Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

Bunun neresi onurlu dış politika?.. Bu Obama dış politikası..

Obama geldi, “halkımızın gönlünü kazandı“ ve gitti.
Gelmesi ile gitmesi arasındaki zaman dilimi halkımıza bir şeyleri gösterdi. Bazı gerçekleri anlattı. En azından ben öyle umuyorum. Bu arada RTE’nin “hayvan sevgisini" de öğrendik.

Bir kere Obama niye geldi?
Amacı neydi?
Seçildikten sonra ilk ülke gezisini neden Türkiye’ye yaptı?..
ABD’nin özellikle Orta Doğu ve Afganistan hakkında ki düşünceleri ve planları üzerinde az çok fikir sahipleri olanlar ve ABD emperyalizminin gerçek yüzünü görenlerin bu sorulara akıllı cevaplar verebildiklerini tahmin ediyorum.

En azından Türk halkının büyük çoğunluğu; ABD’nin Irakta verdiği büyük kayıpların Afganistan'da da yaşanmaması için riske edilecek bir ordu aranmakta iken, bu ordunun ABD tarafından seçilmiş Türk Ordusu olduğunu ve bunun içinde Türkiye’ye bazı gazların verilmesi gerektiğini, Obama’nında bu anlayışın çok yumuşak ve sevecen bir şekilde Türk halkına kabul ettirilmesi için burada olduğunu görmüştür umarım.

Obama takiyyede Fetullah’a bile taş çıkartacak bir sahte sevecenlik ve ikiyüzlülükle bunu başarmış gibi görünüyor.
En azından RTE ve kabinesi bu gaza gelmenin ve görevini yapmanın memnuniyeti içersinde.

ABD’nin ve maalesef ülkemizde hükümet olan AKP zihniyetinin bu konudaki hesapları ayrı bir konu ve zaten herkesin de malumu.

Obama sadece Türkiye’ye gaz vermekle kalmadı bu gazın doğru ve isabetli bir şekilde kullanılması için AB’ye de gerekli ultimatomu çekti.
Neydi bu “tavsiye” niteliğindeki ultimatom?
“Ey Avrupa’lı bak bu Türkiye benim bölgedeki ve Afganistan’daki emellerim için çok gerekli onu en azından şimdilik küstürme, bu ülkenin AB’ye kabulü için hiç olmazsa şimdilik biraz oyala. AB’ye kabul etsen de benim için fark etmez, hatta daha iyi olur.”

Fakat Obama’nın yanıldığı bir konu var dı bu ultimatomda.
O, AB üyesi ülkelerinde aynen RTE hükümeti gibi her dediklerini yapacaklarını zannetti.
İşte gördük Sarkozy çıktı ve bu üyeliğin AB’nin iç meselesi olduğunu ve ancak kendilerinin karar verebileceğini söyledi.
Ülkemiz aleyhine de olsa bir dik duruş olmuştur bu.
Ve en azından tarafımdan (ABD’ye karşı oluşu açısından) takdire şayan bir duruştur.

Aslında madem konu AB’dir.
Burada (başarısız olacağını bile bile) ABD’nin devreye girmesi Türkiye aleyhine olmuştur.
Zaten sınırlarında Arap ülkelerini görmek istemeyen ve bu yüzden “İmtiyazlı Ortaklık” zırvalarını ortaya atan AB ülkeleri bu ABD baskısı ile daha bir kenetleneceklerdir.
Bu Türkiye’nin (eğer olacaksa bile) AB üyeliğini daha da zorlaştıracaktır.

ABD’nin AB ile çelişkileri Türkiye’yi olumlu mu etkiler olumsuz mu?.
Bunu ilerde göreceğiz.
Obama’nın ziyareti bir kere daha göstermiştir ki, kişiliksiz dış politika bizi ABD’nin kucağına daha çok itmiş ve AB ile (özellikle Fransa ile) çelişkilerimizi, daha da derinleştirmiştir.

Neyse biz Obama’yı bırakalım ve yazımızın asıl konusu olan Türk dış politikasının ve AB üzerindeki “etkinliğimizin” uğradığı fiyaskoya dönelim.

Nedir bu fiyaskolar?..

RTE; Türkiye’nin elinde çok güçlü kozlar olduğu halde zayıf ve korkak bir tavırla bu avantajlardan yararlanamamıştır.
Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dahil edilmesini veto edebileceği gibi bir imkanı varken bunu kullanmamıştır. (Bu durumu Syn. Baykal çok güzel ifade etmiştir.)
Norveç başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğini engelleyebilme imkanı varken;
Kendi tabanına ve din iman masallarına inanan kitlelere hoş görünmek için, Peygamberimiz hakkındaki karikatür krizinden dolayı Rasmussen’den özür beklediğini ve PKK’nın ROJ TV’sinin kapatılmasını Norveç’ten istiyormuş ve basit Genel Sekreter Yardımcılıkları için mücadele ediyormuş pozlarına bürünmüş ve “Davos” vari sahte kahramanlıklara soyunmuştur.

Rasmussen ne yapmıştır?
Özür dilemiştir ama ne için özür dilediğini de “yanlış anlamayın” önsözüyle “kolumdaki sakatlık dolayısıyla karşınıza böyle çıktım o yüzden özür dilerim” cümlesiyle ifade ederek bir de dalgasını geçmiştir.

Başka ne yapmıştır RTE;
ABD bölgede bu kadar zor durumdayken ve bu durumda kullanabileceğimiz bir sürü avantaj varken, Obama’nın koluna girip etrafa sahte gülücükler atıp, hatta kendisinde hiç olmadığını bildiğimiz “hayvan sevgisini” bile kullanmıştır.

Ey iktidardan düşerim korkusu. Sen nelere kadirsin.

Biraz ciddiyete dönersek;

Bağımsızlıkçı dış politika;
Obama’nın koluna girerek etrafa sahte gülücükler atmak ve “din iman masallarına” ve “karizmaya” inanan kitleleri kandırmakla olmuyor.

One minute diye "gürleyip", perde arkasından İsrail’le önemli anlaşmalar yapmak, bombacı İsrail'li pilotları Türkiye'de eğitmek ve çok önemli kaynaklarımızı İsrail’lilere satmakla olmuyor.

Bir buçuk milyon Irak’lının ölümünü seyredip, Arap alemine ve ülkemizdeki muridlerine karşı “Davos Kahramanlığı” pozlarına bürünmekle olmuyor.

Hiç bir zaman gerçekleşmeyeceği gün gibi ortadayken; Biz Rasmussen’den, karikatür krizinden dolayı özür dileme sözü aldık. ROJ TV’yi kapattırma sözü aldık nutuklarıyla olmuyor.

Onurlu dış politika; Gerekirse masadan kalkmayı ve olmazsa olmaz diyebilmeyi gerektirir.

Öyle bir durum var mı?..
Yok..

Onurlu olmasından geçtik,
Neresi dış politika bunun?..
Lozan’daki İsmet İnönü’nün kemikleri sızlıyordur eminim.

Saygılar..
08.04.2009

 
Toplam blog
: 243
: 760
Kayıt tarihi
: 26.03.07
 
 

1957 Kars doğumluyum. Emekliyim. Gazi Üniversitesi İİBF İşletme bölümü ön lisans mezunuyum. Yazı ..