Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '16

 
Kategori
Güncel
 

Bülent Arınç Allah’ından buldu

Bülent Arınç Allah’ından buldu
 

milliyet.com.tr'den...


Allah’ım, o nasıl bir üstten bakıştı… Dindarlıkla ambalajlanmış mütevazılık görüntüsü altında o nasıl bir mağrurluktu!

O nasıl bir muzaffer komutan edasıydı! Hep galip… Asla mağlup edilemeyen!

Tam 13 sene sürdü…

Haklıydı, milletin ezici teveccühü içinde bulunduğu partiden yanaydı…

Yanlarına yaklaşabilen, onlarla mukayese edilebilecek bir parti söz konusu bile değildi… O ise, namağlup partinin tepesindeki 2-3 isimden biriydi…

O “aşağılara” nasıl bir bakıştı… Tam bir zirvenin yüksekten bakışı!

O nasıl bir hitabet gücü, nasıl bir kürsü hâkimiyetiydi… Mikrofonlara nasıl bir özgüvenle uzanmaktı… O nasıl bir rahatlıktı! Dinleyenlerde hayranlık uyandırmanın emsalsiz özgüveninden kaynaklanan, emsalsiz bir rahatlık!

O “hükûmet sözcülüğü”, nasıl sınıfına, dersine tamamen hâkim, babacan bir hoca tavrıydı… “Hoşgörü”nün zirvesi… “Nezaket”in en ince hâli… Sesindeki o duygulu-hisli, yüreklere dokunan duygusal titreşim nasıl bir tınıydı! Bin asır geçse, bir daha, bir benzerini bulabilir, görebilir miydik acaba? Hele o ses tonundaki, neredeyse fısıltı seviyesine inen “hafif”lik, yavaşlık, yumuşaklık… Allah’ım nasıl tarif etsem? Hakikaten “kelimeler kifayetsiz”, fakir, tasvirden aciz!

Elbette bütün bunlar “mutlak güç” olmanın imanıyla, onun idrakiyle, âdeta kendiliğinden oluşuyordu… Ne kadar güçlüyseniz ses tonunuz o kadar düşük olur! Yüksek ses, bağırıp çağırmak zayıflığın çaresizliğinden kaynaklanır. Bülent Arınç bunu çok iyi özümsemiş, içselleştirmişti… Arınç, mutlak iktidar gücünü mükemmel kullanan bir “sözcü”ydü!

O mütevazı görünmeye çalışan çehrenin derinliğinde hep, “Biz mutlak gücüz, yıkılmaz kaleyiz, rakiplerimiz bizi değil yıkmak, sarsamaz bile” özgüveni, o özgüvenin getirdiği tepeden bakış vardı… Bu “yüksekten bakışı” bireyin de, toplumun da sezmemesi, hissetmemesi imkânsızdı.

Bu tavır dinleyenlerin, bilhassa muhaliflerin “zıddına” gidiyor, milyonlar “ezik ezik eziliyor”, “içerliyor”, herhalde içten içe de “dua” ediyorlardı: “Allah’ım bizi, şu üsten bakanlardan, nezaketiyle bizi ezenlerden kurtar” diye… O “mutlak güç” karşısında, kendini zayıf bulan, “aciz” gören çok “mazlum”un “ah” ettiğini, o “ah”ların göklere “yükseldiği”ni tahmin ediyorum.

x   x   x

Çıkıyor alınan ah’lar, şimdi, aheste aheste…

İlginç ve ibret verici olan, “ah”ın çıkmasına vesile olanlar, Arınç’la kol kola, 13 senedir “Beraber yürüdük biz bu yollarda” türküsünü çığıranlar!

Arınç’a dünyayı dar ediyorlar… Resmen “linç” ediyorlar…

Bizamanlar, başkalarını, muhaliflerini beraber “linç” etmişlerdi!

Gel de burada, rahmetli Demirel’i hatırlama! Sık sık derdi ki, “Keser döner, sap döner, bir gün hesap döner”!

Lâkin keserin-sapın bu kadar keskin döndüğünü, hele bu kadar süratle döndüğünü hiç görmemiştim.

Bir ilahî adalet var…

O mutlaka tecelli ediyor… Ondan korkalım! Allah’ın adaletinden, O’nun merhametine sığınalım! O merhamete lâyık olmaya çalışalım! “mazlumun ahını almaktan” kaçınalım!

O “ah” alınmışsa, akıbetten kurtuluş mümkün gözükmüyor!

x   x   x

Arınç’ın tarihî hizmeti

Anlaşıldığı kadarıyla, Arınç’ın siyasî hayatı bitti…

Uzun siyasî mazisinde, övgüyle hatırlanacak bir kesit var: 1 Mart 2003 tezkeresi…

Amerika’nın Irak’a müdahale edeceği günlerin arifesindeydik. ABD, askerinin bir bölümünü Türkiye üzerinden Irak’a sokmak istiyordu. İçinde Arınç’ın da bulunduğu AKP iktidarı, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a geçmesini sağlayacak “tezkere”yi meclise sundu.

Hatırladığıma göre, Arınç, o tezkerenin açıkça aleyhindeydi… Bu maksatla kulis de yapmış olabileceğini değerlendiriyorum.

Tezkere oylandı… Oylamaya katılanların çoğunluğu lehte oy verdi… Yani tezkerenin çıkması, ABD askerlerinin Türkiye’den geçmesi için Meclis çoğunluğu sağlandı. Ancak Arınç, Meclis Başkanlığı yetkisini kullandı ve dedi ki, “Böyle bir tezkerenin geçmesi için NİTELİKLİ çoğunluk gerekir.”

İşte, o “nitelikli çoğunluk” sağlanamadığı için tezkere reddedilmiş sayıldı.

Arınç, belki “hukuk”u uyguladı… Ama hukukun her zaman yüzde yüz uygulanamadığı ülkemizde, o oylama sonucu da bir oldu-bittiye getirilebilir, ”tezkerenin geçtiği” ilân edilebilirdi.

Arınç, “inisiyatif” alarak, en azından o oldu-bittiyi önledi!

O tezkere geçseydi, bundan farklı bir şey mi olurdu, bilinmez!

Ama Arınç sayesinde Meclis’in aldığı o karar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yüz akı kararlarından biridir. Çünkü o gün Türkiye, ABD’nin tam bir uydusu olmadığını, gerektiğinde Amerika’nın istemediği kararları da alabileceğini göstermiş oldu. Bunu çok önemli görüyorum.

Arınç’ın bu konudaki hakkını da teslim etmek lâzım!

x   x   x

Münafıklık

Dini manada, tabi olunan dini yolun, tamamını veya bir kısmını reddeden, yani dinden çıkan bir kişi olduğu halde, kendini gizleyen kişiye münafık denir. Kısaca inançsız olup inançlı görülene münafık denir. Resulullah’ın nasıl zor bir mücadele yaptığına örnek olarak, Medine’deki münafıkların kendilerine has camileri olduğunu söyleyebiliriz.

Orta çağda kiliselerin , kanuni bir uygulama olarak kullandıkları aforoz etme, yani kilisenin zararlı gördüğü kimseleri kiliseden, cemaatten kovma,dışlama (tecrit) etme uygulaması vardı. Böyle bir ceza basite alınmasın. Kişi yapayalnız kalacak, en yakınları bile, kilisenin korkusundan, kendisi ile temas kuramayacak, ölümüne kadar sürünerek yalnız yaşayacak. Bunlar orta çağın münafıklarıdır.

Orta çağdaki bu münafık diyerek dışlayan, aforoz eden sistemin bugün bazı dini (Müslüman!) cemaatlerde uygulandığı söylense kimse inanmaz. Yakınlarının (oğlu, kızı gibi) başlarına gelenlerden başka kimsenin haberi olmuyor. Cemaatin başı olan mürşit (efendi), cemaatin çıkarına zıt gördüğü kimseye münafık (hain, ajan) diyerek saf harici etmekle kalmaz, şeytandan uzak durmak gibi kimsenin onunla konuşmaması emri ile aforozu uygular. Dinden çıkma korkusu ile bu emir aynen uygulanır. Karısı ve çocukları kişiyi terk etmiştir. Bir topluluğa karşı tek bir kişinin ne kendini anlatma, ne savunma yapma, ne gördüklerini söyleme şansı asla yoktur. Cemaatin dışındaki insanlar ise böyle birine güvenmez ki dinlesin.

Mürşit aptal değildir. Aforozu uygulamasa ne cemaatin ne kendinin kalmayacağını bilir.

Aslında mürşit efendinin münafık, münafık denilenin, cemaatin iç yüzünü görmeye başlayan,  zavallı bir vatandaş olduğunu, kime anlatmaya gücünüz yeterse buyurun anlatın.

Anıl ONAT

 
Toplam blog
: 1412
: 1241
Kayıt tarihi
: 04.06.10
 
 

Ücret karşılığı hiçbir yerde çalışmıyorum. Sandıklı'da doğdum. Kuleli Askerî Lisesi, Kara Harp Okul..