Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '13

 
Kategori
Deneme
 

Buluşalım

Buluşalım
 

Üşümüşsün. Mâlum, kış geldi. Kalın giyin dememe gerek yok, öyle değil mi sevgilim? Yüreğine bir soba bile yakamayan biri için, bedenini ısıtmak mühim mi? Kahkahalarımın ufak sürprizlerisin sen. Onlarda gizlenmiş gizli bir hüzün, onlarda saklı kalan bir veda… Veda etme konusunda hiç iyi olmadığımı söylemiştim.”Hoşça kal” demek gibi değil asıl vedalar. Senin dilinde döner durur, küçük dilini yutarsın hayretle, ben bu kadar hoşça kal’ı nasıl olmuş da biriktirmişim diyerek…

Sitemlerim sobelediler seni. Millet aşkın bilmem kaçıncı zamanında… Doğru insan, doğru zaman, doğru mekân dediğimiz şey ne sevgilim? Kendi kendime “Sevgilim” derim. Kusuruma bakma sen. Başkalarının sevgilisi olsan bile, yazar eli alışmış, neylersin… Sevgilim sanki biraz “Her şeyim” der gibi, biraz “Dünyadaki tek eşim, yalnızca bana kalanım…” der gibi. Çakal bir yazar duruyor karşında, sevgilim ayağıyla hepsini söyledim, yine kaldım başına.

Artık ağlamıyorum, çünkü sonbahar işini çok iyi yapıyor. O benim yerime ağlamayı bu aralar çok iyi biliyor. Gülüşün geldi aklıma. Ne de güzel gülerdin. Yaseminler, gelincikler, nergisler, kaktüsler bile şakalaşır, hayatın güzelleştiğini düşünürlerdi. Benimle birlikte herkes, her şey âşıktı o kahredici gülüşüne. Dişlerini kıskanırdım. Onlar senindiler, seninle birlikte bir ömür yaşayacak olanlardı. Yediğin yemekleri bile kıskanırdım, severdin onları, severek yerdin. Yastığını bile kıskandım. Yastığın… Saçın, baktığın o ayna… Hatta ve hatta sakallarını bile. Sende ne de güzellerdi…

Herkes evleniyor. Biz de karar aldık hüzünle, yakında nikâhımız var, öyle sade bir tören. Hüzne yakışır şekilde… Artık bu kadar içime yerleştiyse sen yerine, onun benim kaderim olduğunu düşünmem suç mu? O duvarı kaldıracaktın. Toslamayacaktım bir daha, kahretsin!

Sırılsıklam olmuşsun. Aşkım değmiş tenine, yağmur yemiş gibi olmuşsun, git, üstünü değiştir sevgilim; her şeyim… Hasta olursan, içtiğin şifalı otları, ilaçları, hasta yatağını kıskanırım ve benim artık seninle ilgili başka bir şeyi daha kıskanmaya gücüm kalmadı. Sen… Sevdiğim… Bilsen, ne çok sevildin. Hani kör bir kurşun saplanır da kalbe, bir anda yığılıverirsin yere, lâkin ömrün vardır, yaşarsın, yeniden ayağa kalkarsın. İşte böyle bir şey benimkisi…

Yığıldım yere, yeniden kalktım, bir parçam yarım... Ne de çabuk işliyordu zaman, hazin kalplerimize.

Geçen zamandı oysa, bizler yalnızca kendimizi kandırıyorduk. “Unutulur” diyerek… Unutulan zamandı sevgilim, yalnızca zaman…

Sen olmadan da sevdim ben seni. Çok sevdim. Gönlümce. Hak etmediğin kadar… Zaten çok sevmek her zaman hakkından fazlasını vermek demekti ve eksik bir insana bu çok fazla gelebilirdi.

Ağlıyorsun. Gözlerin sırılsıklam. Gözlerine yağmurun değdiğini söyleme sakın, inanmam. “Gözlerinin yağmurları değdi” de, ama gerçeği söyle. Gözlerine kadar ulaştı sel felaketim. Yemin ederim sevgilim, gönlümün eksik parçası; ben seni yalnızca ilhamın kollarındayken aldattım. Başka da olmadı. Kendimi aldattım, başkasını aldattım, lâkin sen dolu aşk bahçemi talan eden olmadım.

Seviyorsun. Hayatı, çiçekleri, böcekleri ve bir başkasını… Sev tabi. “Sevme” diyemem ki. Gönül kıyından geçerken, yalnız bir kedinin felaketine uğradım. Merhametim galip geldi, ona koştum, sana varamadım. Ceketimi alıp çıkmayı beceremem ki ben, ceket de sevmem zaten…

Bana, yalnızlığımla birlikte beni üşütmeyecek kalın giysiler, kabanlar gerek. Köpeklerin sesini duyuyorum. Birbirlerine aşklarını itiraf ediyorlar. Haklılar ama, öyle değil mi? Mevsim, kırık aşkların telafi mevsimi. Belki de çok seviyorlardı birbirlerini, ayrılık tünelinde biri koca bir yalana denk geldi, sadık bir şekilde bir insana aldandı, insan sevdi. Hayvanların insanlara olan aşkı, hayvanların en zayıf noktasıdır. Tıpkı insanların, bir başka insana duydukları aşkın zayıf halka seçilmesi gibi…

Zayıflığımsın. Yemek de yiyorum hâlbuki. En zayıf hâlimsin. Törpülendim. Bir kuzu çevirsem şurada, karşına geçince zayıf kalırım, zayıf düşerim. Yokluk ekleri, iyelik eklerimi dövüyor şimdi. Onlar da savaşa başladılarsa, bu aşk yaşamaz demektir artık. Ben(im) bu körpe yüreğim, artık sen(siz…)

Etkinlikler, festivaller oluyor yüreğimde. Konsere de davetlisin. Solist, aşk... Candan Erçetin’in ‘Yalnızlığım’ şarkısını söylüyor. Aşk da bunu söylediyse artık, öldük demektir sevgilim. Şurada yatalım. Şurada işte. Boğaza karşı… Kabir dolu kalbimiz, evimiz olsun.

Ölüyoruz. Gören yok, bilen yok, ağlayan yok. Şu fakir dünya, bu aşkı bize çok görmüş meğer. Yoksa çok gören sen miydin? Hakkından fazlasını almak, eksik bir insana fazla gelirdi elbet.

Bıcır bıcır bir yabancılığımız olsun. Bir otobüste denk gelse ruhlarımız, para uzatsak birbirimize, paranın üstünü veremeyecek kadar çekingen yabancılığımız olsun. Birbirimizin yanından geçerse ruhlarımız, birlikte ölmüştük diyecek cesareti bile bulamayacak kadar yabancı bir yabancılığımız olsun. Yüreğimin enstrümanı değişti öleli beri. Keman çalardı eskiden. Artık ud zamanındayız. Udi bir hayaletim şimdi.

Özlüyorsun. Ruhlar özler miydi? Yapacak bir şey yok. Yanı başındayım. Kıyamet koptu. Cennet’in en güzel köşesini ikimiz için kaptım, haydi sevdiğim, canımın ay parçası; tut elimden, buluşalım…

Dilara AKSOY

http://www.twitter.com/merhabaomrum

 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..