Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '07

 
Kategori
Ekonomi Yayınları
 

Büyük Türk iş dünyamızın liberal hallerine öğüt...

Büyük Türk iş dünyamızın liberal hallerine öğüt...
 

Orhan Pamuk bakışından Hulusi Kentmen ve müesseseleri...
Yaşamın her alanında müthiş hızın ve gelişmelerin getirdiği koşullar, çözüm ve uyum üretemeyen kurumların duvara çarpmasıyla sonuçlanıyor.

Türk şirketleri de payına düşen büyük sıkıntılardan hakkını alıyor.

Ekonomiden teknolojiye, devletten siyasete, hukuktan idareye, her alanda kendimizi Yüzyıllar öncesine göre çok ileride görüyorsak, insanlık bunu hayatın öznesi olarak yaşamda var olanı değiştirerek ve geliştirerek başarmıştır.

Türk şirketleri farklı uygulamaları inceleyerek ve ithal ederek dönemsel sorunlarını çözmekten öteye gidemez. Her alanda olduğu gibi Türk şirketleri belirlenen değil, belirleyen yapıya kavuşması, değişim ve gelişimin sürekli işlerliğini sağlayan mekanizmanın oluşturulmasına ve kurumsallaşmasına bağlıdır.

Ülkemizde tüm kurumlarımızda olduğu gibi şirketlerimiz içinde, yaratıcı, entelektüel, ihtiyacı duyulan bilgiyi üretip, yayan kadrolara ve yapılara gereksinim var.

Ülkemizde ve şirketlerde yönetici kadrolar, bırakın hukuk, düşünce, kültür alanını, uzmanlık alanlarında bile bir temel yeterlilik sınavını, çoğu veremeyecek durumdadır.

İyi buzdolabı ve oto lastiği üretmek, insan ve emek faktörünün de iyi yetiştirileceğini göstermez. Aile şirketlerimizin son zamanlar da uyduğu bu moda iş dünyamızın imparatoriçesi Suna KIRAÇ bizi bağışlasın, batı burjuvazisine öykünmeci bir taşralı davranış olmakla birlikte, her şeyin iyisini bilirim anlayışının hazin tezahürüdür. Bu anlayış kaynakları kısıtlı ülke sermayesinin de tahammülü olmayan bir israfıdır. Ülkemizin ve şirketlerimizin geleceğini yönetecek emek kaynağına olan gerekliliği kaçınılmaz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Belirsizlikleri beraberinde getiren, dünyanın yeniden şekillendirildiği, varlık ve güvenlik kaygılarının ileri aşamada hissedildiği yaşadığımız geçiş sürecini yönetecek, statükocu anlayıştan uzak yaratıcı ve çok yönlü yönetici kadroların yetiştirilmesi sınırlı kesimlerin imkânlarını aşmaktadır. Yaşanılacak acılardan toplumun tüm kesimleri payını alacaksa, acıların şiddetini azaltacak tedbirleri almak tüm toplumun görevidir.

İş dünyamız TÜSİAD önderliğinde kamu gücünü arkasına alarak TOBB, Sendikalar ve STÖ’ ile oluşturulacak organize işbirliğiyle, geleceğimizi yönetecek kamu, asker ve iş dünyamıza yönetici kadroları yetiştirmelidir.

Lisans programlarını başarıyla tamamlamış öğrencilerin sınavla alınacağı, yönetici ve teknik kadroların yetiştirileceği yüksek idari ve teknoloji araştırma üniversitesi kurulmalıdır. Vakıf üniversitelerinin de isim ve kaynaklarıyla bu oluşum içerisinde olmaları misyonlarını tamamlamak da daha yararlı olacaktır.

Türk kapitalizmi, sürükleyen lider seviyeyi hedeflemezse istikrarlı ve sürdürülebilir başarıları sağlamakta göstereceği çabalar, hak ettiği mükâfatı bulamayacaktır. Şirketlerimizin farklı bilim dallarından danışmanlarla oluşturacağı komisyonlarla çalışarak stratejilerini geliştirmesi ve mühendisler yanında felsefe, sosyoloji, antropoloji, psikoloji vb. gibi mezunları istihdam etmesi yararınadır.

Yurtdışı ve yabancı dil deneyimi olanların birikimini dikkate alarak, bir davranış biçimi olan dilin ötekinin söylediğini anlayamama, söylenenin anlaşılamaması ve anlatılamaması, anlaşılamamanın varlığı, yöneticilerde insan hakları ve temel hukuk bilgisini hiçe sayan bilinç gelişimiyle, iş yaşamında sömürge valisi davranışı oluşturmasını beraberinde getiriyor. Sömürge valisi davranışı bir aktarım biçimi olarak, araştırmayı, düşünmeyi, üretmeyi sınırlandırıcı yapısıyla dışarıdakine ve söylemine tabi olmayı, bilincin de olmadan bir aktarım aygıtına dönüşmeyi yaratır.

Birçok akademisyen ve yüksek lisansını yurt dışında yapmış insanın faaliyette bulunduğu sermaye piyasası faaliyet sertifikasını almakta zorlanmasının temelinde yatan travma budur. Sertifikasız faaliyette bulunanların zamanının ötelenmesi de bu gerçeğe dayanmaktadır.

Yaşamın her alanında olduğu gibi iş dünyası ve onun her kademesi de en şiddetli iktidar mücadelelerinin yaşandığı alandır.

Ele geçen iktidar daimi olursa güçlenerek çirkinleşir ve şiddete dönüşür. İktidar değişimi ve gelişmeyi engelleyerek iktidarını koruma eğilimi içerisindedir. İktidarın canla sarıldığı bu doğa onu yıpratarak eskitir öldürür, rejimin kendisini de kısırlaştırıp geri bırakır

YENİ İMPARATORLUKLAR ÇAĞI

Küreselleşen dünya siyasal sınırların içeriğini dönüştürerek, gelişimini hızlı bir şekilde sürdürüyor. Siyasal sınırların içeriğinin değişimini sağlayan en büyük etken, gelişmiş ülkelerin refahlarını koruma kaygısı ve bu doğrultuda teknolojik gelişmelerin ekonomik uygulamalara yansımasındaki yarattığı hız ve verimliliktir.

Çağımızın tapınakları toplumları yöneten küresel güç merkezleridir artık. Rahipleri ise onlara hizmet veren ve maddi manevi karşılığını alan teknokratlarıdır. Kullandıkları dil ve simgesel sistemler mevcut olanı hızla tüketmekte ve eskitmektedir. Egemene karşı dilimiz korunup, geliştirilmeli. Kendi rahiplerimiz ve tapınaklarımızla, egemen dilin içinde yer edinip, söylemini etkilemeliyiz.

İlk çağlardan günümüze toplumlar ve ekonomik varlıklar için güvenlik ve savunma önemli bir ihtiyaçtır. Bu bağlamda 20.yy algılanışının dışında olsa da, gelecekte de koruyucu ve düzenleyici bir devletin varlığına ihtiyaç olagelecektir.

Küresel güçler ve dinamikler iktisadi anlamda 19.yy deki emperyal güçlerin oluşturduğu benzer bir dünyayı insanlığa zorluyor.

Politikaları ve stratejilerine bakacak olursak ABD kıtasal ve küresel varlığıyla egemenin sözcülüğünü yapan en güçlü imparatorluktur.

Geçmiş yüzyıllardaki imparatorluk mirasıyla Japonya, Çin, Hindistan çemberinde başka bir çekim merkezi kendini belirginleştirmekte. Çin ve Hindistan 20.yy başlarındaki ABD ile karşılaştırılınca büyük bir benzerlik oluşturmakta.

Diğer önemli küresel merkezde uygarlığın doğduğu beşik, yaşlı kıtadır. Uzun bir gelecek projeksiyonun dan bakacak olursak, AB projesi yeni imparatorluklar çağının refah, gelişme ve adalet ideali aldatmacası çerçevesin de gelişmiş ve incelmiş gönüllü Büyük Roma projesi görüle bilir.

2500 yıllık tarihi perspektifi göz önünde tutarak yaşlı kıtaya bakacak olursak, Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Ön ve Orta Asya nın iç içe ligi kendini belirginleştirirken, geleceğe yönelik önemli ipuçları da vermektedir.

Yeni imparatorluklar çağı küresel güçlerin ve ulus aşırı kurumların etkisinde kendini geliştirirken, geçmişin aksine gönüllü ve rızaya dayalı katılımlarla daha çok oluşumunu tamamlayacak.

Karşılıklı çıkara dayanmayan, yaptırıma yönelik eğilimler, şimdiki küresel güçlerin yıkımına ve büyük acılara neden olacaktır. İngiltere nın 19.yy deki Viktorya dönemini yaşayan küresel güçlerin sözcüsü ABD nın, devasa yaptırım harcamaları ne kadar daha sürdürüle bilir?

YAŞLI KITANIN GENÇ ÜLKESİ TÜRKİYE

Ulusal birliğini sağlamış, modern, çağdaş kurum ve kuruluşlarını oluşturmuş ve geliştirmek de olan imparatorluk mirasçısı Türkiye, Almanya nın hatalarından ders de çıkararak onun 19.yy deki misyonunu yüklenecek büyük fırsatlara sahiptir.

Geçmişi gibi geleceği de Avrupa da olan Türkiye, AB nın emperyal projesinde belirleyici bir güç olmak için küresel gelişmelerin ve koşulların ışığında kendine yeni hedefler koyarak düşünce değişimini sağlayıp, tüm kurumlarıyla kendini yeniden yapılandırmalıdır. Tarih de bunu başaramayan büyük güçler Çin gibi yüzyıllarca sessiz kalmak durumunda olmuştur.

Küreselleşen dünyada Türkiye nın varlık, güvenlik ve gelecek sorunu, her şeyi hızla eskiten çağımızda modası geçmiş statükocu yöntemlerle sağlanamayacak kadar önemlidir.

Küresel egemenin ürettiği dünyayı kendine uyduran söylem ulusal şirketlerimizi kendine tabi kılmamalıdır. Vehbi KOÇ’ un ‘Memleketim varsa, bende varım’ sözü egemen söyleme karşı oluşturulan ciddi muhalif bir dildir.

Güçlü ekonomilerin, güçlü savunmaları yanında, siyasal kudretleri de oluşmuştur. Küresel rekabet alanında ulusal şirketlerimizin güvenirliliği ve saygınlığı hukuka ve topluma duyduğu sorumluluk yanında, devlet ve onun güvenlik güçleriyle oluşturacağı simetrik ilişkiler vizyonunun sinerji sinede bağlıdır. Bu bağlamda Atatürk ‘ten sonra asker-filozof ekolünden gelen, ülkedeki en büyük bütçeli kurumu yönetmiş Hilmi ÖZKÖK’ ün entelektüel birikim ve küresel dengeler deneyiminden ulusal şirketlerin yararlanmaması ciddi bir kayıptır.

Küresel dünyada savunma anlayışı sınırlarımız çizgisin de algılanamaz. Ekonominin ve üretimin tüm unsurları savunma aygıtının doğal unsurları görülmelidir.

Türk sermayesi bölgesel ve uluslar arası alanda korunmalı, iş çevrelerimizin uluslar arası ortaklıkları, yatırımları ve ülkemizin geleceğine yatırım yapan yabancı yatırımlar güvenlik kapsamımızda olmalıdır.

Demokrasinin olgunlaşmadığı aldatılmış toplumlarda refah ve gelişme sağlanamadığı için yalnız devlet aygıtının değil, gerçek anlam da şirket ve sivil toplun örgütleri daha demokratik ve şeffaf hale getirilip, ortak akla katılım yolları açılmalıdır.

Dünya emek piyasasına Çin ve Hindistan in yarattığı tehdidin etkilerinin azaltılması için demokratik, bilimi gözeten sendikalar geliştirilirken, işveren ve sendikaların ulusal çıkarlar doğrultusunda, kalite ve verimliliğin artırılmasına yönelik diyalog, proje üretme platformu oluşturulmalıdır.

Türk sermayesi kamusal alanda talep ettiği toplumun tüm kesimlerinin katılımı ve denetimini gerektiren demokratik taleplerini, kendi müesseselerinde de hayata geçirmelidir. Şirket politikalarının toplumların geniş kesimlerini etkilemesinden hareketle, Murat BELGE, Enis BATUR vb gibi düşünce, kültür insanlarına, Türk sermayesi, özel dostlukları ve yemekli toplantılar dışında, yönetim kurullarında da yer vermelidir. Kurumsallaşma konusunda samimi olduklarına inanmak istediğimiz halka açık şirketlerin, büyük hissedarlarının aile bireylerinin yönetim kurullarında yer almaları ise tek kelime ile hazin bir durumdur.

Türk sermayesi Ali SABANCI'nın söylemiyle ‘Biz çalışanlarımızla bir aileyiz, bir ekibiz’ iddiasında samimiyse küresel finans, ticaret, hukuk ve çalışma ekonomisine hâkim çalışanları temsilen sendikaların önereceği yetkin veya akademisyen kişileri yönetim kurullarında görevlendirmelidir. Bu yaklaşım ENRON ve UZAN rezaletindeki gibi yönetici teknokrat kadrolara karşı çalışanlar kadar, toplum ve hissedarlarında yararına olup, çalışma barışını tesis edip ve verililiği artıracaktır.

Hakkını vermeliyiz ki olumsuzluklar içinde ilerici bir mekanizmayı kurmayı ve başarıların oluşmasına çabalayan kısmen de olsa muvaffak olan bir avuç müesseseyi kutlamalıyız.

Türk sermayesinin görünen resmini okursak, kendini belirginleştiren bir avuç kurum hariç, çokça ulusal sınırları aşamayan sermaye oligarşisi, siyaset, mafya tik siluet ve hoyratça talan edilen bu sofradan nemalan maya çalışan organize karakterlerin ironik ve hazin metniyle karşılaşıyoruz.

Türk sermayesinin çoğu kurumlarımız gibi, örgütleri bazında tüm kesimlerini demokratik katılımı sağlayacağı bir devrime ihtiyacı var.

Önemli soru, bir imparatorluğun küllerinden, Tanzimat döneminin zor yıllarının, bir ulusun toplumsal bilincindeki travmasını sağaltan, Anadolu ihtilalini gerçekleştirenleri örnek alacak, iş dünyasının da ülkemiz gibi hala izlerini taşıdığı travmaya rağmen, kendi ihtilalini hangi güç ve kadroları yönetecektir.

Açıktır ki Türk ekonomisinin bunu gerçekleştirecek finansman ve sermaye, entelektüel birikim, teknik imkân ve kadroları, idari ve organizasyon açısından kurumları, bireylerden bağımsız olarak mevcuttur.

Önemli olan, var olan kaynakların akılcı en verimli kullanıldığı rejimi kurumlarıyla işler kılmaktır. Var olan durağan potansiyeli kurumsal ve bireysel küçük adımlarla olsa da sinerjiye çevirmektir.

Açıktır ki her devrimin düşünce, lider ve kadrolarını yıkılacak düzen doğurur ve görevlendirilir.

KURUMLARIN VE EMEGİN REKABET ALANI

Küreselleşmenin geri döndürülemez sürecinde, yarattığı sorunlar yanında, getirdiği büyük fırsatları kavrayan ve geleceğin ülke ve şirketlerimize dayatacağı koşuları iyi okuyan bir yapıyla geleceğe hazırlıklı olunmalı.

Türk şirketlerinin ve insanının rekabet ve mücadele alanı Avrupa ve küresel alandır. Hissedarından, yöneticisine, idari kadrolarından, teknisyenlerine bu alanda kendini kabul ettirecek donanıma ülkemizi hazır kılmak zorunluluğu kaçınılmazdır. Küreselleşmenin her alanında iktidar mücadelesi veren kurum ve insan gücünün, iktidarının istikbali küresel alandaki rekabet yeterliliğine bağlıdır.

Küresel güç olmanın gereğini oluşturacak kurumları besleyecek, araştırma, geliştirmeyi, düşünce ve bilgiyi üretip, yayacak, küresel alanda kurumlarımızın hukuksal alt yapısını oluşturacak, teoride ve pratikte donanımlı, dil yeterliliğiyle küresel alanda rakipleriyle mücadele eden, insan kaynağımızı yetiştirecek, idari ve teknik yüksek araştırma üniversitelerini ülkemize kazandırmak geleceğe yapılacak en büyük yatırım olacaktır.

Türkiye gerçekçi olursa, imkânsızı başara bilir.

GELECEK UZUN SÜRER...

Sosyal antropolojinin ışığında anlıyoruz ki; insanlar geçmişte edindiği inanç ve ritüelleri kolay silip atamıyor. Büyük gelişmeler yaşasa da insanlık, kendisi var olduğu sürece ilkel budalalıklarını devam ettirecek. Bu geçmiş zamanın şimdiki zamanı, şimdiki zamanın gelecek zamanı belirlemesinin sonucudur.

Bizi biz eden kimliklerimizden, biraz kendimizi sıyırabilmeyi başardığımız an, birey olarak Tarım Devrimi, Sanayi Devrimi gibi gelişmeler sonucunda oluşmuş yapılar tarafından nasıl kuşatıldığımızı görebiliriz. İnsan için yaşamın inşa ettiği, bireyin yıkamayacağı, Ali Şeraiti’nin ifadesi ile "İnsanın Zindanları" olan yapıları, biran yıkabildiğimizi düşünürsek, bizi biz eden en temel aidiyetin yerküre ve evren olduğunu şaşkınlıkla görürüz.

Yaşamın oluşumundan buyana diyalektik bir süreç olarak, yaşamın her alanında yüzleştiğimiz iktidar mücadelesi, en temel aidiyetimizi çarpıtıp, gizlese de, iktidar mücadeleleri diyalektik gelişimin gölgesinde oluşacaktır.

Dış ticaret yapmayan ve kendi ekonomisi ile ileri refah yaratan, yeryüzünde bir ülke olmadığına göre, sadece ulusal boyutta bir makro ekonomi yerine tüm ekonomik yapıları derinden etkileyen, tek ekonomiden söz etmek daha doğru olacaktır. Bilişim teknolojilerindeki son gelişmelerinde etkisi ile artan küreselleşme eğilimleri ile birlikte ülke ekonomileri, birbirinden kolayca etkilenen bir yapıya dönüşmüştür. Bu bağlamda tek tek ulusal ekonomilerin dengesinin sağlanması, yerini dünya ekonomisinin genel dengesinin sağlanmasına önem kazandırmıştır.

Gezegenler arasında veri transferinin üzerinde önemle durulması gereken bir dünyada, insanlığın yerküre dışında şimdilik bir alternatifi olmadığına göre, ihtiyaçlarını yerkürenin kaynaklarıyla karşılamak ve nispi de olsa paylaşmak zorundadır.

İktisadın amacı; en temel ve basit kuralı ile kaynakların ihtiyaçları en verimli düzeyde karşılayacak şekilde kullanarak, dengeye gelmiş bir ekonomi yaratmaktır.

Biliyoruz ki; hayat ne yalnız ekonomiden ibarettir, nede teorik bir basitliktedir. Birçok nedenden ötürü hiç kimse dünya ekonomisinin dengede, kaynaklarını en verimli şekilde kullanan ve nispi de olsa eşit bir paylaşım içinde olduğunu söyleyemez.

Küreselleşme ve uygarlık olgunlaşmamış aşamalarından daha ileri tezahürlere yönelince, çok daha törpüleyip ufalayacaktır, inanç ve ön yargılarımızı. Bu törpülenişe otoriter devlet anlayışını zihninden silemeyenler, ahbap çavuş özel sektörü ve onun siyaset esnafı da direnemeyecektir. Gelişmelerden; evrensel normlardan başka, kolay hayat kurabileceğini sanan, budala yığınlarda payını alacaktır.

Küresel bir kurum olan ekonomi aygıtı ve dili, insanlığın geleceğini uzunda sürse birçok kez düzenleyecektir. Gönül bu değişimlerin, dramatik sonuçlar doğuran, çıkar çatışmalarının yaşanmadan gerçekleşmesini isterdi. Ne yazık ki iktidar mücadeleleriyle, bunun mümkün olmadığını biliyoruz.

Küreselleşme karşıtı Kuzey Ülkelerindeki muhalefet de, kaçınılmaz büyüme gerekçesiyle, dümen suyuna uzun vadede uyacaktır. Aklı başında hiç kimse, yerküreyi ilgilendiren sorunlar karşısında duyarsız kalamaz. İlgisiz ve bağımsız kalacağını sanan kurum ve toplumlara da, tarihsel gelişim bedelini ödetir.

Stefan Zweig’in ifadesiyle, şimdiki Dünün Dünyası’n dan hızla ileri gitmekteyiz. Tarım Devrimi ve Sanayi Devriminden sonra, müthiş bir teknoloji, bilişim, biyoteknoloji, siyaset ve finans devriminin içindeyiz. Her değişimin kazananları ve kaybedenleri olduğu

gibi, bu değişime hazırlıklı olanlar, yaşam alanını yerküre kabul edip, geleceği bu öngörüye uygun planlayanlar, kazananlar olacaktır.

Geleceğin dünyası yaşadığımız dünyadan daha yaşanılır, ama sorunsuz olmayacaktır. Yerküreyi açlık, kirlilik, nüfus artışı, eşitsizlik gibi büyük tehlikeler ve acılar beklese de, insanın yaşama tutunma refleksi uzun vadede galip gelecektir.

Nispi de olsa insanlık; dünyanın ürettiği refahtan daha adil pay alacaktır. Daha incelmiş siyaset kurumu ve erki ile muhatap olacaktır. Geleceğin dünyasında insanlık şimdiye oranla daha adil sermaye, emek ve hammadde kaynaklarını sakınmadan kullanacaktır.

Yaşam ve mücadele alanını yerküre olarak gören ve geleceğini buna göre planlayan, sivil toplum örgütleri daha etkin ileri bir organizasyon ve yönetim yapılanmasıyla, küresel politikalara şekil verebilecektir.

Devletin ele geçirilmesinin bir cazibesi kalmadığı günümüzde, ezilen büyük yığınları temsil edecek kesimler, ulus aşırı şirket ve fonların yönetiminde söz sahibi teknokrat ve örgütler oluşturacaktır. Bu yapılanmalara izin veren kurumlar, geleceğin kurumları ve varlıklarını sürdüre bilmiş olacaklardır. Vahşi kapitalizmin kurumlarının günümüzde yaşam şansı nasıl imkânsızsa, değişime direnen kurumların gelecekte var olması o kadar imkânlıdır.

Bu gerçeği görmek için ülkemizin ve şirketlerin yabancı ortaklarının kulak çekmesine ve vaazını dinlemeye ihtiyaçta yoktur. Toplumun çıkarına olan, kurumların, şirketlerin ve insanında yararınadır. .

Teknolojik gelişmelerin sonucu, çalışma saatleri düşerken, çalışanların verimliliği artacaktır. Çalışanların kendine daha fazla zaman ayırabilmeleri de insanlık adına, beşeri kalkınmada epey yol almayı sağlayacaktır. Doğaldı ki boş vakit hizmet sektörü nede çok yarayacaktır.

Louis Althusser’in ifadesiyle "Gelecek Uzun Sürer" komplo teorilerine kapılmadan üretilen gerçeklerin imkanları ışığında geleceğe donanımlı yol almalıyız.

 
Toplam blog
: 35
: 862
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

İktidara mesafeli, Derrida ve yapısalcılara meyilli. İflas etmekten bunalıp, iktisat ve finans pı..