Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bulanık sular

Bulanık sular
 

Sabah uyandığımda bütün vücudumun ağrıdığını farkettim. Rüyalarım yorucuydu. Rahmetli babacığımı gördüm, heyecanla ellerini tuttum ama hiç konuşamadım. Daha sonra, hep gitmek istediğim büyük kentleri dolaştım. Moskova, Stockholm, Kopenhag, Berlin, Paris, Semerkand, Şam. Arkamdaki görünmeyen rehbere sık sık, buralara nasıl geldiğimi, kaybolmaktan korktuğumu, geriye nasıl dönebileceğimi sordum.

Güne başlarken bakışlarım yorgun. Hayallerimi okşuyorum kahvaltıdan önce.

Bugün, yollarda hiç bir şey görmeden, duymadan yürüsem olabilir mi acaba ?

Caddede hareket etmeye çalışan, cılız, arka ayakları ezilmiş bir kedi, okul duvarının üzerinden onu dikkatle izleyen bir başka kedi, budama amacıyla oduncunun saldırısına uğramış bir ağaç, varillerden taşan çöpler, onarmak üzere aldığı televizyonun içindeki tozları yolun ortasında püskürten bir tamirci, simitlerin yanında verdiği peynirlerin güneşte kalmalarını önemsemeden gölgede bekleyen bir satıcı, para için çatısına baz istasyonu kurduran aç gözlü bir mağaza sahibi, yürürken dondurma yemeye çalışan orta yaşında bir kadın, göbeği açık kıyafetli bir kız, bez çantasının sapını yere değecek kadar uzatan başka bir kız, kapılarının hep açık olduğu fakat son günlerde içine tesadüfen bir - iki kişinin girdiği iki adet kütüphane, kahvehanelerin demirbaş müşterileri, ölen kişinin isminden önce yaşayan yakınlarının listesini sunan bir anons, musluğundan su akmadığı için yöneticilere küfreden sözde dindar bir kişi, eldivensiz elleriyle hamur koparan bir pastacının önündeki uzun lokma kuyruğu, toplantıya geç kalmışlar gibi koşmakta olan bir köpek sürüsü, ön tekerleğini kaldırarak motorunu sürmeye çalışan görgüsüz bir genç, hala nargile içen ve hala insafsızca dedikodu yapan 70 yaşındaki bir dede, ülkede sanatçı geçinen sözde mankenlerin mayolu pozlarıyla doldurulmuş gazete sayfaları, kaldırımdan geçenin gözüne sokar gibi fotoğrafçı vitrinine dizilmiş ve abartılı büyüklükteki gelin - damat resimleri, resmi kurumların karşısındaki banka uzanarak her gün şarabını rahatlıkla içen akıl hastası bir genç, piknik alanındaki kırık içki şişeleri, sosyete gibi yaşadığı halde sosyalizm vaazları veren bir eğitimci, önümü kesip saçlarımı ne zaman kestireceğimi soran başka bir eğitimci, günlerini okey oynayarak - rakı içerek geçiren başka bir eğitimci, açtığı resim kursuna sadece iki kişinin başvurduğu morali bozuk bir ressam, genel seçimlerde kazanan ve kaybeden siyasi partileri masaya yatıran yaşlı bir köylü, büyülenmiş gibi televizyondaki dizi filme kilitlenmiş bir grup orta sınıf insanı …

Kapitalizmin bayrağı hiç inmedi, hiç … Günümüzde bireylerin, önemli ölçülerde dış etkiler tarafından yönlendirildiği reddedilemez bir gerçek. Bu etkiler, hırpalayıcı olabiliyorlar ve kendi yörüngelerinde, kendi amaçları doğrultusunda insanları kullanabiliyorlar. Sürekli yağdırılan bombalarla bilinci zayıflatılan insan, rüzgarın sürüklediği, havalandırdığı hafif bir yaprak gibi yaşamının en kritik alanlarından uzaklaşıyor. Koparılıyor daha doğrusu. Geleceğinin verimli mekanlarında zincirleme çözülmeler başlıyor.

Dış etkiler arasında, toplum gelenekleri, moda, din etiketi taşıyan batıl inançlar, paravan kurumlar ve medya sayılabilir. Bu yapay ve baskıcı unsurlar, insanların olumsuz mutlulukların arkasından koşmalarını öneriyorlar. Öneriler, kışkırtmaktan öte emir niteliğinde çoğu zaman.

Yaşadığı toplum, insanın neleri sevip sevmemesi gerektiği gibi çok hassas bir konuda insan adına karar verici ve her detayı acımasızca sorgulayıcı bir makam gibi. Bu arada medya ısrarlı dayatmalarda bulunuyor, bir şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Kendimizi tanımamıza, dinamiklerimizi özgürce kullanmamıza engel olan bir tablo bu. Sonuçta her insan, içinde doğduğu ve yaşadığı kültür tarafından terapilere sokuluyor. Terapilerin doğruluğuna ve yararına inanıldığı sürece, daha güzel bir dünya yaratılması gecikiyor. Hazır kalıplarda, günlük gereksinimler için yaşamak daha güvenli, daha çekici geliyor. Görüyoruz ki, sadece düşünce ve sanat adamları, sınırların dışına çıkma cesaretini gösteriyorlar.

Sevgi enerjisinin insandan insana geçişine ve doğadaki diğer varlıklarla paylaşımına en büyük engel, negatif insanlardaki birikimler. Öfke, kin, nefret, kıskançlık, kompleks, korku, kuşku ve özenti gibi duygular nedeniyle sevgi tohumları filizlenmeden kuruyup gidiyor.

Bugün ilişkiler ne yazık ki sevimsiz noktalara kaydı. İnsani çerçevedeki, anlamlı bir bakış, sıcak bir gülümseme, nazik bir selamlaşma bile artık korku, tedirginlik yaratmakta. Anında türlü düşünceler üretiliyor. Acaba bunun arkasından ne çıkacak ? Benden bir şey mi umuyor ? Bu iyiliği neden yapıyor ? gibi kurgular, ön yargılarla desteklenerek abartılıyor, güvensizlik ortamı oluşturuluyor.

İnsanın kendi varlığı dışındaki maddelerle bütünleşmesi, bir eksiklik, bir zaaf. Çünkü öz varlığını, özgün donanımlarını bırakıp bütünleştikleriyle birlikte düşünüyor, seviniyor ya da üzülüyor. Onlara sarılıyor, onlara inanıyor, onlara tapınıyor. Varoluşunun gerçek kanıtları sanıyor bütünleştiği şeyleri. Hepimiz yaşamımız süresince bir çok şeye sahip olabiliriz. Fakat sahip olduklarımızla özdeşleştiğimizde, kişiliğimiz hızla parçalara bölünebilir ki, sonun başlangıcı. İntihara benzeyen bütün girişimler, kutsal varlığımıza saygısızlık ve doğaya hakaret.

Kimi insanların yıllarca uğraşarak, yırtınarak yarattıkları dünyalar var. Aslında yıkılmaları kolay, sahte dünyalar. Örneğin: Özel bir villa, özel bir arazi, özel bir köpek, özel bir sevgili, özel bir makam koltuğu, pahalı mücevherler ve banka hesapları. Bunlar zenginlik kazandıracağı ve ruhu dinlendireceği iddiasıyla gelerek insanın zihnini kapatıyorlar, o insanın gövdesi de bir işkence odasına dönüşüyor. Ölümüne kadar değişmiyor. İlk işkenceler şunlar: Proje - planlama sıkıntıları, doyumsuzluk, depresif ruh hali, çöküntü ve saldırganlık.

Yoz bir atmosferde, ölçüsüz tahriklerle işe başlayan insan, kendi mutsuzluğunu, yıkımını kendi elleriyle biçimlendiriyor. Yarattıklarıyla yaşıyor, yarattıklarının güdümünde kalıyor.

Ne olursa olsun, zamana ve olaylara teslim olmayacağım. Günün yarısı geçti, gülümseyemedim. Belki akşama doğru gülümseyebilirim. Dış dünyadan edindiğim izlenimlerle, içimdeki onayladığım düzeni yan yana getireceğim güneşin batmasına yakın. Gece, örnek aldığım, saygı duyduğum dostların kirlenmemiş dünyalarına nefes almaya gideceğim.

Burası okulum gibi. Bitirdiğim zaman benden ben olur mu bilmiyorum ? Dünyanın bir savaş gezegeni olmaktan çıkartıldığı günlere ulaşmak isterim. Bilgi, kültür ve teknolojinin sadece insanlığın yararına kullanıldığı günlere ulaşmak isterim. Dünyada ve güneş sisteminde yer alan diğer gezegenlerde eşit yasa ve düzenlemelerin uygulanması umudumu, evrensel hukuk ilkelerinin eşit düzeyde yerine getirilmesi umudumu mutlaka muhafaza etmeliyim.

Gün bitti. Güneş çok güzel bir ifadeyle ayrıldı dağların üzerinden. Bütün hayallerimi mor ve kızıl bulutlara aktardım. Diriltici ilhamlarını fedakarca sundukları için elimden geldiğince saygı gösterdim onlara. Hava karardı. Sessizce içime döndüm.

Gökyüzü mükemmel görünüyor ama uzayda bulunan her yıldızın, doğumu, gençliği, olgunluğu ve ölümü söz konusu. Yarın tekrar doğacak güneşe dair bazı bilgileri anımsadım. Yüzeyinde 6.000 santigrat olan sıcaklık, derinliklerde 15 milyon santigrata yükseliyor. Yüzeyden boşluğa yükselen alevlerin boyu: 800.000 kilometre civarında. Enerjisinin kaynağı, nükleer dönüşümler. Temel bileşen olan Hidrojen atomu, ısı ve basıncın çok yüksek olduğu çekirdeğe yakın yerlerde füzyon yoluyla ikinci en hafif element olan Helyum atomunu oluşturuyor. Bu arada, az miktarda kütle, büyük enerjiye dönüşerek yok oluyor. Böylece açığa çıkan enerji de sürekli ışımasını sağlıyor. Güneşin bu devinimle saniyedeki kütle kaybı 4 milyon ton. İçinde bulunduğu Samanyolunun merkezinden merkezinden 32.000 ışık yılı uzaklıkta ve merkez çevresindeki bir turunu 225 milyon yılda tamamlıyor. Dünyada yaşamın sürekliliği, güneşe olan sabit uzaklığına bağlı.

Evrende bugüne kadar saptanabilmiş yani fotoğrafları çekilip sayılabilmiş 1 milyar Samanyolu benzeri ( orta büyüklükte ) galaksi var. İnsan, aklının alamayacağı bir işleyişin içinde, eylemleriyle değiştiremeyeceği bir sistemin içinde, kısacık zaman dilimine sıkışmış, koşullarla ve zorunluluklarla sarmalanmış fakat kendini özgür sanıyor … İnsan, ölümlü varlık, doğanın en akıllı kölesi. Zaman içinde, aptalca gururlara kapılması ne büyük saçmalık …

Yazan ve paylaşan - Claudius

Copyright

TYRANNOS Edebi Ürünler

İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

 
Toplam blog
: 56
: 334
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

İzninizle hayatıma dair satır başlarını aşağıda sunuyorum. Yolunuz düşerse günün birinde beklerim. ..