Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler İçin Öyküler 'Altın Saçlı Kadın'

Büyükler İçin Öyküler 'Altın Saçlı Kadın'
 

Genel yaralar vardır, erkeklere özgü yaralar vardır, kadınlara özgü yaralar vardır. Düşük yapmak bir yara izi bırakır. Hangi yaşta olursa olsun evladını kaybetmek bir yara izi bırakır. Safdil seçimlerin sonucu olarak da yara izleri oluşabilir. Ne kadar psişik yaralanma türü varsa, o kadar yara şekli vardır. Ama bunlardan en zararlısı ve ölümcülü utanç verici bir sırrı taşıyan bir insanın aldığı yaradır!
 
Etrafı utanç, korgu, kızgınlık, suçluluk ve aşağılanmayla çevrilen sır malzemesini bastırmak, bilinçdışının sır bölgesine yakın olan diğer kısımlarının da çalışmasını engeller.  Bu türden bir sır saklamak, psişeyi büyük çerçevede olumsuz yönde etkiler. 
 
Bir kadın, sırrının üzerini ister kendi kendine dayattığı suskunlukla, ister kendisinden daha güçlü biri tarafından tehdit edildiği için örtmüş olsun; dışlanmaktan, istenmeyen bir kişi olarak değerlendirilmekten, kendisi için önemli olan bir ilişkinin bozulmasından hatta fiziksel zarara uğramaktan derin bir korku duyabilir. 
 
Bazı kadınların gizli öyküleri, apaçık yalan söylemiş olmakla ya da bilerek başka birine rahatsızlık verecek veya acı çektirecek bir kötülük yapmış olmakla ilişkilidir. Kadınların sırları genellikle kültürlerinin, dinlerinin ya da kişisel değer sistemlerinin bazı toplumsal ya da ahlaki düsturlarını ihlal etmek üzere yoğunlaşır. Bu eylem/olay/seçimlerin bazısı, özellikle kadınların özgürlüğüyle ilişkili olanlar, genellikle kültür tarafından utanç verici ölçüde yanlış kabul edilmişken, erkekler için bu durum söz konusu değildir.
 
Utançla kuşatılmış gizli öykülerdeki sorun, kadını temelde neşeli ve özgür olan içgüdüsel doğasından koparmasıdır. Psişede 'kara bir sır' bulunduğunda kadın, bu sırrın yanına bile yaklaşamaz ve onu hatırlatan ya da zaten süregiden acısını daha da şiddetlendiren herhangi bir şeyle ilişkiye girmekten kaçınır. 
 
Bu savunma manevrası sık görülür ve travmanın sonradan ortaya çıkan etkilerinde olduğu gibi, kadının dış dünyada neyi üstlenip üstlenmeyeceğine, neye gülüp neye gülmeyeceğine, nelere merak duyup nelere duymayacağına ilişkin seçimlerini de etkiler. Bu anlamda burada psişe, tuzağa düşmüştür. Artık, vahşi doğanın sevdiği şeyleri yapmak, olmak ve araştırmaktan uzaktır.
 
Genel olarak bu sırlar, büyük dramlarda görülen aynı temaları izler. Temaların çoğu acıklı hatalar(tutsak düşen bir yaratığın umutsuz hareketleri)  kategorisine girer; ihanet, yasak aşk, onay görmeyen merak, umutsuz eylemler, zorunlu eylemler, intikam ve öfke, reddedilem, kıskançlık, kabul edilmeyen arzular, plansız gebelikler, nefret ve saldırganlık, tutulmamış sözler, bir şeyin eksik kalması, kazara ölüm ya da yaralanma, kabul edilemeyen cinsel ilgiler ve hayat tarzları, cesaretin kaybedilmesi, ihmal, istismar, başkalarına ya da kendine zulmetme, sahne arkası müdahale ya da manipülasyonlar,vs.. Bu tuzaklardan kurtulmak için gidilecek bir tek yön vardır; insan, bir adaletsizlik yaptığında, bu konuda mutlak gerçeği söylemedikçe, bununla dürüstçe yüzleşmedikçe iyileşemez!
 
Sırlar da masallar ve düşler gibi aynı enerji kalıplarını ve hareketlerini izler. Ancak, sırlar kahramansı yapıya değil trajik yapıya uyar. 
 
Kahramansı yapı, bir kadın kahramanın yolculuğuyla başlar. Kimi zaman kahraman, psikolojik olarak uyanmamıştır. Fazla saftır ve tehlikeyi algılamaz. Kahraman, işe nasıl başlarsa başlasın sonunda birinin ya da bir şeyin pençesine düşer ve üzücü bir şekilde sınanır. Sonra zekası aracılığıyla ve onu gözetip koruyan insanların desteğiyle sınavdan geçerek daha da güçlenir ve büyür. Öğrenilen dersler, eşit ölçüde acı ve bilgelik içerir. Bunları geride bırakarak hayata devam etmek, derinlerdeki vahşi tinin bir zaferidir.
 
Bir sırrı kendi zararına saklamış olan, utanca gömülmüştür. Bu evrensel açmazda, arketipsel bir örüntü bulunur. Kadın/erkek, ya bir şey yapmak zorunda kalmıştır ya da içgüdülerin kaybından dolayı bir şeyin tuzağına düşmüştür. Genellikle bu üzüntülü durumu düzeltecek gücü yoktur. Bir şekilde yemin etmiş ve utanç içinde gizliliğe sığınmıştır. Sevgiyi, saygıyı, hayatını sürdürmesi için gereken temel şeyleri kaybetme korkusundan dolayı boyun eğer. Sırrı, daha da kapatıp mühürlemek için, onu açık edecek kişi ya da kişiler lanetlenir. Sırrı açık etmeye yeltenenler tehdit edilir.
 
Kadın olsun erkek olsun insanlara hayatlarındaki bazı olay/seçim/durumların özellikle de cinsellik, sevgi, para, şiddet ve/veya diğer zorluklarla ilgili olanların son derece utanç verici oldukları ve bu yüzden de bağışlanmalarının asla mümkün olmadığı öğretilmiştir! Bu korkunç bir yönlendirmedir ve doğru değildir. Bu gezegende ya da evrende bağışlamanın sınırlarının dışında olan hiçbir şey yoktur. Bir insanın yapmış olabileceği, yapıyor olduğu ya da yapabileceği hiçbir şey, bağışlamanın sınırları dışında değildir.
 
Benlik, kadınları/erkekleri/çocukları cezalandırıcı bir kuvvet değildir. Benlik, yaratıkların doğasını anlamaya çalışan vahşi bir Tanrıdır. Çoğu zaman 'doğru davranmak' zordur, özellikle de sezgi dahil tüm temel içgüdüler koparıldığında...
 
Sır arketipinde, sırrın asla ortaya çıkmaması gerektiğine inanan insan, psişenin bir parçasını sanki bir büyü, siyah bir ağ gibi saran bir şeyin ellerine düşer. Dahası, sırrı açık ederse, rastladığı tüm saygıdeğer kişilerin bir şekilde ona hakaret edeceklerine inanmaya başlar. Sırrın utancı kadar, bu tehlikeli inançlar da kişiye artı yük bindirir. Psişesinde iyileşmeyecek bir yara ile yaşamaya başlar.
 
Bu türden tehditler, yüreklerinde 'küçük ve kara bir mekan' barındıran insanlar için bir meşgale olabilir ama yüreklerinde 'sevgi ve sıcaklık' barındıranlar, sırrın konuşulmasına yardım ederler, çünkü bunun meselenin söz ve tanıklığa dökülene dek iyileşmeyecek bir yara meydana getirdiğini bilirler. 
 
Ölümcül sırrı saklamak, bir insanı kendisini sevecek, destekleyecek ve koruyacak olanlardan koparır. Yasın ve korkunun yükünü tamamen tek başına ve bazen bütün grup (aile ya da kültür) adına taşımasına neden olur.
 
Ölümcül sırrı taşıyan, kalbinin tam ortasında bir delikle yaşar. Jung'un dediği gibi sır saklamak bizi bilinçdışından da koparır. Utanç verici sırrın psişede bulunduğu yerde, kimi zaman 'ölü bir bölge' oluşur. Burası, kendisinin ya da başkalarının hayatlarında süregiden olayları gereği gibi hissetmez ya da derinden tepkiler vermez.
 
Ölü bölge, alabildiğine korunaklı bir yerdir. Sonsuz kapılar ve duvarlar yeridir; her biri yirmi kilitle kilitlenmiştir. Ayrıca sırlar da kaçmasın diye 'homunculuslar'(düşlerdeki küçük yaratıklar) her zaman daha fazla, kapı, daha fazla set, daha fazla güvenlik inşa etmekle meşguldurlar. Kafadaki bu mekanlar, o kadar kapalıdır ki ışığa ya da inayete tepki vermez. 
 
Ancak içgüdüsel doğayı atlatmanın yolu yoktur. O, insanın zihnindeki iplerle ve urganlarla üst üste bağlanmış olan karanlık bohçaların farkındadır. Tabii ki psişe, güçlü bir telafi ediciliğe sahip olduğundan, sır bir şekilde dışarı çıkmanın yolunu bulur. Eğer gerçek sözcükler şeklinde ortaya çıkmazsa ani melankoliler, aralıklı ve anlaşılmaz öfkeler, her türlü fiziksel tikler, kıvrılmalar, ağrılar, ansızın bir açıklama yapmadan sona eren, asılı kalan konuşmalar, film ve raklamlar karşısında ani ve tuhaf tepkiler şeklinde kendini gösterir.
 
Sırrının açığa çıktığını gören insan ne yapar? Büyük bir enerji harcayarak onun peşinden koşar. Vurur, bohçalar, onu tekrar delikten içeri, ölü bölgeye sokmaya çalışır ve daha güçlü duvarlar inşa eder. Son psişik mezarına yaslanır, derisinden kan sızmaktadır ve bir lokomotif gibi nefes alır. Bu tür bir sır taşıyan insan, tükenmiş bir insandır.
 
Aşağıdaki öykü; sırların doğasına dair bir öyküdür;
 
ALTIN SAÇLI KADIN
 
'Altın tozları gibi göz kamaştırıcı, altın gibi sarı ve uzun saçları olan çok garip ama güzel bir kadın varmış. Yoksulmuş, anne ve babası yokmuş, ormanda tek başına yaşıyor ve kara ceviz dallarından yapılmış bir tezgahta dokuma yaparak hayatını kazanıyormuş. Kömür yakıcısının oğlu olan kaba saba biri onunla zorla evlenmeye çalışıyormuş. Bunun üzerine kadın, adamı kandırmak için altın saçlarından bir kısmını ona vermiş.
 
Fakat adam, verilen altının parasal değil, tinsel olduğunu bilmiyormuş ya da buna aldırmıyormuş. Bu yüzden kadının saçlarını pazarda diğer mallarla değiş tokuş etmeye çalıştığında, insanlar onunla alay edip delirdiğini düşünmüşler.
 
Gece çöktüğünde, hiddetle kadının kulübesine geri dönmüş ve onu elleriyle boğarak cesedini nehir kıyısına gömmüş. Uzun bir süre kimse, kadının kaybolduğunu fark etmemiş. Kimse halini, hatırını ya da sağlığını sormamış. Ama gömüldüğü yerde kadının altın saçları uzayıp duruyormuş. Güzelim saçlar, kara toprağın yüzeyine doğru büklüm büklüm uzamış, giderek daha fazla düğümlenerek büyümüş ve büyümüş, yukarı doğru çıkmış ta ki kadının mezarı göz kamaştırıcı bir altın sazlık tarlasıyla kaplanana kadar.
 
Çobanlar flüt yapmak için büklümlü sazları kesmişler. Bunları çaldıkları zaman minik flütler şarkılar söylemiş ve bu şarkılar hiç dinmemiş;
 
'Altın saçlı kadın yatıyor burda,
cinayete kurban gitmiş ve mezarında
kömür yakıcısının oğlu kıydı canına
yaşamak istiyordu kadın oysa.'
 
İşte, altın saçlı kadının canını alan adamın bulunması ve dünyanın vahşi ormanlarında yaşayanların da tıpkı bizim gibi güven içinde hayatlarını sürdürebilmeleri için adalete teslim edilmesi bu şekilde olmuş.'*
 
YORUM:
 
Öykünün içsel mesajı çok derindir. Güzel ve vahşi kadının saçlarıyla simgeleştirilen hayat gücü, görünürde suskun ve gömülü bile olsa, büyümeye, yaşamaya ve bilinçli bilgiler yaymaya devam eder. Bu kesit aslında çok önemlidir ve sırların doğasına dair bize birşeyler anlatır. 
 
Öyküdeki sır, ormanda yaşayan kadının öldürülmesidir. Bu kadın, öyküde 'evlenmeyecek olanı(kore)' temsil eder. Kadın psişesinin bu yönü yalnız başına kalma isteğini gösterir. Bu mistik ve iyi bir yalnızlıktır. Kendi kendine kalabilen güçlü ve bütüncül bir benliğin işaretidir. Çünkü, 'kore', fikir, düşünce ve uğraşların ayaklanması ve örülmesinden hoşlanır.
 
Vahşi psişenin mucizevi yanı da budur; öldürülemez, yok edilemez. Bir kadın, ne kadar kötü öldürülürse öldürülsün, ne kadar yaralanmış olursa olsun, psişik hayatı sürer, yukarı doğru yükselip çıkar. Orada ruhani koşullarda, tekrar kendi tarzınca yüksek sesle şarkı söyler. O zaman verilen haksız zarar, bilinçli olarak kavranır ve psişe kendini yeniden onarmaya ve yenilemeye başlar.
 
Öykünün mesajı derindir; bir kadın, görünürde ne kadar cansız olursa olsun, hayat gücü büyümeye devam edecektir. Fikirlerimizin, yeraltında canlı kalıp büyümeye devam edebilmesi umut vericidir. Hayat, gözetleyecek, tırmalayacak ve zamanla yer üstüne çıkan yolu bulacaktır. Yaşayan bu güç, gömülmüş olan kadının bulunduğu yer ve şartlar ortaya çıkarılana kadar meseleyi kapatmayacaktır. Burda zamansız bir mesaj daha vardır; sırlar er ya da geç ortaya çıkarlar. Adalet, doğanın bizzatihi kendisinde vardır.  
 
Utanç sırları diğer sırlardan farklıdır. Bu tür bir sır, ortaya serilmeli, hoşgörünün hakim olduğu koşullar altında merhametli insanların tanıklığına sunulmalıdır. Bir insanın, utanç verici bir sırrı sakladığında, kendine yönelik suçlamalarının ve kendine çektirdiği eziyetin büyüklüğünü ve bunlara katlanmak zorunda kalışını görmek çok dehşet vericidir. Sırrı söylemesi halinde karşılaşacağını düşündüğü tüm suçlama ve eziyetler, kimseye söylememiş olsa bile, hepsi birden ona içerden saldırır!
 
Vahşi doğa, bununla yaşayamaz. Utanç dolu sırlar, insanın saplantılı hale gelmesine neden olur. Bu acı, hiç uyumaz. İnsanı utandıran bir sır, özgürce koşmaya çalışırken, onu bağırsaklarından yakalayan bir dikenli tel gibidir. Utanç sırları, bir insanın sadece zihinsel sağlığını değil, içgüdüsel doğayla ilişkisini de tahrip eder. Vahşi doğa ise şeyleri eşeler, görünür kılar, havaya fırlatır, kovalayıp uzaklaştırır. Gömmez ve unutmaz. Gömerse de neyi ve ne zaman gömdüğünü hatırlar.
 
Bir sırrı gizlemeyi sürdürmek, psişeyi derinden rahatsız eder. Sırlar, düş malzemesinde püskürür. En sık karşılaşılan düş imgelerinden bazıları; parlayan ve sönen ışıklar, düşgörenin yediği birşey yüzünden hastalandığı düşler, tehlikeden kaçamadığı düşler, yükses sesle bağırmaya çalışıp hiç sesinin çıkmadığı düşlerdir.
 
Düşler, zamanla vahşi doğamız aracılığıyla psişenin yüzeyine çıkar ve gerekli çığlığı atar; özgürleştiren çığlığı... Bir kadın/erkek sesini o zaman bulur, sırrı bir şarkıyla söyler. Haykırır ve işitilir. Böylece dayandığı psişik zemin, yeniden sağlamlaşır.
 
Bu ve bunun gibi öykülerin ana fikri, ölümcül sır olarak saklanan yaralara uygulanacak ilaçlardır. Bu tür öykülerin, cesaretlendirdiği, yol gösterdiği ve çözüm sunduğu doğrudur. Masal ve öykü bilgeliği denen şeyin altında yatan olgu, hem kadın hem de erkekler için sırlarla ya da başka türlü yollarla benlikte, ruhta, psişede oluşan yaraların, çoğu kişinin hayatının bir parçası olmasıdır. Ortaya çıkan yara izleri gerçektir. Ama bu zedelenmelerin çaresi, şifası vardır ve kesinlikle iyileştirilebilir.
 
Çoğu zaman başkalarını, kendimizin yaralanmış olduğumuz yerden ya da onun çok yakınından yaralarız. Kendimizi ve ilişkilerimizi,yani; kendi kendimizle iç dünyamızda kurduğumuz ilişki ve dış dünya ile kurduğumuz ilişkiyi şifalandırmak ve olumlamak istiyorsak eğer güvenilirliğine, şefkat ve merhametine, sevgi ve saygısına inandığımız bir grup insan ile küçük terapiler yapabiliriz. Sırları anlatırken, gerçek hissiyatımızı, bizi etkilediği şekliyle anlatmamız gerekir. Eğer dinleyen de bütün kalbiyle dinler, ürker, ürperir ama çöküp kalmazsa, orada bir kutsama gerçekleşir. Anlatan ve dinleyenin meseleyi küçümsememesi gerekir. 'Hayat zor', 'gerçekten de çok kötü' gibi yüzeysel dışavurumlar anlamsızdır. Samimi bir dinleme ve anlayış, karşılıklı şifa sürecini başlatan doğru yaklaşımdır. Böylece insan, özgün travma sırasında bulamadığı yardımı ve bakımı alarak utançtan kurtulmaya ve iyileşmeye başlar.
 
'Bunlar benim soyumun kadınları' ya da 'bunlar bana miras kalan kadınlar' diye başlamak iyidir! Kadınlar, ailenin kadın üyelerinin ve arkadaşlarının resimlerine bakıp derin bir sevgiyle tanıdıkları kadarıyla, her birinin öykülerini ve sırlarını ve bir kadının hayatındaki büyük sevinçleri, büyük incinmeleri, doğum acılarını, büyük zaferleri anlatmaya başladığında, birlikte geçirilen zaman boyunca daha fazla ilerlenemeyen pek çok an olsa bile birlikte dökülen onca gözyaşı, kuru rıhtımdan birçok gemi kaldırır ve hepimiz bir süreliğine birlikte uzaklara açılırız.
 
Burada değerli olan şey, temizlenmedir. Ailenin kirli çamaşırlarının herkesin gözü önünde yıkanmasını engelleyen yasak ironiktir. Çünkü 'kirli çamaşır' aile içinde bile asla yıkanmaz. Mahzenin en karanlık köşesinde ailenin kirli çamaşırları, kaskatı kesilmiş bir halde sonsuza kadar yatar. Bu tür şeyleri mahrem tutmak sürekli ve daimi olarak zehirlenmektir. Gerçekte bunun anlamı, insanın kendisine acı veren sorunlarla başa çıkarken ona destek olacak birinin bulunmamasıdır. Kişisel öykülerin çoğu, aile ve arkadaşların tartışmayı uygun bulmadıkları türden anlamsızlaştırdıkları meseleler haline gelir. Ya da yası paylaşmak istemezler. Onun yerine bir insanın eşi, ailesi, toplumu 'altın saçlı kadının yasını' paylaşacak olsaydı, hepsinin kortejde yer alması gerekirdi. Dolayısıyla, yük tek başına çekildiğinde, acı da yalnız başına çekilir. İşbirliği asla ortaya çıkmaz. 
 
Ancak vahşi doğa, ortamın tahriş edicilerden ve tehditlerden olabildiğince temizlenmesini, sıkıntı veren meselelerin olabildiğince azaltılmasını ister. Böylece, vahşi doğasına sahip çıkan kadının(erkeğin), sonunda özgür kalıp tamamen etkin bir şekilde yaşama atıldığı düzinelerce öykü ve masaldan yola çıkılarak genelleştirilen arketipsel öğütlerin incelenmesine dayanarak utanç dolu sırlar hakkında yapılması gerekenler şunlardır; 
 
'Gördüklerinizi görün. İçgüdüsel olarak çözümlemeye yetkin, güvenilir bulduğunuz birine söyleyin. Asla geç değildir. Yüksek sesle söyleyemeyeceğinizi hissediyorsanız yazıya dökün. Açılmasından korktuğunuz irin kutusunun dışarıda durması daha iyidir. Tercih ederseniz, sırlarla nasıl başa çıkılacağını anlayan bir terapist arayın. Bu kişi, suçluluk ile pişmanlık arasındaki farkı bilen, yas tutma ile ruhun yeniden dirilişinin doğasını bilen biri olmalıdır!'
 
Sır, ne olursa olsun artık ömür boyu yaşamınızın bir parçası olduğunu biliyoruz. Kefaret, bir zamanlar açılmış olan yarayı iyileştirir. Yine de orada bir yara izi hep duracaktır. Hava durumunun değişmesiyle yara tekrar ağrıyabilir, ağrıyacaktır da.. Gerçek bir yasın doğasıdır bu!
 
Biz yas tutarken vahşi doğamız, içgüdüsel benliğimiz bize sarılacaktır. O, çığlıklarımızı, iniltilerimizi, ölmeden ölme isteklerimizi taşıyabilir. En iyi ilaçları en kötü durumdaki yerlerimize uygular. Bizim acımız için acı çeker. Kaçmaz. 
 
Ve öldürmeyen yara, iyileşebilir! İnsan, bir savaştan güçlenmiş olarak çıktığında, ömür boyu savaşmaya gerek olmadığını görür. Huzurun ve barışın kıymetini bilir ve bu huzurun iç dünyada barış gerçekleştiğinde geldiğini bilir. 
 
Ölümcül sırlar yüktür. Yük, ilerlemeyi ve gelişimi durdurur. 
 
Psişe ise olduğu haliyle donanımlıdır; vahşi doğanın sularına açılmamızı bekler o! Korkmayı değil yüzleşmeyi, pasif olmayı değil cesareti, kendine saklamayı değil paylaşmayı, soruna değil çözüme odaklanmayı seçtiğimizde vahşi doğamızın seçimlerini yeğleriz. Yol, budur. Bunun yöntemi budur. Kaybolmaya gerek yoktur!
 
 
*Bu öykü ve yorum, Clarissa P. Estes'in 'Kurtlarla Koşan Kadınlar' kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır.
 
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..