Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler için Öyküler; 'Kelebek Kadın'

Büyükler için Öyküler; 'Kelebek Kadın'
 

'Kurtların kendi tarzları vardır; Kim olduklarına göre yaşar ve oynarlar. Olmadıkları şeyi olmaya çalışmazlar.'
 
İçgüdüsel psişede beden, bir duyarga, bilişimsel bir ağ, -kalp,damar,solunum,hareket sistemi ve özerk sistemler ile duygusal ve sezgisel sistemler de içeren- sayısız ietişim sistemine sahip bir habercidir. İmgesel dünyada beden güçlü bir ilaçtır; bizimle birlikte yaşayan bir Tin, kendi başına bir hayat tapınmasıdır. Büyülü nesnelerle kişileştirilen bedenin, bu fani dünyada işitmek için, diğeri ruhu duymak için iki tip kulağa, biri normal görme için, öteki uzağı görmek için iki tip göze, kasların gücü ve ruhun görülmez kuvveti olmak üzere iki tür kuvvete sahip olduğu düşünülür. Beden konusundaki benzeri ikili anlatımların listesi uzar gider. Nasıl okuyacağını bilenler için beden, verilen hayatın, alınan hayatın, iyileşen hayatın canlı bir kaydıdır. Anlık tepkileri kaydetme, derinden hissetme ve ileriyi duyumsamaya yönelik açık yeteneğinden dolayı ona değer verilir.

Beden çokdilli bir varlıktır. Rengi ve ısısıyla, tanımanın heyecanıyla, sevginin parıltısıyla, acının külüyle, uyarılmanın ateşiyle, inançsızlığın soğukluğuyla konuşur. Kimi zaman iki yana salınarak, kimi zaman titreyerek, kimi zaman küçük adımlar atarak aralıksız süren ufak danslarıyla konuşur. Kalbin hoplamasıyla, şevkin azalmasıyla, kaygıların bastırılmasıyla ve umudun yükselişiyle konuşur.Beden anımsar, kemikler anımsar, eklemler anımsar, hatta küçük parmak anımsar. Bellek, hücrelere resimler ve duygular şeklinde yerleşmiştir. Suyla dolu bir sünger gibi, etin sıkıştırıldığı, burulduğu, hatta ona hafifçe dokunulduğu her yerde, bir anı nehir gibi taşarak dışarı çıkar. Bedenin, -müzik dinleme, sevilen birinin sesini duyma, belli bir kokuyu alma gibi- uyanıklık, farkındalık ve duyusal deneyim hallerind, bizi başka yerlere taşıma yeteneği vardır.

Beden, toprak gibidir. Kendine yeten bir arazidir. Aşırı yapılaşmaya, parsellere bölünmeye, kesilip koparılmaya, altının oyulmasına ve gücünün kırpılmasına her toprak parçası gibi duyarlıdır. Vahşi Doğa, bedenin, kültürün ve toprağın acı çekmesini asla önermez. Vahşi Doğa, biçimin dövülmesine asla rıza göstermez. Kadınların bedenlerine yönelik saldırı, onu bedeninde hissettiği doğal ritimden yoksun bırakır. Bedene ilişkin hissedilen yoğun kaygı, yaratıcı hayattan ve başka şeylerle ilgilenme gücünden yoksun bırakır. Bir kadının doğal bedeniyle arasındaki içgüdüsel yakınlığın yok edilmesi güvenini elinden alır. Ve 'Benlik değerini', kim olduğu üzerine değil, nasıl göründüğü üzerine kurar. Ve böylece özünde aç kalır. Kendisini kuşatan kültürden temel bir saygı görememenin açlığıdır bu aynı zamanda. Bu bir feryat yaratır; başkalarının onun bedenine yönelik saygısız yansıtmalarının sona ermesi için bir feryat! Bedendeki gücü, çoğu insan ete eziyet ederek ya da ondan utanarak, onu kovarak uzaklaştırır. Bu, ancak kendini kabullenme ve kendine değer verme tutumu ile değişir.

Kültürümüzün, bedeni sadece heykel gibi gören anlayışı yanlıştır. Beden mermer değildir, onun yapılma amacı bu değildir. Onun amacı, içindeki tini ve ruhu korumak, taşımak, desteklemek ve ateşlemektir. Bellek için bir depo olmaktır. Bizi, psişik besin olan duygularla doldurmaktır. Bizi kaldırıp yükseltmektir. Beden, bize zemin, ağırlık verir. Onu, tine yükselmek amacıyla süzülerek terk ettiğimiz bir yer olarak düşünmek yanlıştır. Beden, bu deneyimlerin fırlatıcısıdır. Beden olmasaydı eşikleri geçme duygusu olmazdı, yükselme duygusu olmazdı.

Beden, hayat boyu taşıdığımız bir yük hayvanı değil, sayesinde her türlü şeyi öğrenip bilebileceğimiz bir dizi kapı, bir dizi düş ve şiirdir. Vahşi psişede beden, kendine başına bir varlıktır; bizi seven, bize bağımlı olan bir varlık. Kimi zaman bizim anne olduğumuz, kimi zaman da onun bize anne olduğu bir varlık!

Mitlerle ve peri masallarında Tanrılar ve Büyük Ruhlar, kutsallıklarını gizleyen çeşitli şekillerde görünerek insanların kalplerini sınarlar. Cüppeler içinde, paçavralarla, gümüş kuşaklarla ya da çamurlu ayaklarla görünürler. Yaşlı ağaçlar kadar kara ya da pullu bir deriyle, narin bir çocuk olarak, limon sarısı gibi yaşlı bir kadın olarak, konuşamayan bir adam ya da konuşabilen bir hayvan olarak görünürler. Büyük güçler, tüm bu değişen şekilleriyle ruhun büyüklüğünü tanımayı henüz öğrenip öğrenmediklerini görmek için insanları sınamaktadır.

Kelebek Kadın
'Size, bedenin gücünü başka bir şekilde göstermek için bir öykü anlatmalıyım. Yıllar boyunca turistler, 'manevi döngü'yü (Anıtlar Vadisi, Chaco Kanyonu, Mesa Verde, Kayenta, Keams Kanyonu, Boyalı çöl ve Chelly Kanyonu) tamamlamak için acele içinde, büyük Amerikan çölünden yıldırım gibi geçtiler. Büyük Kanyon Ana'nın pelvisine şöyle bir bakıp başlarını salladılar, omuzlarını silktiler. Bir dahaki yaza tekrar çöle saldırmak için, biraz daha bakmak, seyretmek için evlerine koşturdular.

Tüm bunların altında insanların, zamanın başlangıcından bu yana tanrısal yaşantılara duyduğu aynı açlık yatar. Kimi zaman bu açlık abartılı düzeye çıkar, çünkü birçok insan atalarını kaybetmiştir. Çoğu zaman insanlar dedelerinden ve ninelerinden öncesinin adını bilmezler. Aile öykülerini kaybetmişlerdir. Tinsel açıdan bu durum, üzüntüye ve açlığa neden olur.

Yıllar boyunca turistler, New Meksiko'da ıssızlığın ortasında tozlu bir düzlük olan Puye'ye geldiler. Burada eski insanlar, bir zamanlar düzlükten seslenirlerdi. Çöl kabileleri, burada bir araya gelirler; çam ağaçlarına, geyiklere, kartallara; güçlü ruhlara geri dönmek için dans ederlerdi.

Buraya ziyaretçiler de gelir; bunların bir kısmı tinsel plesantadan kopmuş bir halde, oluşum mitlerinin özlemini çekerler. Eski Tanrılarını da unutmuşlardır. Unutmamış olanları izlemeye gelirler.
 
Puye'ya çıkan yol, at toynakları ve mokasenler için yapılmıştır. Ama zaman içinde otomobiller güçlenmiş, artık hem yerliler hem de ziyaretçiler buraya araçlarla gelmeye başlamışlar. Araç homurtuları ve dumanlar, yolu yavaş ilerleyen tozlu  bir geçit resmine çevirir. Herkes yamru yumru tümsekler üstüne park eder. Öğleye doğru düzlüğün yamacı, bin arabalık bir yığına benzer. Bazıları arabalarından çıkarken bitkileri kolaylıkla çiğneyip kendilerine yol açar; altı ayak boyundaki Hatmi çiçekleri ayaklar altında kalır. Ama yüzlerce yıldır Hatmi çiçekleri yaşlı demir kadınlar gibi orada durur; park eden arabalar ise onların arasında kısılır kalır.

Güneş, öğleye doğru kızgın bir ocağa döner. Herkes ateş kesilmiş ayakkabılarıyla zar zor yürür. Kimileri ağır kameralar yüklenmişlerdir, boyunlarında sarmısak demetleri gibi sarkan yığınla film kutusu asılıdır.
Ziyaretçiler, kutsal olanlardan küfür sayılanlara kadar her türden beklentiyle buraya gelirler. Kimsenin göremeyeceği bir şeyi, canlı bir tanrısallığı; Kelebek Kadın'ı görmeye gelirler.

Günün son olayı Kelebek Dansı'dır. Herkes büyük bir zevkle bu tek kişilik dansı bekler. Dansı bir kadın yapar. Güneş batmaya başlarken, göz kamaştırıcı, resmi turkuaz giysisiyle yaşlı bir adam gelir. Çaylak görmüş piliç gibi cıyaklayan hopörlerlerle 1930'lardan kalma krom mikrofona fısıldar. ''Ve bundan sonra dansımız, Kelebek Dansı olacak.''

20 dakika geçer. Dansçı, elbette her zaman arena yolu üzerindeki bütün akrabalarla konuşmalı, mutlaka küçük yeğenlerinin görüşünü almalıdır. Telaşlı bir merakla Kelebek Dansı'nı bekleyen herkes, bir yandan omuzları çıplak, yanaklarına pembe halkalar çizilmiş, eski kırmızı ve siyah giysileriyle dans eden Zuni kızlarının güzelliği ve kelebek kızlar hakkında gevezelik eder. Kol ve bacaklarına çam dalları bağlanmış bir şekilde dans eden delikanlıları överler.

Zaman geçer, geçer. Ve geçer. İnsanlar ceplerindeki bozuklukları şıngırtadırlar. Dişlerini emerler. Ziyaretçiler sabırsızlanırlar. Sonra beklenmedik bir şekilde davulcunun kolları kelebek ritmini vurmaya başlar ve şarkıcılar olanca güçleriyle Tanrılara yakarmaya başlarlar.

Ziyaretçiler için kelebek nefis bir şeydir. 'Ey kırılgan güzellik' diye düş görürler. Ve Kelebek Kadın zıplayarak dışarı çıktığında mecburen sarsılırlar. O, kocamandır, gerçekten iridir. Ve o, aynı zamanda çok yaşlıdır; topraktan geri gelen bir kadın gibi, eski nehir gibi yaşlı, orman sınırındaki yaşlı çamlar kadar yaşlıdır.

Omuzlarından biri çıplaktır. Kırmızı ve siyah elbisesi içinde zıplar. Ağır bedeni, çok sıska bacakları görünüşünü, şekere saplanmış, zıplayıp duran bir örümceğe benzetir. Kah bir ayağı üstünde zıplar, kah öteki. Kuş tüyü yelpazesini ileri geri dalgalandırır. O, zayıfı kuvvetlendirmek için gelen Kelebek'tir. O, çoğunun o kadar da kuvvetli olmadığını düşündüğü şeydir; yaşlılıktır, kelebektir, dişidir. Kelebek Bakire'nin saçları yere değer. On mısır demeti kadar kalındır ve taş grisidir. Ve okul oyunlarında melek olan küçük çocukların üstünde gördüğünüz türden kelebek kanatları takar. Kalçaları, iki kiloluk sağlam sepetler gibidir. Butlarının tepesindeki etli raflar iki çocuğun bineceği kadar geniştir.
Zıplar, zıplar. Bir tavşan gibi değil, geride yankılar bırakan adımlar atarak.. ''Buradayım, burada. Buradayım, burada. Seni uyandırmak için seni, seni.''

Yeryüzüne ve yeryüzünün insanlarına kelebeğin kozaklayan ruhunu yayar. Denizkabuğundan bilezikleri yılanlar gibi çıngırdar, zilli jartiyeri yağmur gibi çınlar. Kocaman karnı, küçük bacaklarıyla gölgesi, dans çemberinin bir yanından ötekine dans eder. Ayakları arasında küçük toz yumakları bırakır.
Kabileler saygılı ve ilgilidirler. Ama bazı ziyaretçiler birbirlerine bakarak homurdanırlar; ''Bu omu, Kelebek Bakire bu mu'' Şaşırmış, kimileri düş kırığına uğramışlardır. Tin dünyasının kurtların kadın, ayıların koca, iri kıyım yaşlı kadınların kelebek oldukları bir yer olduğunu artık hatırlıyor gibi görünmemektedirler.

Vahşi Kadın'ın, Kelebek Kadın'ın koca ve iri olması ve yaşlı olması yerindedir. Çünkü, o bir göğsünde gökgürültüsü dünyasını, ötekinde altdünyayı taşır. Sırtı, bütün ürünleri, besinleri ve hayvanları taşıyan yeryüzü gezegeni gibi eğridir. Boynunun arkası gündoğumunu ve günbatımını taşır. Sol kalçası bütün çadır direklerini, sağ kalçası dünyanın bütün dişi kurtlarını taşır. Karnı, doğacak olan tüm bebekleri taşır.
 
Kelebek Kadın, dişi dölleyici kuvvettir. Tıpkı ruhun gece düşleriyle döllenmesi gibi, tıpkı arketiplerin dünyevi dünyayı döllemesi gibi, o da polenleri bir yerden başka bir yere taşıyarak çapraz dölleme yapar. O, merkezdir. Şuradan biraz alıp oraya koyarak, karşıtları biraraya getirir. Dönüşüm, bundan daha karmaşık değildir. Onun öğrettiği şey budur. Ruhun çalışma tarzı budur.

Kelebek Kadın, sadece eziyet çekenlerin, aziz olanların ya da sadece efsanevi güçleri olanların dönüşüme uğrayabileceği yönündeki hatalı fikri düzeltir. Benliğin dönüşmek için dağları aşması gerekmez. Biraz yeterlidir. Biraz çok yol kateder. Biraz, çok şey değiştirir. Dölleyici kuvvet, dağların hareketini alır.

Kelebek Bakire, yeryüzünün ruhlarının tozlarını savurur. Bu, düşündüğünüzden daha kolaydır, der. Kuştüyü yelpazesini sallar ve zıplamaktadır. Çünkü, orada olan herkesin, Yerli Amerikalıların, çocukların, ziyaretçilerin, herkesin üzerine tinsel polenler saçmaktadır. Bütün bedenini bir kutsama olarak kullanmaktadır; yaşlı, narin, kocaman bacaklı, kısa boyunlu, benekli bedenini... Bu, vahşi doğasıyla bağlantıda olan kadındır, içgüdüsel olanın çevirmenidir, dölleyici kuvvettir, onarıcıdır, eski fikirlerin anımsatıcısıdır. Kişileştirilmiş, Vahşi Kadın'dır.

Kelebek dansçısı yaşlı olmalıdır; çünkü yaşlı olan Ruh'u temsil eder. Geniş, kalçalı, etli butludur, çünkü çok şey taşır. Gri saçları başkalarına dokunmayla ilgili tabuları artık gözetmeye ihtiyacı olmadığını onaylar. Onun herkese dokunmasına izin vardır; oğlanlara, bebeklere, kadınlara, kız çocuklarına, yaşlılara, hastalara ve ölülere. Kelebek Kadın, herkese dokunabilir Her şeye dokunmak onun ayrıcalığıdır, gücüdür. Onunki Kelebeğin bedenidir.' *
 
 
 
*Bu öykü ve yorum, Clarissa P. Estes'in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır.
 
 

 

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..