzlaşma sağlayabilecek?

Beyrut, Bosna-Hersek, Karabağ, Grozni, New York, Londra, İspanya, Gürcistan, Bağdat, Kabil ve Gazze'den sonra artık insanlık böyle acılarla içiçe olmamalı!

Geldiğimiz bu aşamaların değişik boyutlarını irdelemek, müsebbipleri kim olur ise olsun hesap sormak zorundayız. Yoksa bu gidişle, geleceğimizin pek de ümit verici olmadığı, bana göre, çok açık!

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..