Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Buna mendil dayanmaz!

Buna mendil dayanmaz!
 

bitirdiniz beni!


Haftanın belirli günlerini "iple çekerim".. Örneğin, Çarşamba günleri "koro çalışmamız" vardır.. İki saatliğine herşeyi dışarıda bırakıp, birlikte şarkılar söylediğimiz çalışmalarımız.. Cuma-cumartesi ve Pazar günleri Beşiktaş maçlarını konuk etmeleri halinde önem kazanırlar.. Pazartesi "Elveda Rumeli" var, Salı? Salı günleri benim için çok önemli, yaklaşık 2 aydır..

Mesela, o gün, bize "akşam oturmasına" misafir gelmesini istemiyorum.. Mesela, o gün biz, kimseye "akşam oturmasına" misafir gitmiyoruz...Saat 18:30'da akşam yemeğimizi yiyoruz.. Bu şimdiye mahsus bir durum değil.. Yıllardır böyledir.. Saat 20:15'de oğlumu kurs'tan getiriyorum, üzerimdeki giysileri rahat ev kıyafetleri ile değiştirip, beni kimsenin rahatsız edemeyeceği yatak odamıza çekiliyorum.. TV'nin karşısına geçip, kuruyemiş tabağımı (kuruyemiş dediğime bakmayın, biz ayçekirdeği deriz, İzmirliler "çiğdem" mi diyorlar?), çayımı alıp, yeterli miktarda "kağıt mendil" stoklayarak, dizi'min başlamasını bekliyorum..

Ben bugünlerden daha genç iken ve rahmetli babam, "benim bugünlerim" kadar iken, olur-olmaz herşeye ağlardı tv'de gördüğü.. "Birisi yere düşüp, dizi kanasa gözleri sulanırdı" diyeyim, siz anlayın.. Ben de acımasız bir genç olarak, hoyratça, adamcağızın duygularıyla alay eder; "vay balım, vay? pek acıklıymış?" diye üstüne giderdim.. Hem gözlerinden akan yaşları siler, hem arkamdan fırlatacak bir terlik arar, hem de "yarın seni de görürüm?!" derdi.. Göremedi, ama, ben mezarını ziyaret ettiğimde söyledim kendisine; "baba, artık ben de o'ta-mok'a ağlıyorum" dedim..

Evet, "Canım Ailem"i izlerken, kendime hakim olamıyorum.. O, üç çocuğun ana-babalarını yitirmelerini içime sindiremiyorum, ağlıyorum.. Meliha'nın 20 (yazı ile yirmi) koca sene Samim'i beklemesindeki metaneti, sabrı yüreğim taşıyamıyor, ağlıyorum..

Ali'nin "aldatılışı"ndaki "kancıklığı", bir arkadaşın, bir arkadaşa yapabilmesini kabullenemiyor, ağlıyorum.. Ahsen'in pişmanlığının gerçek olmasını, hem çok istiyor, hem de Ali'nin hayatında yine bir kabus olmasından endişe edip, inanmak istemiyor, ağlıyorum..

Ali'nin, bir önceki bölümün sonunda, pencereden onlara bakan Ahsen'e bakışındaki "şaşkın nefreti ve huzursuzluğu", aynı kare içinde, (umutsuzlukla, umudu birlikte yaşayan) Seyhan'ın "kıskanan huzursuzluğu" ile birleştiren yönetmenin yeteneğini hem kutluyor, hem de ağlıyorum..

Meliha'nın yirmi yıllık bekleyişini, endişelerini sadece iki saat çeken, ama, yine de çok kızan Samim'e, "ben işte böyle yirmi yıl bekledim, sen iki saat bekleyemedin, sinirlendin.. Sonra da bana 'neden sinirlisin Meliha?' diye soruyorsun, Samim!" diyen Meliha'nın gözlerindeki sevgiyi, hasreti görüp, ağlıyorum..

Arkadaşına sorgusuz, sualsiz, karşılığında hiç bir şey beklemeden el uzatan Taci'nin arkadaşlığını, güzel gözlü kızı Merve'nin (Merve idi değil mi adı?) çıkarsız yardımlaşma çabalarını, izliyor, gıpta ediyor, ağlıyorum..

Eda'nın Duru'yla olan candan arkadaşlıklarını, ayrılmalarının Duru'yu nasıl gözyaşlarına boğduğun sahneyi hatırlayıp hatırlayıp ağlıyorum.. Ama, Duru'nun annesinin ("kolunun diyetini ben verdim, haaa!" diyen Ömer Seyfettin hikayesindeki kasap'tan farksız) "burs veren" havasına kuduruyor, "BEN VERECEM LAN BURSU!" diye haykıra haykıra ağlıyorum..

Yiğit'in delikanlılıkla, çocukluk arasında gidip gelen ruhundaki fırtınalardan, anasız-babasız kalmanın zorluğunu taşımaya niyet eden omuzlarındaki yükün ağırlığından ürperip, ağlıyorum..

Mertcan'ın koca gözlerinin bulutlandığı, anneciğini, babacığını hatırladığı sahneleri hem çok beğeniyor, hem de çok üzülüp ağlıyorum..

Kenan'ın hesap geldiğinde dişini kürdan ile karıştırıp, "hesabı Halim'e yıkma" "uyanıklığını", bunu ayıplayan tavrını bütün içtenliğiyle ortaya koyan "tombul ve patavatsız" Feride'nin neş'esini, Halim'in delikanlı tavrının yanında, "sevdiğini kaybedecek olmanın ruh haliyle nasıl şüpheci ve oportunist" olduğunu görüp, üzülüyorum, ağlıyorum..

Kenan'ın anacığının "biricik oğlunu elinden alacak kıza karşı" yaptığı planların, oyunların boşa çıktığını keyifle izlerken, öte yandan da "yalnız kalmasını istemediğimden", üzülüp, ağlıyorum..

Hele Samim! Samim'in serseri ama yufka yüreğini, yaptıklarından pişman ama, şimdi olsa, yine aynı şeyleri yapabileceği çok açık ruhunu, "canı ailesi" için eksik bıraktığı, yetişemediği şeyleri yapmak için çarpan kalbini seviyorum, onunla kederlenip, üzülüp, elimden birşey gelmeyeceği için ağlıyorum..

Ya Meliha? Meliha'nın "Samim, seni öldürürüm!?"ündeki ağdalı tehditin arkasındaki aşkı, özlemi, anaçlığı, kısaca hayatın güzelliğini hissedebiliyorum, Mertcan'ı öperken, koklarken gösterdiği şefkati, kaybettiği arkadaşına, Mertcan'ın annesine duyduğu sevginin, özlemin, burukluğun yansıması olduğunu düşünüp, ağlıyorum..

Bu dizinin senaristi Selin Tunç'a iki lafım var; "bak kıymetli kardeşim, beni salı akşam saat 20:15 tv" manyağı ettin.. Evde kağıt mendil kalmadı, nevresimden yırttığım parçaları kullanıyorum, haftaya kadar kuruyor, tekrar kullanıyorum.. Gözyaşlarım yüzünden içim kurudu, "insan vücudunun %70'i sudur" derler, benim su miktarım %45'lere indi.. Allah senin iyiliğini versin!!.."

Şimdi koroya gideyim, Salı'ya 6 gün kaldı..

 
Toplam blog
: 22
: 1234
Kayıt tarihi
: 11.10.08
 
 

Ankara'lıyım. 2 çocuk babasıyım. Evliyim tabii ki.. Bir "Ankara aşığı" diyebilirsiniz bana. Beşiktaş..