Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '08

 
Kategori
Blog
 

Büyükada Büyükada olalı böyle zulüm Görmedi.

Büyükada Büyükada olalı böyle zulüm Görmedi.
 

Kafilenin sonu adadan ayrılırken.


Evveeet;
Herkesler yazmaya başladı Büyükada izlenimlerini, şimdi sıra bende.
Ben her ne kadar bu aralar aşktan, çiçekten, böcekten, güneşin ışıltısından, kalbimin sıcağından bahseden yazılar yazmaya heves etsem de (Büyükada'yı anmadan bu muhabbetlere giremeyeceğimi bellediğimden) vazcayıyordum kaç gecedir.
Bir kaç gündür içimde bir şair ve bir yazar kavgaya tutuşmuş durumdalar bilesiniz. Biri diyor ki ''Şiir dediğin özeldir kardeşim. Bir cümleyle bin şey anlatırsın adama. Düz yazıyla yaptığın şey bir araba lafla insanı yormak! Hoca'nın keçiboynuzu tanımı gibi yani. 'Bir dirhem bal için bir çeki odun çiğnetme millete' ''

Öte yandan içimdeki yazar, şaircazımı paylıyor:
''Sen hele bir benden duyacağın kelimeleri özümse, içlerinden yazının duygusunu sök çıkar. Gönlünden süz, sonra konuşursan konuş. Herkes sırasını beklesin. Ben hikayemi anlatırım sonra sen istersen süsleyip özetlersin karrdeşim'' diye.

Yani bir kavga bir kıyamet ki sormayın gitsin. Olan arada bana oluyor.
Tam aklıma bir dize düşüyor, yazarım engelliyor. İki cümle kuruyorum, şairim kızıyor. Ne diyeceğimi de unutturuyorlar bana!
Hele ki Büyükada seyahatinden sonra bu kavga daha da alevlendi.

Adada o kadar güzeldi ki her şey.
Yeni yüzler, yeni sesler ama yeniliklerine inat, kırk yıldır tanışıyormuşçasına sıcacık, candan bir samimiyet. Demek ki satır arkası bir sıcaklık yakalayabiliyormuş pekala insan blog sayfalarında.

Candan samimiyet deyince Cansın geldi aklıma. Adı gibi hatun vallahi!
Biz Heybeli'de olamadığımız için (her gece) mehtaba çıkamadık belki ama (Ebru) Cansın'ın bakır renginde incecik aya bakıp bakıp, ikide bir ''Ayyy! Çok güzel yaa! Çeksene şunun fotoğrafını. Rengine bak Leyla! Ayy harika'' diye ünlemelerinden mehtabın en baba halini görmüş kadar olduk Heybeli'ye komşu kocaman adada. Duyan da elimde teleskopla dolaştığımı falan sanacak. Dandirikten bir dijital fotoğraf makinam var elimde oysa. Zoom yapmaya kalktığımda makinanın kendine hayrı yok zaten! Kim görecek o karanlık karede aydedeyi, kim farkedecek bronzluğunu. Ama Cansıncığımı kıramadım ve çektim bi kaç kare. Aşağıya da koyacağım fotoğrafı. Merak eden büyüteçle bakıp (üzerine fener tutmasında da fayda var) aydedeyi seçebilir. Cansın da bu kıyağımı unutmasın bu arada!

Çalışkan Adem'i de katmalı yeni yüzlerden eski dost sıcaklığını hissettirenler kervanına.
Arkadaş biraz kafadan kırık olsa da zarar yok! Henüz tehlikeli olacak boyutlara ulaşmamış çatlaklığı. Ama böyle giderse (kendisi toplumdan tecrit edilmek zorunda kalacağı için) bir psikiyatri kliniğinin yemyeşil bahçesindeki banklara yan yana oturup, ziyarete elimiz boş gitmeyelim mahiyetinde yanımızda götürdüğümüz meyvaları soyup soyup yedireceğimiz günler yakındır!
Takmış kafayı adam ''Sizi kapatacağım hatunlar! Hepinizi çarşafa sokacağım avratlar! Erkeklere beş odalı evler, evin dört odasına da birer çıtır hatun vereceğim'' diye bağrınıp duruyor. Sırf bağırsa neyse! Bir de sandalye tepelerine tüneyip, nutuk atmak suretiyle yapıyor ki bunu; bir gün düşecek müşecek, bi taraflarını kıracak maazallah!
Ama endişelenmeyin. O kadınları kapatamadıysa da, benim sivri dilli-pervasız Gülizarım, kendi başındaki kırmızı yemenisini söküp sarıverdi Çalışkan Adem'in kafasına! (Çalışkan Adem'miş! Hıh! Adından utan bari adından!) Lafla çalışkan olunmaz öyle arkadaşım! Bak, senin çenen işliyor ama Güllizarım hiç konuşmadan, direk icraat yaparak çalışıp örtüyor sen gibileri, n'aaaber?!!

Gülizar demişken aklıma bir yeni yüz daha geldi; Dilek.Ç
Bizim Güllü sözde fal bakacaktı, o amaçla takmış takıştırmış, Büyükada'ya uğramıştı ama orada Dilek.Ç kızımızın ustalığını görünce, kendisinin nasıl da ''fasulyeden'' fal baktığı anlaşılmasın diye bol bol geyiğe sardı milleti. Kabak da Çalışkan Adem'in başında (!) patladı işte böyle. O Dilek kızımızı da pek gözüm tutmadı laf aramızda. Sıraladı yalanları arka arkaya, sonra da ''Ben herşeyleri bilirim'' edasıyla kurum kurularak dolaştı durdu ortalarda. Miniminnacık da bişey zaten kendisi. (Farkedilmiyor ya ortamda, dikkat çekmek için yaptı kanımca o afra tafraları.) Bi hava, bi hava... Görmeniz lazımdı arkadaşlar, soğuk nevalenin teki kendisi. Bir tebessüm etmez mi insan, minnacık da olsa bir gülümsemez mi? (Ağzını kapatmadıysa ben n'apiim yani! Allah Allaaah! Gülmekten sanıyorsunuz ama bence çenesinden o çenesinden) :)

Yeni yüzlere devam...
Sessiz Çığlık (Yüksel Hanım) da yeni tanıştığım yüzlerden ama seslerden diyemeyeceğim. Ses yok çünkü hatunda! Ses denemez ona, olabilemez! Başka garip bir şey bu! Ses varmış gibi çığırıp durdu bütün gün.
Ses yok anladık,bari kulak olsa! O zaman amenna diyeceğim. ''Ses yok, bari kulağı iyi! Sesleri doğru basıyor, fevkaladenin fevkinde buluyor notaları, kısmen icra ediyor'' diyeceğim ama nerdeee?
Hem insan biraz adına yakışır değil mi arkadaşlar? Hem adın ''Sessiz Çığlık'' olacak hem de sesin olmadan, usul bilmeden bağıra çağıra şarkı söyleyeceksin! Bu nası sessizliktir, bu nasıl iştir anlamadım. (Anlamadığım bir şey de, neden hu kadar fesatlanıp, çatır çatır çatladığım)

Amaaaan! Bir de Güzaltı mıydı Güzüstü müydü neydi? Silik mi silik bi tip vardı ki görmeliydiniz. Asosyal bişey!
Geldi, mıhlanıp yerine oturdu. Sırf sandalyesine mıhlansa neyse, ağzını da mıhladı, tek kelime etmedi. Sesini bile duyamadık bütün gün. Soğuk nevalenin tekiymiş o da! Hiç okumadıydım kendisini daha evvel (yalan) ve eve gelince sırf gıcık aldığımdan bi göz atim dedim yazılarına (yalan) ve baktım ki okumamakla pek de bişey kaybetmiş sayılmazmışım! Bi şeye benzese bari yazdıkları (Kocaman YALAAAAAAAN)!
İki kelimeyi yan yana koyanı blog yazarı yapıyorlar, sinirlerimi zıplatıyorlar durduk yere! İnsan yazdı mı biraz kallavi yazmalı canııım. İçini doldurmalı. Sağından solundan biraz edebiyat katmalı!
Hem aşktan meşkten bahsedeceksin, hem de ‘’Manda yuva yapmış söğüt dalına’’ türküsünü çığıracaksın! Olmaz! Olabilemez!
Madem burada bir ortama girdin, kalk, insanlara bi selam ver, bi sokul, ağzını açıp iki kelime et! Ortaya çık, oynamasını bilmesen bile iki dön şöyle! Nerdeee? Dedim ya? Mıhlandı kaldı ha’mfendi.
Hem o kızın gözü göz değil, anladım ben! Çok kıskandı aşkımı! Oturduğu yerden aşkımız bozulsun diye büyü falan mı yapıyor acaba diye kıllandım bi ara. Çünkü baktım; elinde bir peçeteyi büküp bez bebek gibi yapmış, iğne niyetine sağına soluna kürdanlar sokuşturuyordu. Ama terbiyeli olduğumdan ağzımı açıp da ‘’gık’’ demedim dostlar, sitemizin adına yakışır şekilde hanımhanımcık oturdum ben. (Duy da inanma)

Adı bile soğuk kızın baksanıza! Güz! Ne o öyle? Güz!
Hepimizin keyfini frenlemeye gelmiş besbelli! (Gerçekleri fotoğraflar konuşacak Nazanım. Nasıl kudurduğunu, efeler gibi dizlerini vura vura nasıl oynadığını ve oynayana kadar müzisyen amcaya sıkıntıdan nasıl kalp spazmı geçirttiğini, dişlerinin arasına güller sıkıştırıp nasıl İspanyol dansları yaptığını, motorun kaptanını ayartıp- fesatlığından- Titanik pozları verdiğini, hepsini ama hepsini fotoğraflarla konuşturacağım. Yandın kızım sen)

Haaa!..
Bir de Cansın Erol Hanım(efendi) vardı ki; hayallerimi yerle yeksan etti. İnsan, sanata yakın duran insanlarda biraz zerafet, biraz naiflik arıyor canıım! Cansın Erol hanımda nerdeeeee?
Nasıl kaba, nasıl duyarsız anlatamam!
Bir de ''şiiir yazarı şair''miş kendisi! İnsanın şiiir yazması için kalbinin azıcık hassas olması lazım, hayatı hissetmesi, yüreklere yakın durması lazım! Yok anacım, yok! Var bu işte bir terslik!
Hem orda ortama girmişsin, insanların arasına karışmışsın! İnsan azıcık kibar olur değil mi?! Utanmasa hepiciğimizi sıra dayağına çekecek.
Çok tırstım kendisinden. Henüz 20'li yaşlarında capcanlı bir genç kız olmasına rağmen ruhu yaşlanmış hatunun, ruhu!.
Sanırsınız altmışlarına gelmiş, görmüş geçirmiş de millete akıl veriyor! ''Senin daha yaşın kaç, başın kaç hanım kızım?'' demezler mi adama! (Öpüyorum o dipdiri ve aydınlık yanaklarından ve 41 X 41 kere ''Maaaaaşallaaaaaah'' diyorum. Çatladım fesadımdan azıcık da o bakımdan bulaşmaktayım kendisine. Neşe'm nasıl ki omuzlarıyla döverse herkesi, Cansınım Erol'um da hanımefendiliğiyle döver vallahi! O kadar kibar ki Erol yerine Erôl diyesim geliyor aklımdan geçirdiğimde. 'O' harfini inceltmeden söylersem kabalık yapacakmış gibi hissediyorum ve vallahi de billahi de abartmıyorum!) :)))


Ooo hoo..
Yenileri tek tek anlatmaya kalktığımda blog bitmeyecek ve yazımın uzunluğunu görüp tırsacak millet okumaktan!
Zeki Etferat ve eşi, Rosemooon, Matilla, Kevser Şekercioğlu ve kızı, Adem’in tayfa, Güher, Kendimce, Nilgün, Karga ve Kargaliçası, Bahtsız Juliet, Murat Kocaadam (hakikaten kocaman haaa) ve diğerleri... ( Atladıklarım n’olur affetsinler. Şaklabanlık yapmaktan isimlere konsantre olamadım da pek.)

Burda isimlerini tek tek sayamayacağım tüm yeni yüzler ve yeni seslerden özür dilerken, daha önceden tanışmış olduğum Özocuğum(Beenmaya) ve arkadaşı Enes, Meral Yağcıoğlu ve babası, Ruksan İldan, Z.Gülay Kibaroğlu, Bülent Göncü ve Yeşim, Sema Çürük, Yağmur Zamanı, Gül(ün İçinden) ve eşi Serhat ,''Eppiniz poroğramımıza iyi ki geldiniz beya'' diyorum.
Hepsini ama hepsini yaşamak çoook keyifliydi.

Neşe(Evrim) gurumuzu anlatmıyorum zaten. Bilenler biliyor; ‘’O, anlatılmaz yaşanır!’’ Omuzlarıyla döver Neşe’m herkesi bi kerem be ‘’Gerizekalının başkanlarıııııııııı!’’

(Kendisi ayrıcana, gecenin en güzel omuzlu kadını seçildi ve verdiği pozları da ben makinamnan bizzat tespit ettim. Aşağıda görebilirsiniz efenim)
Ayrıca dönüş akşamı motorda, kendisinin ayaklarının da en az omuzları kadar güzel olduğunu fark eden Ruksan, karşısındaki bu muhteşem güzelliğe daha fazla dayanamayarak, Neşemin ayaklarının güzelliğini belgelemek ve ölümsüzleştirmek için bol bol fotoğraf çekti. (Ben de çekerken onu çektim ama n’aabeeer?!)

Bi ara da baktım ki; ayaklar çok güzel sıralanmış, ‘’Hadi bari herkesin ayakları bulunsun’’ dedim ve çaktırmadan fotoğrafladım dizi dizi ayakları.
Toplantıya dair eksik kareler (Güllizar ve örtünmüş Adem, vs) maalesef aşkımın makinasında. Aldığım zaman ekleyeceğim galeriye..

Buluşmamızın fikir annesi ve en kalabalık katılımlı toplantının ev sahibesi Sema Şener’i unuttum sandınız dimiii? Yemezler! Unutur muyum ben onu hiç?
Hem (şarkıların da dediği gibi) ‘’Sen unutulacak kadın mısın Semoşum?’’

Kokoşumu assolistimi özellikle en sona sakladım. O sadece kuru bir teşekkür değil teşekkürlerden bir demet hak ediyor çünkü.
Çabasıyla, gülen yüzüyle, sıcacık kalbiyle, en çok ama en çok da; bütün koşturmasına ve telaşına rağmen ‘’kokoşluğundan hiç taviz vermemesi’’ ve tüm yorgunluğuna rağmen ortalıklarda neşeli göbecikler attırmasıyla Semoşum Şenerim, kocaman bir TEŞEKKÜRü ve övgüyü ayrıca hak ediyor. (Saçların da her zamanki gibi çok hoştu fıstığım, boşuna evham yaptın!)


Anlaşılan o ki, bu arkadaşlık ve gönüldaşlık yumağı, kar topunun yuvarlandıkça büyümesi gibi her seferinde giderek daha da büyüyecek. Sanal dostluklar gerçek dostluklara dönüşecek ve bu ekranlarda kelimelerin göze hitabı, seslerin kulağa fısıldanışı halini alacak; kâh telefonlarda, kâh özel görüşmelerde, kâh büyük buluşmalarda. Ve iyi ki de olacak bunlar. Hepsi insana, hepsi bize dair çünkü!

Sırada İnönü var. (Umarım İnönü toplantısında patronumu ikna edebilirim ve umarım (geçen sefer ki gibi) bir son dakika golü yemem!)

Bekle bizi İnönü!

Not: Adresleri topladığım kağıt ya rüzgarın gazabına uğradı ya da garsonlar masadan toparlayıp götürdü. Fotoğraf edinmek isteyen arkadaşlar bana mesaj kanalıyla mail adreslerini tekrar ulaştırsınlar pliiiiz.

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..