Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '12

 
Kategori
Güncel
 

Buluğ çağı, buhran çağı!

Buluğ çağı, buhran çağı!
 

Şöyle bir geçerken uğradım Münoş’a, canı sıkkın mı sıkkın; on beş yaşındaki kızıyla ilgili sıkıntıları var.

“Kızım, dedim, sen kendinin o hallerini hatırla!”

Münoş pek iyi hatırlıyor da, eski eşi, yani kızının babasına durumu anlatma zorluğu çekiyor; “Bi dakka! Top bende!” diye balıklama daldım konuya ki top bende derken karşı tarafın çalımlarını hesaplayamamışım, biraz çelmelerle sakatlanır gibi olsam da şahsi savunmalarımla durumu kontrol altına aldım!

(Bu arada edindiğim bilgiler bir başka yazı konusudur, şimdilik bende saklı.)

******

Bir bölümünü orada anlattım, bir bölümüne sıra gelmedi; yıllar öncesinin buluğ çağının buhranlarını ille de yazmak istedim: (Tümünü anlatamadım ya, içimde kaldı!)

(Bir anlamda da bir kayıttır, neticede…)

******

Örneğimizdeki Münoş ve eski kocası gibi dağılmış bir ailede yetişmedim, tam tersine birbirine aşık; sevgi ve saygı dolu bir ailem vardı.

Mesela, hiç kavgalarına tanık olmadık, küsüşürlerdi bazen ama ne yemek masasından uzaklaşılır ne de yataklar ayrılırdı!

Küsüştüklerini şöyle anlardık: Annem babamı geçirirken öpmediyse belli ki bir problem vardı!

“Öpmediyse” derken, yine kapıdan geçirir, yine iyi günler dilerdi; ama öpmezdi!

Öper gibi yapardı bazen, yanak yanağa değdirirlerdi; kimi kandırıyorlarsa?

******

Böyle bir ortama rağmen buluğ çağım, bence, pek zorlu geçti!

Benden yalnızca bir yaş küçük kız kardeşimi örnek aldığımda vardığım karar bu; zira kız kardeşimin anne ve babama gereksiz çıkışlarına hiç tanık olmadım…

Ama ben var ya, ben: Allahım o nasıl bir öfke birikimidir? Neyin öfkesidir, hala belli değil; öfke de değildi beldi, yalnızca ciğerimden yukarılara doğru yükselen bir ateş topu vardı ve o topu bir şekilde içimden atmam gerekiyordu!

Anneme çok yüklenmiştim, hiç unutmuyorum bir keresinde “Babam seni nasıl sevdi?” , “Aldatsa yeridir!” demiştim…

Freud çok iyi açıklıyor bu durumları, tekrarlamamın anlamı yok, yani…

Kendi yaşadıklarımı paylaşayım, naif olsun!

Annem bu ve benzer sözlerim neticesinde fenalık geçirirdi; “Ayy bana fenalık geldi! Diyerek en yakın koltuğa kendini bırakırdı.

Yazarken ayırdına varıyorum ki gün içinde yapıyormuşum bunları, yani babam evde yokken!

Annem fenalık geçirirken teyzem, anneannem kolonya yetiştirmeye çalışıyorlarken buzdolabından (Kolonya buzdolabında tutulurdu o vakitler) en önce ben alırdım.

Kolonyayı yetiştirir ve kendimi banyoya atardım!

Banyo aynasında kendime baka baka ağlardım; kendimi dünyanın en şanssız insanı ilan ederdim ki o arada aynada ağlamaktan parlayan gözlerime kayardı dikkatim…

Bu güzel gözleri ağlatanlar ne olsun?

Derken…

Gözlerimden akan yaşlara odaklanırdım…

Ağlar ve ağlarken kaderime içimde top gibi olan ateşin söndüğünü hissederdim; bu sefer de yine aynaya bakıp “Ne fenasın!” derdim.

“Güzel gibi duruyorsun ama fenasın!”

“Anneni ağlattın!”

“Annenin fenalık geçirmesine sebep oldun!”

Aynaya bir daha bakardım: Pişman bir çift göz görürdüm; hadi bakalım bu kez de annemi neden üzdüm diye kendime kızar, bir fasıl daha ağlardım!

Ayna önünde neden ağlardım bilmiyorum, gerçi dersimi bile ayna karşısında çalışandım; hoş ayna karşısında şiirler okudum, ayna karşısında dans ettim, ayna karşısında kendime küfür ettim...

******

Neyse…

Annemi üzdüm diye bir fasıl daha ağladıktan sonra salona geçerdim…

Bir tarafım “Anne affet beni!” diye çağlıyorken bir diğer tarafım tersini söylerdi; lakin ilk sesten yana davrandım hep: İyi misin anne?

Hiç de geri tepmedi yaklaşımım; şanslıydım!

Hiç “İyi değilim ve sebebi de sensin!” denmedi…

İyi ki denmedi; yoksa vicdan azabından dolayı hala ayna önünde ağlamaya devam mı ederdim yoksa kin ile yüklenip tüm gemileri yakar mıydım, bilemiyorum…

Yani, iyi ki de bilemiyorum…

(Ne alaka, bir anda aklıma geldi: Bir okurum mail atmış, demiş ki: “Noktalama işaretlerinin hepsinden haberiniz yok sanırım. İlle de üç nokta yan yana ya da ünlem!)

Bir anlamda çok haklı!

Zira demiş ki: Her bir cümleniz o ünlemleri hak etmiyor!

Haklı!...

Cümlenin hakkı nedir diye değil, yazarken duygularımın ifadesi olarak kullanıyorum o ünlemleri, üç nokta üst üsteleri…

Hani, konuşurken verdiğimiz “es” ler, vurgulamalar gibi…

Cümleler hak etmiyor, doğru, duyguların dili biraz fazla noktalı ve ünlemli; yani en azından benim için…

******

Ne diyordum, altı-üstü benden bir yaş küçük kız kardeşim buluğ çağını benim kadar zorlu geçirmedi; içinde ne yaşadı bilemem lakin dışa vurmadı; yani ne annem fenalık geçirdi onun yüzünden ne rahmetli anneannem  “Kızımı üzdün” bakışıyla azarladı…

(Noktalama işaretlerine takılmış durumdayım ama en iyi anlatan noktalama işaretleri bunlar; bilmiyorum zannedilmesin diye duygu ifade eden işaretlerden vazgeçemeyeceğim, tam da şu an bunu anladım! Durum bu arkadaşlar, kassam kassam nereye kadar?)

Bakın yine konu dağılıyordu ki toplamaya çalışıyorum: O ergenlik dönemleri var ya, nasıl bir enerji patlamasıdır; bir tarafın “Muhteşemsin!” diyor, diğer tarafın “Çöplüksün!”; öyle bir git-gel durumu yani; işin bilimsel açıklamalarına girmeyeceğim, girersem yetkili kişilerin yeterlilik alanlarına tecavüz olur; zinhar!

******

Öyle saldırgan bir dönem geçirdim; saldırdığım kişi ise en çok nazım geçendi!

Ergenliğin en belirgin özelliğinden biridir: Kendi bireyselliğini ve kişiliğini oluştururken en bağlı ve bağımlı hissettiğin kişilerden kopma durumudur.

Bir şekilde en önem verilen, en bağlı olan kişilerden kopma durumudur ergenlik; o kopma gerçekleşmez ise o kişi birey olamaz! (Misal: hangi yaşa gelirse gelsin ille de anne-babasından onay bekleyenler)

******

O kişilik ve bireysellik oluşurken doğum sancısı gibi bir süreç başlar; kendi bireyselliğini ve kişiliğini oluşturmak için bir kopma durumu gerekir; en öncelikli olan en sevilen kişidir!

İlle de onun en kötü tarafları görülmeye çalışılır, böyle bir çalışma karşısında hangi iyi niyet ayakta durabilir?

Hal böyle olunca çatışma kaçınılmaz; çatışmanın hedefindeki kişiler baygınlık geçirseler de bu bir süreçtir ve karşı durduğunuz sürece daha uzun sürecek ve o denli onulmaz yaralar açacaktır; hem sizde hem de çocuğunuzda!...

******

Adam olmam ben!

Kendi ergenliğimden komik şeyler yazayım diye konuya girdim, daha yazmaya devam etsem ya toplumsal sıkıntılar ve dahi siyasal yaptırımlardan yola çıkar, yeni ergenlerin bizler kadar yaşama-deneyimleme şansına sahip olmadıklarına kadar uzar!

******

Neyse; ne diyordum: Ergenlik dönemi bir dönüm noktasıdır! Kimi ailelerde aile içinde çözümlenir, kimi ailelerin çözümleyemediği demeyeyim de önemsemediği ergenlik sorunlarını ideolojik anlamda çözümlemeye gönüllü kişiler, “kişiler” lafın gelişi, neferler vardır ve özellikle arada kalmış gençlere kişilik sunma gibi gerekçelerle yaklaşmaktadır!

Haa, ergen gençlere yönelik ideolojik yaklaşımlara çok alıştık da… Bebelere siyasal yatırım yapılmamıştı hiç! Onu da gördük vakti zamanında, dedik ki “Acayip bir şekilde çocuklara yatırım yapılıyor!”

“Yok artık! Bebeler, çocuklar siyasete alet edilir mi?”

“Din” dendi mi yedi çocuğunun yedisini özel evlere emanet edip de “Onlar tarlamda çalışıyorlardı” dediği için bedeli ödenen adamların evlatlarını sorgusuz ve sualsiz teslim edişlerinden söz ederken…

Yok yahu, ne diyorum ben!

Bir kız çocuğunun yıllar öncesindeki buluğ çağı sıkıntılarından dem vuruyordum; ergenlikten değil, yaş kemale ermiş, yine bir yumru var içimde ille de taşsın istiyor; ergenlikten geçmişim ya bir kez, hani hıncımı çıkarmışım ya beni en sevenlerden: Şu anki öfkem buluğ çağı öfkesi değil; bir yetişkin insanın kendini sevmeyen insanlardan hakkını alamayaşanın ezikliğinden kaynaklanan serzenişi!

******

Ne diyordum nereye geldim; güzel güzel nostalji yapmak vardı; şartlar el vermiyor!

Yıllar öncesinin kız çocuğunun tüm değerlerini irdelerken en basit bir anayasal değişime bir katkı ne kelime bir fikir, bir vatandaş olarak bir tepki vermemiz mümkün değilken…

Bir kız çocuğunun, keza bir erkek çocuğunun kişilikli ve özgüvenli birer birey olarak yetişmesinden mi dem vuruyorduk?

******

Çocukluğunuz, gençliğiniz…

Adam oluşunuz, kadın oluşunuz…

Yetiştirdiğiniz çocuk aynanız!

O yansıma hoşunuza gitsin-gitmesin; önce bir kendi ergenlik döneminizi hatırlayın, ardından neler beklerdim derken çocuğuma o beklediğim şeyleri sunup-sunmadığınızı bir tartın!

Haa, bu arada, bilişim ve iletişim yönünden alınan hız ile kendi zamanınızın kısırlığını da göz ardı etmeyin, derim…

******

http://twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..