Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '08

 
Kategori
Deneme
 

Bunalım saatleri

Bunalım saatleri
 

Depresyondayım


Neresinden başlamak gerek bilmiyorum… Hayallerden mi, beklentilerden mi, yoksa verilen sözlerden mi…

Farkında varmadan yaşanan aşkların kırıntılarından mı yoksa lekelenmiş gururlardan akan pişmanlıklardan mı…

İsteksizce geçirilen tatil günlerinden mi, yoksa farkına varılmadan geçen günlerden mi…

Puzzle yapar gibi yaşanılan saatlerle mi dertleşmeyi yoksa, klavyenin eskimiş tuşlarındaki matlığını mı anlatmalı…

Hüzzam şarkı gibi uyanılan sabahların mahmurluğundan mı dem vurmalı, an be an geçirilen nöbetlerin ruhumda yarattığı sarsıntıların kalıntılarından mı…

İçilen sigaranın dumanıyla yapılan hayal yolculuklarının yüreğimde ateşlediği sevinç kıvılcımlarının aleve dönüşemeden sönüşünün hüznünü mü paylaşmalı, yoksa saklambaç oynar gibi aynı mekan içinde birbirini sobelemenin getirdiği uslanmaz kederli burukluğun işlediği mısraları mı yazmalı bir kenara…

Aşk denilen yürek fırtınasının dinginliğinden sonra talan olan damar yollarındaki ezikliğin meydana getirdiği trafik sıkışıklığının, beyin denilen karmakarışık iletiler zincirinin, yine karmakarışık döngüler içerisinde algılamaya çalışan akıl denilen dumura uğramış kısmının halini mi tasvir etmeli fütursuzca ve vurdumduymaz halimle…

Gecenin ilk dakikalarında henüz uyumamışken görülmeye başlayan kabusların siyah siluetlerinin içime düşürdüğü korku meyvelerinden damlayan esrarengiz elementlerin toplaştığı derin fakat bir o kadar da küçük kabımın taşmaya başladığı o anlarda, eklemlerimde hissettiğim çatırtılardan korkan ruhumun saklandığı gözbebeklerimin halsizliğini mi yazsam satırlara…

Elimdeki kadehin yüzeyindeki buz parçacıklarının dilime verdiği ferahlığı alıp götüren hasret ateşinin, aynı zamanda dişlerimde vuku bulan erozyona katkısını mı hesaplamak gerekir elimde erimiş ömür hesabında…

Elemlerin paylaşıldığı içki masalarında kederin yanına kondurmak istediğim neşe kırıntılarını yiyen gamlı baykuşların sortilerinden usanmışlığın getirdiği öfkeyi mi düşmeli not olarak defterin bir kenarına yoksa baykuşlara meydan okuyan kekliklerin ötüşlerini mi, çalı çırpı arasındaki daracık patikalara…

Balkonlara asılan çarşaflara mı yazmalı, ömrün geçip giden en güzel anlarının acı-tatlı hatıralarını, yoksa o balkonlarda uluyan finoların huzursuzluklarını mı dinlemeli gecenin sessiz saatlerinde, elinde bir fincan kahve ile…

Olmayan sabahların çetelesini tuttuğumuz gecelerin derinliğinde kaybolmuş benliğimizin hafızasını mı silmeli bir çırpıda, yoksa sabah olacak ümitlerinin damıttığı şiirlerimizde mi anlatmalı gecenin en bilinmez anlarının ruhumuzda edindiği karanlık köşeleri….

Ve yanımızda bağdaş kuran ümitsizliğin beslendiği debdebelerden hangi akıl yoluyla kurtulacağımızın boğuşmasını mı resmetmeli her bir köşesinden yırtılmış gönül mahkemelerine…

Nesilleri tükendi sanılan dinozorların bir anda toplaştığı aklımın daracık dehlizlerinde, kapana kısılmış fare gibi, avazım çıktığı kadar bağırabilmeliyim içgüdüsüyle, bir-ki-üç ses kontrol diyemeden, notaların esrarengiz büyüsünden habersizce bam telime basa basa, gırtlağımın yırtıldığını hissederek ve frekansların en ucunda gezinerek söylediğim vuslat türküsünün mısralarında kaybolduğumun farkına varmaksızın, hala hayatın gayesine iniş yapmaya çalışmanın zavallılığından mı bahsetmeli son cümlelerde…

Ve nihayet, bardaktaki son yudum içkiyi mi resmetmeli ellerimizin silinmez hafızasına, yoksa bedenin isyan çıkarmaya hazır yorgunluğunu mu silmeli gelmiş geçmiş istihbarat kayıtlarından…

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..