Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '15

 
Kategori
Öykü
 

Büyük komplo

Büyük komplo
 

Ben ve ailem babamın görevi gereği büyük şehirde otururduk, yazın da ürünlerimizi hasat etmek ve kış hazırlıklarımızı yapmak için köyümüze giderdik. Şehir okulları köy okullarından daha geç kapanmasına rağmen ben, kardeşlerim, annem babamdan önce genellikle nisan ayında köye döner, ekim ayında da köyden ayrılırdık. Ben şehirde öğrenci olduğum için önlüğüm, yakalığım, pantolonum diğer çocuklardan daha yeni ve temiz olurdu. Çünkü biz okuldan gelir gelmez kıyafetimizi değiştirir, köylü çocukları ise sabahtan giydikleri kıyafeti akşama kadar çıkarmazlar, onların elbiseleri çabucak eskirdi. Köylü çocuklarının hepsinin basit bezden okul çantaları olduğu halde benim çantam tahtadandı ve çokta havalıydı. Şehirden geldiğimde köy okulu devam ettiği için babam illa da yirmi gün, bir ay da olsa köy okuluna devam etmem için ısrarcı olurdu. Şehir oklunda öğretmen, köy okulunda ise eğitmen vardı. Eğitmen beni her gün karşılar, tahta çantamı süs eşyasıymış gibi elimden alır ta yüksekte olan pencere boşluğuna koyardı. Derslerde çantamla, içindeki kitaplarla, defterlerle, kalemlerle ilişkim kesilir diğer çocuklar yazarken ben sadece dinlerdim. Eğitmene de ‘Öğretmenim çantam benim yanımda durabilir mi ‘ demeye cesaret edemezdim.

Yaz demek yani okulların tatili köyde biz çocuklar için yaşlarımızın büyüklüğüne göre irili ufaklı çobanlıklar demekti. Bu çobanlıklar sekiz on yaşında civciv ya da hindi palazı çobanlığı, on –on üç yaşında kuzu, on üç-on altı yaşında dana, on altı yaşından sonra da koyunlar, keçilerle beraber inek, öküz, at, eşek, katır da beraber olmak üzere her tülü sürüye köy çocukları kumanda edebilirler tabi en yakın yardımcıları köpeklerle birlikte.

Çobanlıkta birinci görevimiz hayvanları yaymak onları kirli olanlarını gölde yıkamak ve eksiksiz olarak köye ahıra götürmekti. Bazen boş zamanlarımız da kırlardan yabani bakla ve yabani nohut toplar bunları da akşam eve götürürdük. Yine bir diğer işimiz kenger dediğimiz dikenli bir bitkinin sapından bıçakla kesip, onun bembeyaz olan sütünün kesilmiş olan yerde ve sapın kenarların da havayla temas ederek kurumasını beklemekti. Bazen bu bekleme işini yapmaz kestiğimiz kenger sapının yanına adına hor dediğimiz dört ya da beş taşı üst üste koyup ertesi gün bulabilmek için bellilik yapardık. Bu kengerler kuruyunca hafif siyahlaşır dişlerimizle onu zorlukla çiğneyerek yumuşatış sakız haline getirirdik.

Kuzularımızı çayıra salmış, diğer köylü çocuklarda getirdikleri hayvanları otlanırken irili ufaklı on iki kadar köy çocuğu bellerimize sarılı olan azığı çıkarıp ortaya koyduk ve yemeğimizi yerken çeşitli konularda sohbet ediyorduk.

Köy yerinde çocuklar arası sohbette en başta gelen konulardan bir tanesi ürünün verimliliği diğeri de sulama konularıdır. Köyde ortalama kıraç yerlerde bir buğday tanesine on- on beş katı buğday, taban arazilerde on beş – yirmi beş katı buğday alınırdı. Herkesin delice bulduğu ve hiç kimsenin yapmadığı buğdayın sulanma işini bir tek benim babam yapardı ve biz bir buğday tanesi ektiğimiz zaman kırk tane buğday yani tohumluğa karşı bire kırk alırdık. Hasat zamanları özellikle bizim ailemiz için övünç günleriydi. Çokça kuru fasulye elde etmek için çokça fasulye eker babam bu fasulyeleri on günde bir sulardı. Diğer ürünleri de dikkate alırsak babam elinde kürek yarı çıplak çamurların içinden bir türlü çıkamazdı. En kötüsü babam tarla sularken birilerinin çok yukarılardan suyu keserek hendekteki suyu kendi tarlasına çevirmesi idi. İşte o zaman kıyamet kopardı yakınlarımızdan, kardeşlerimizden, amca çocuklarımızdan ne kadar eli kazma kürek tutan varsa ordu halinde suyu kesene hücum edilir tabi onlarında bir ailesi olduğu için büyük meydan savaşları yaşanırdı. Çocukluğumda bu meydan savaşlarından iki tanesini gördüm. Bizim soy isimlilerle karşı taraf soy isimliler köyü en az altı-yedi yerinde birbirlerine hücum ettiler. Sonuçta toplam baş, kafa üç burun, kırk iki diş zarar gördü.

Bu açıdan çocuklarla toplantımızda bu su işleri ile ilgili konularda konuşmak ya da anı anlatmak çok doğru bir şey değildi. Onun için ben hep sustum.

Büyük çocuklardan bir tanesi yalan mı değil mi bilmiyorum güya karşı köyden bir kızla samanlıkta öpüşmüş, onu anlattı daha sonra da ‘şimdi ‘ dedi herkes hangi kadın ya da kızla beraber oldu ise onu söylesin bu bizim aramızda kalsın, herkes de söyleneni unutsun. Simdi ben yaptığımı söyledim benden sonra sırayla herkes kiminle ilişkisi varsa açıklasın. Buna hiç kimse itiraz etmedi. Ondan sonraki bir kızın ismini verdi. Ondan sonra ki bir kadının ismini verdi. Ben en küçük çocuklardan sondan ikinciydim benden küçük bir çocuk da bir kızın ismini verince hiç kurtuluşum olmadığını anladım. Ben hiçbir kızla kadınla böyle bir şeyim olmamıştı. Bunlar maşallah bir sürü b..k yemişler, ben şimdi hiç kimseyle ilişkim olmadı desem bunlar bana erkek değil diyecekler, yalan söylemek zorundayım, mutlaka birinin ismini ortaya atmam lazım. Bu attığım ismi de çok iyi düşünmem lazım ki bunlardan birinin akrabası olmasın, bunlar beni burada öldürürler. Köydeki kızları düşünüyorum, şu şunun akrabası, bu bunun akrabası, illa birini söylemek lazım. Düşündüm taşındım, sıra bana gelince Fatma’yı söyleyi verdim. Hepsi çok irdelediler. Halbuki ötekileri çok irdelememişledi. Bir yastıkta kocamamıza dileyen de oldu, Fatma’nın annesinin beni öldüreceğini söyleyende, amcasının tabancasız gezmediğini diyen de oldu. Sonuçta Fatma yapıştı kaldı bana. Halbuki daha ikimizde on bir yaşındaydık. Bu arada hayvanlarımızı gütdük. Fakat çocuklardan bir tanesi hepimizden erken kuzularını alıp gittiğinde şüphelenmedim değil.

Güneş tepelerden kaybolurken hayvanlarımızla köye döndük. Herkes kendi ahırının yolunu tuttu. Ben evin arkasından hayvanları ahıra koyduktan sonra evin önüne geldiğimde kıyamet çoktan kopmuştu. Fatma’nın annesi kapıda duran babama ve babamın amcaoğluna bas bas bağırıyor, ileniyordu. ‘Hoca, hoca! Ya namusumuzu temizleyeceksin ya da bunu kan temizler.’ Babam zavallı hiçbir şekilde sesini çıkaramıyor, öyle duruyordu. Benim önümde iki yol vardı. Ya oradan hızla kaçacaktım, eve girmeyecektim ya da kaderime razı olup her şeyi göze alıp babamın önünden geçip eve girecektim. Ben ikinci yolu tercih ettim. Tam babamın önünden geçerken babamın amca oğlunun sopayı havaya kaldırdığını gördüm, gerisini hatırlamıyorum. Uyandığımda amcamın evindeydim, tam kırk sekiz saat baygın yatmışım. Beş altı gün amcamın yalvarmalarından sonra babam ancak beni eve aldı ve elini öpmeme izin verdi. Sonra babama her şeyi anlattım. Tam anlatmama rağmen babam beni haksız buldu ve öbür çocukların sırf beni konuşturmak için bu oyunu tertiplemiş olabileceklerine söyledi.

Bu olaydan birkaç gün sonra köyün çeşmesine su doldurmaya gittiğimde Fatma’nın da orda olduğunu gördüm ve Fatma bana gülümsedi.  

 
Toplam blog
: 16
: 69
Kayıt tarihi
: 22.10.15
 
 

1952 Malatya doğumluyum. İlkokulu Malatya'nın Narmikan Köyü'nde, Orduzu'da ve Malatya Merkez Hida..