Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler İçin Öyküler 'Elsiz Kız'

Büyükler İçin Öyküler 'Elsiz Kız'
 

' Sezgiye sahip çıktığımızda yıldızlı göğe benzeriz.'
 Clarissa P. Estes

Çekirdek benlik/içgüdüsel benlik hem iyileştirici hem de hayat getiricidir. Vahşi doğa, tüm insanların sağlığıdır. Yabanıl olan prototip olandır. Hangi kültür, hangi çağ, hangi politika olursa olsun bu değişmez. Döngüleri değişir, simgesel temsilcileri değişir ama özünde o değişmez. Vahşi doğa bütünleyicidir. İnsanın esas ve gerçek doğası budur.Ve bu doğa sezgi ile çalışır.

Çalışmalar tamamen kişilere göre ayarlıdır. Çünkü insanların her birinin ayrı yaradılışta olduğu doğrudur. Bütün insanların çalışmalarına temel oluşturan etkenler şunlardır; soru zaanatı, öykü zanaatı, el zanaatı.. Tüm bunlar değerli vahşi benlik ile yakınlaşmanın ortaya çıkmasını sağlar. Vahşi doğa berrak bir görüş ve benlik bütünlüğünü sayesinde serpilip gelişir. Kendi doğası sayesinde serpilip gelişir. Vahşi doğa olmadan ölürüz. biz olmadan da vahşi doğa ölür. Gerçek bir hayat için her ikisi de yaşamalıdır.

Öyküler, rehberliğe ihtiyaç duyduğumuz anlarda yaşamın içinde, karmaşıklığın ve dolaşıklığın içinde, zehirli sarmaşıklar ile sarılmış olsak bile vahşi doğamıza giden yolu gösterebilirler. Onların böyle bir gücü var. Bu bakımdan öyküler de yıldızlı göğe benzerler. Kafayı engin bir yöne kaldırmak, kulakları olabildiğince açmak, pür dikkat dinlemek, anlayana kadar dinlemek yeterlidir! Öyleyse öyküyü ve öyküye dair bu çok değerli yorumu önyargısız, anlayışa açık ve dikkatle dinleyelim;

ELSİZ KIZ
'Bir varmış, bir yokmuş. Yolun aşağısında oturan adamın birkaç gün öncesine kadar köylülerin tahılını öğütüp una çevirdiği büyük bir taşı varmış. Bu değirmenci zor günler geçirmiş, elinde bir barakadaki büyük, sert değirmen taşından ve arkadaki meyve veren büyük elma ağacından başka birşey kalmamış.
 
Bir gün gümüş ağızlı baltasıyla kuru ağaçları kesmek için ormana giderken bir ağacın arkasında tuhaf, yaşlı bir adam çıkmış karşısına. Yaşlı adam ''odun keserek kendine eziyet etmene gerek yok'' demiş. ''Değirmenin arkasındaki şeyi eğer bana verirsen seni servete boğarım.'' Değirmenimin arkasında meyve veren elma ağacından başka ne var? diye düşünmüş değirmenci ve yaşlı adamın pazarlığına razı olmuş. ''Üç yıl içinde gelip benim olanı alacağım'' diye kıkırdamış yabancı ve topallayarak uzaklaşmış, ağaçların dalları arasında kaybolmuş.

Değirmenci yolda karısına rastlamış. Evden koşarak gelmiş, eteği uçarak ve saç baş dağınık bir halde konuşmuş; '' herif, herif saatin vurmasıyla beraber evimizin içine daha güzel bir duvar saati geldi, sade koltuklarımızın yerini kadifeyle kaplı olanlar aldı, değersiz dolabımız şimdi av etiyle dolu, valizlerimiz ve sandıklarımız dolup taşıyor. Söyle n'olur, bu nasıl oldu?'' Daha bu soruları sorarken parmaklarında altın yüzükler belirmiş ve saçı altın bir taçla toplanmış.

Kendi yeleğinin satene dönüşmesini, hayretler içinde izleyen değirmenci, ''aaa'' demiş. Topuk namına birşey kalmamış olan, bu yüzden arkaya doğru kaykılarak yürüdüğü tahta ayakkabıları da gözlerinin önünde çok zarif ayakkabılara dönüşmüş. ''Şey, bir yabancıdan dolayı,'' diye nefes nefese konuşmuş. ''Ormanda kara bir redingot giymiş, tuhaf bir adama rastladım ve değirmenimizin arkasındaki şeyi ona vermem halinde büyük bir servet vaat etti. Hem hanım, başka bir elma ağacı dikebiliriz.''

''Ah, herif'' diye inlemiş kadın, cin çarpmış gibi görünüyormuş. ''Kara ceketli adam İblis'ti ve değirmenin arkasındaki de evet, elma ağacıydı ama kızımız da orada söğüt dallarından bir süpürgeyle avluyu süpürüyordu.'' Ve böylece karıkoca sendeleyerek evlerine gitmiş , bütün süslerin üstünde gözyaşı dökmüşler. Kızları üç yıl kocasız kalmış. İlkbaharın ilk tatlı elmaları gşbş bir huyu varmış. İblisin alıp götürmeye geldiği gün banyo yapmış, beyaz bir gecelik giymiş ve etrafına çizdiği bir tebeşir dairesinin içinde duruyormuş. İblis, onu kapmak için elini uzattığında görülmeyen bir kuvvet tarafından avlunun öte tarafına fırlatılmış. İblis, ''bir daha asla yıkanmamalı, yoksa ona yaklaşamam'' diye haykırmış. Ana baba ve kız korkuya kapılmışlar. Ve böylece birkaç hafta geçmiş ve kız çocuğu saçları keçeleşene, tırnakları siyah hilallere benzeyene, derisi grileşene, elbiseleri kirden kararıp sertleşene kadar yıkanmamış.

Sonra kızın giderek hayvana benzediği günlerden bir gün İblis tekrar çıkagelmiş. Ama kız ağlamış da ağlamış. Gözyaşları parmaklarından kollarına akmış- o kadar çok akmış ki kirli elleri ve kolları ak pak ve tertemiz hale gelmiş. İblis öfkelenmiş. ''Ellerini kesin yoksa ona yaklaşamam.'' Baba dehşete düşmüş. ''Kendi çocuğumun ellerini mi kesmemi istiyorsun benden'' İblis bağırmış. ''Yoksa buradaki herşey ölür, bunu sen de, karın da ve gözüne ilişen bütün tarlalar da dahil!'' Baba o kadar korkmuş ki, boyun eğmiş ve kızının kendisini bağışlaması için yalvarırken gümüş ağızlı baltasını da bilemeye başlamış. Kız da boyun eğmiş.

İblis, tekrar geldiğinde kız o kadar ağlamış ki kesilen uzuvlarından geriye kalanlar yine temizmiş ve onu yakalamaya çalışan İblis bir kez daha avlunun öte tarafına fırlatılmış. Ormanda küçük ateşler yaratan sözlerle küfrederek gözden kaybolmuş.

Baba bir yüz yıl ömür sürmüş keza karısı da. Ormanın asıl halkı gibi onlar da ellerinden gelen en iyi şekilde hayatlarına devam etmişler. Yaşlı baba, kızına zenginlikler içinde yaşamını sürdürmeyi önermiş ama kzı bir dilenci olup rızkı için başkalarının iyiliğine bağlı olmasının daha uygun olduğunu hissettiğini söylemiş. Ve böylece kollarını temiz bir bezle bağlatmış ve şafak sökerken bildiği şekliyle kendi hayatından yürüyerek uzaklaşmış.

Yürümüş, yürümüş. Öğle güneşi yüzündeki kiri yol yol boyamış. Rüzgar, saçlarını hepsi birbirine karışmış ince dallardan oluşan bir leylek yuvasına benzeyene kadar dağıtıyormuş. Gece yarısı, aynı ağaçlardan sarkan tüm meyvelere ışık saçtığı muhteşem bir bahçeye gelmiş. İçeri girememiş çünkü bahçe bir hendekle çevriliymiş. Dizlerinin üstüne çöküp yığılmış, çünkü açmış. Beyazlar içinde bir hayalet gibi bir gölge belirmiş ve bent kapaklarından birini kapatarak hendeğin boşalmasını sağlamış.

Kız, armut ağaçları arasından yürümüş. Her nasılsa nefis armutların hepsinin sayılıp numaralandırılmış olduğunu ve korunup gözetildiğini biliyormuş. Yine bir dal çatırdayarak aşağı sarkmış böylece uçtaki leziz meyveye ulaşabilmiş. Dudaklarını armutun altın derisine koymuş ve ay ışığında orada öylece durup armudu yemiş, zavallı elsiz kızın kolları bezle bağlı, saçları ürkütücüymüş ve çamurdan bir kadın gibi görünüyormuş. Bahçıvan olanları görmüş, ama kızı koruyan ruhun büyüsünü tanıyormuş ve karışmamış. Kız armudu yemeyi bitirdikten sonra hendekten geçerek geri dönmüş ve ormanın örtüsü altında uyumuş.

Ertesi sabah kral armutlarını saymaya gelmiş. Birinin kaybolduğunu anlamış, bir aşağı bir yukarı bakmış ama kayıplara karışan meyveyi bulamamış. Bahçıvan açıklamış; ''geçen gece iki ruh hendeği boşalttı, ay yükseklerdeyken bahçeye girdiler ve elsiz olanı kendisini ona sunan armudu yedi'' Kral, o gece de gözetlemeyi sürdürmesini söylemiş. Karanlık olunca bahçıvanıyla ve ruhlarla nasıl konuşulacağını bilen büyücüsüyle birlikte çıkagelmiş. Üçü bir ağacın altında oturup etrafı gözlemeye başlamış.Gece yarısı olduğunda kız, kirli paçavralardan elbiseleri, dağınık saçları, kirden yol yol boyalı yüzü ve yanında beyaz bir ruhla beraber ormandan süzülerek bahçeye girmiş. Yine bir ağaç, lütfederek dallarından birini onun erişebileceği şekilde eğmiş ve kız da ucundaki armudu yemiş.

Büyücü bahçeye doğru ilerlemiş ama fazla yaklaşmadan sormuş; ''Bu dünyadan mısınız, bu dünyadan değil misiniz?''. Kız da yanıtlamış. ''Bir zamanlar dünyalıydım, artık bu dünyadan değilim'' Kral büyücüye sormuş. ''İnsan mı hayalet mi?''Büyücü, ''her ikisi de '' diye yanıtlamış. Kralın yüreği hoplamış, hızla kıza doğru koşmuş ve bağırmış. ''Seni yüzüstü bırakamam. Bugünden itibaren sana ben bakacağım.'' Şatosunda ona, kollarına bağlanan bir çift gümüş el yaptırmış. Ve elsiz kızla evlenmiş.

Günlerden bir gün kralın çok uzak bir ülkeyle savaşa gitmesi gerekmiş ve annesinden genç kraliçeye göz kulak olmasını istemiş, çünkü onu bütün kalbiyle seviyormuş.'' ''Eğer bir çocuk doğurursa bana hemen haber gönder''

Genç kraliçe sağlıklı bir bebek doğurmuş ve kralın annesi iyi haberi ulaştırması için krala hemen bir haber göndermiş. Ama krala giderken haberci yolda yorulmuş bir nehre doğru yaklaşırken uyku giderek ağırlığını hissettirmiş ve sonunda nehrin kıyısında uykuya yenik düşmüş. İblis bir ağacın arkasından çıkmış ve haberi değiştirerek kraliçenin yarı insan yarı köpek olan bir çocuk doğurduğunu yazmış. Haberi alan kral dehşete kapılmışsa da annesine kraliçeyi sevmesini ve ona bu korkunç dönemde göz kulak olmasını söyleyen bir mesaj göndermiş. Mesajla koşan delikanlı yine aynı henre gelmiş ve yine uyumuş. İblis tekrar ortaya çıkıp mesajı yine değiştirmiş; ''Kraliçeyi ve çocuğu öldürün''

Yaşlı anne oğlunun emriyle sarsılmış ama doğrulatmak için bir haberci daha göndermiş. Haberciler gidip gelmiş, hepsi nehir kıyısında uyuyup kalmış, İblis mesajları giderek daha da korkunç bir hal alacak şekilde değiştirmiş. Sonuncusu şöyleymiş; ''Öldürüldüğünü kanıtlamak için kraliçenin dilini ve gözlerini sakla''

Yaşlı anne genç ve sevimli kraliçenin öldürülmesine katlanamamış. Onun yerine bir hayvan öldürtmüş, dilini gözlerini ayırıp saklamış. Sonra genç kraliçeye bebeğini göğsüne bağlamasında yardım etmiş ve onu peçeyle örterek hayatını kurtarması için kaçmasını öğütlemiş. Kadınlar ağlaşmışlar ve öpüşerek vedalaşmışlar.

Genç kraliçe hayatındaki en büyük, en vahşi ormana gelene dek dolaşmış durmuş. Bir yol bulmaya, kendine yol açmaya çalışarak zorlukla ilerlemiş. Karanlık yaklaşırken öncekiyle aynı olan beyazlar içinde bir hayalet görünmüş ve iyi kalpli orman insanları tarafından işletilen yoksul bir hana kadar ona rehberlik etmiş. Başka bir beyazlı kız kraliçeyi adını seslenerek içeri götürmüş. Onu tanıyormuş. ''Beni nereden tanıyorsun'' demiş kraliçe. ''Biz ormandakiler bu konuları takip ederiz'' demiş kız. Böylece kraliçe handa 7 yıl kalmış, çocuğuyla beraber huzurlu yaşamış. Elleri zamanla tekrar büyümüş; önce inci gibi pembe küçük ellere ve sonunda da kadın ellerine dönüşmüş.

Bu sırada kral savaştan dönmüş, yaşlı annesi ağlayarak ''bana iki masumu neden öldürttün?'' diye sormuş. Korkunç öyküyü duyan kral sendelemiş ve avutulamaz şekilde ağlamış. Annesi onun yasını görmüş ve gerçeği anlatmış. Kral onları bulmak amacıyla yemeden içmeden yaşamaya ve en uzak yerlere kadar yolculuk etmeye ant içmiş. Yedi yıl araştırmış, elleri kararmış, sakalı yosun gibi küf rengine dönmüş, gözleri çökmüş ve kurumuş. Bu süre zarfında ne yemiş, ne içmiş ama kendisinden daha görkemli bir kuvvet yaşamasına yardım etmiş.

Sonunda yolu orman insanları tarafından işletilen hana düşmüş. Beyazlı kadın onu içeri davet etmiş, o da yatmış çok yorgunmuş. Kadın yüzüne bir peçe örtmüş ve  o da uyumuş. Uyandığında gözlerini dikmiş kendisine bakan bir kadın ve güzel bir çocuk bulmuş. ''Ben senin eşinin, bu da çocuğun'' Kral inanmaya can atıyormuş, ama kızın elleri varmış. ''Çabalarım ve iyi bakılmam sayesinde ellerim tekrar büyüdü'' demiş kız. Beyazlı kadın da sakladıkları sandıktan gümüş elleri çıkarıp getirmiş. Kral kraliçesini ve çocuğunu kaldırıp kucaklamış ve ormanda o gün büyük bir sevinç yaşanmış. Bütün orman ruhları ve han sakinleri güzel bir ziyafet çekmişler.'

YORUM:
'Hemen etki altına giren saf değirmenci, iblisle kötü bir pazarlık yapar. Zenginleşmeyi istemiştir ama bedelin çok ama çok yüksek olacağını öngörememiştir. Servet karşılığında elma ağacını verdiğini düşünür oysa iblise kızını verdiğini geç anlar. Öykünün gönderme yaptığı gibi bilmeden pazarlığa giriştiğimiz durumları oturup düşünmemiz gerekir; ''bugüne kadar biz de hangi kötü pazarlıkları yaptık?''

Gerçek olan şudur ki, hayatımızda yaptığımız en kötü pazarlık, derin bilge hayatımızı çok daha zayıf olan bir başka hayat için kaybettiğimizde düşlerimizi, pençelerimizi, duyumsamalarımızı, kokumuzu terk ettiğimizde; vahşi doğalarımızı zengin görünen, fakat içi boş çıkan bir şey vaadiyle teslim ettiğimizde yaptığımız pazarlıktır. Öyküdeki baba gibi bu pazarlığı neden olacağı üzüntü, acı ve altüst oluşu kavramadan yaparız.

Neredeyse hemen hemen ilk deneyimlerimizde kötü pazarlığı seçeriz. Bu berbat pazarlığın yapılması çok büyük ve anlamlı bir paradoksu beraberinde getirir. Kötü seçimler yapmak, hastalıklı bir şekilde kendini yıkıma uğratan bir eylem olarak görülebilir ama bu seçimler genellikle engin bir içgüdüsel doğanın gücünü yeniden geliştirme fırsatının doğduğu bir dönüm noktasına dönüşür. Bu bakımdan kayıp ve üzüntü olsa da kötü pazarlık tıpkı doğum ve ölüm gibi Benlik tarafından bir kadını vahşiliğinin derinlerine götürmek amacıyla planlanan çok yararlı bir uçurumdan atlama adımını oluşturur. Ama bununla herkes başa çıkabilir mi bilinmez! Heyhat, başa çıkabilenlerin erginleşeceği ise açıktır.

Bir kadının erginlenmesi uzun zaman önce daha uyuklarken yaptığı kötü pazarlıklarla başlar.  Kendisine çekici gelen her şeyi zenginlik diye seçmesi karşılığında tutkulu, yaratıcı ve içgüdüsel hayatının bir parçası(genellikle de tümü) üzerinde egemenlik kurulmasına boyun eğmiştir. Kadınların bu psişik uyku hali uykuda yürümeye yakın bir durumdur. Bu sırada yürürüz, konuşuruz, hatta uyuruz. Severiz, çalışırız ama seçimlerimiz içinde bulunduğumuz duruma ilişkin gerçekleri ortaya koyar; doğamızın zevk ve sefa düşkünü, araştırıcı, iyi ve fesatçı yanları tam anlamıyla sezgi sahibi değildir.

Öyküdeki kızın durumu budur. O sevimlidir, masumdur. Sonsuza kadar değirmenin arkasındaki avluyu süpürebilir ama asla bilgelik geliştirmez. Başkalaşım için gereken bir katalizörü yoktur. Bu yüzden öykü, genç dişinin keskin bir ihanete uğraması ile başlar. Psişenin dış dünyada bize rehberlik etmesi beklenen işlevini simgeleyen babanın aslında dış dünya ve iç dünyanın birlikte nasıl işleyeceği konusunda tümüyle bilgisiz olduğu söylenebilir. Psişedenin babalık işlevi ruhla ilgili meselelerde bizi bilgilendirmekte yetersiz kaldığında kolayca ihanete uğrarız. Yani bize gösterilen birçok şeyin aslında ilk anda göründüğü gibi olmadığını kavrayamayız.

Öyküde konu edilen erginlenme fırsatının hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği türde olduğu açıktır. Ancak öyküdeki erginlenme pekçok biçime gönderme yapacak türden güçlü bir sembolik erginlenme anlatımıdır. Bir kadının psişesinde, baba her ne kadar dünyanın karanlık tarafına ya da bilinçdışına dair birşey bilmediği için ölümcül bir işe girişse de yaşanan o korkunç an, kadın için dramatik bir başlangıca, bir bilinç ve kavrayış halinin gelmekte oluşuna işaret eder.

Duyarlı hiçbir varlığın bu dünyada sonsuza kadar masum kalmasına izin verilmez. Serpilip gelişmemiz amacıyla içgüdüsel doğamız bize olguların ilk anda göründükleri gibi olmadığı gerçeğiyle yüzleşmeye sevk eder. İçgüdüsel, yaratıcı işlev bizi varlığın, algının ve birliğin bir çok halini öğrenmeye zorlar. Vahşi doğamız bizle konuşmak için buna benzer birçok mecradan yararlanır. Kayıp ve ihanet gibi gözüken şey, uzun bir erginlenme sürecinin ilk kaygan adımları olabilir! Orada, kimi zaman hayatımızda ilk kez, kendi yaptığımız duvarlara çarpmayı bırakıp onun yerine içinden geçmeyi öğrenme şansımız olur.

Böyle bir kadın özel biri olarak görünür. Bunun nedeni incinse de devam etmiş olmasıdır. Anlamak için var gücüyle çalışması, altta yatanın ne olduğunu görmek amacıyla algı ve savunmalarının katmanlarını tekrar soyup kaldırmasıdır. O dünyada masumiyetini kaybetmesi geçiş töreni olarak ele alınır. Şimdi daha net görüyor olması alkışlanır. Dayanmış olması ve devam etmesi ona hem statü hem de onur kazandırır.

İnsanların hayatlarının belli dönemlerinde zeki, duyarlı doğalarının üzerine giderek güçlenen bir uyku çökebilir. Bu zaman zarfında bize bedelsiz birşey, altın vaat eden ama sonunda keder verici durumlar getiren bir şey sunulduğunu hayal edelim. Şu ya da bu şekilde içgüdülerimizi yitirir ya da kulak vermeyiz. Hayatımızın aydınlanma olasılığı olması yerine bir tür kararma ile kaplanırız. Hem şeylerin doğasını görme ile ilgili dışsal yeteneğimiz hem de içsel görümüz öyle bir uyur ki iblis gelip kapıyı çaldığı zaman uykumuzda yürüyerek gider, kapıyı açar ve onu içeri alırız.   

İblis, psişenin karanlık gücünü, yok ediciyi simgeler. Bu iblis, ışığa ihtiyaç duyan, onu isteyen ve emen arketipsel bir hayduttur. Kuramsal olarak ona ışık-yani sevgi, yaratıcılık olan bir hayat- verilseydi, iblis artık iblis olmazdı. Bu öyküde iblis vardır, çünkü genç kızın tatlı ışığı onu çekmiştir. Kızın ışığı, uykuda yürür gibi bir ruh halindeyken tuzağa düşmüş bir bakire ruhun ışığıdır. Yürek yaralayıcı bir şekilde parlar ama kendi değerinden habersizdir. Farkına bile varılmayan ve korunmasız kalmış böyle bir ışık her zaman için bir hedeftir!

Öykü, değirmen ve değirmenci simgesiyle açılır. Onlar gibi psişe de fikirlerin öğütücüsüdür; kavramları çiğner ve kullanabilir besin parçalarına ayırır. Psişedeki tüm kaba malzemeyi; öğrendiğimiz, işittiğimiz, özlediğimiz, hissettiğimiz her şeyi sınıflandırırız. Bunu en iyi nasıl kullanırım diye parçalara ayırırız. İşlemden geçmiş bu fikir ve enerjiyi en ruhani ödevlerimizi yerine getirmek ve çeşitli yaratıcı işleri desteklemek için kullanırız. Böylece gürbüz ve canlı kalırız. Erginlenme; bilinçsiz kalmaya yönelik doğal eğilimlerimizden uzaklaşıp neye mal olursa olsun-acı,zahmet,katlanma- daha derin akılla,Vahşi Benlik ile bilinçli bir birliktelik kurmanın yolunu takip etmeye karar verdiğimiz bir süreçtir.

Ama öyküde değirmen öğütülmemektir. Psişenin değirmencisi işsizdir. Bu, her gün hayatımıza giren bütün ham malzemelerden hiçbir şey yapılmaması, dünyadan ve altdünyadan yüzümüze çarpan bütün bilgi tanelerinden hiçbşr anlam çıkarılmaması anlamına gelir. Eğer değirmencinin işi yoksa psişe çok önemli kimi yönlerden kendini beslemeyi bırakmıştır.

Tahılın öğütülmesi yaratıcı dürtüyle ilgilidir. Ne sebeple olursa olsun, psişenin yaratıcı hayatının durağanlaştığını hissetmek, onun artık güzel fikirlerle kokmadığını, yaratma gücüyle yanmadığını, şeylerin özünü bulmak ince ince öğütülmediğini duyumsamak değirmenin suskun olduğuna işarettir!

Eller, sadece alıcı değil taşıyıcıdır da! Bir kişinin eli sıkıldığında bir mesaj gönderilir.Bilinçli ya da değil kötülük düşünen kişilerin diğerinin psişik-ruhsal bedeninde delikler açılıyormuş gibi hissettiren dokunuşları vardır. Diğer kutupta eller yatıştıcıdır, rahatlatıcıdır, acıyı giderebilir ve iyileştirebilir. Psişenin yok edicisi ellerle ilişkili olan derin gizemle ilgili herşeyi bilmektedir. İnsanlık dışı davranışlarda bulunmanın en kötü ve hastalıklı yollarından biri de masum birini kaçırıp ellerini kesmektir. Yani insanın duygularını, görme ve iyileştirme işlevini parçalamaktır. Katil hissetmez, bu yüzden kurbanının da hissetmesini istemez. Bu kötürüm bırakmaktır, yetersiz kılmak için sakatlamaktır.

Kızın yaraları beyaz sargı beziyle sarılıdır. Beyaz, ölüler ülkesinin ayrıca simyadaki karşılığının, dönüşümünün rengidir.  İniş ve geri dönüş döngüsünün habercisidir. Başlangıçta kız, bir gezgin haline gelir. Bu, tek başına yeni bir hayata yeniden dirilme ve eski hayatın ölümüdür. Dolaşıp durmak çok iyi bir seçimdir. Amaç, içsel yolculuktur ve bir hayatı diğeri için, hayatın bir evresini öteki için, hatta kimi zaman bir sevgiliyi kendileri için terk ederler. Vahşi topraklara gitmek tüm bunlara inenin kaderidir.
 
Yıkanmamış olarak hayvansı bir görünümde dolaşır, çünkü iniş için usül budur. Yıkanmamasına karşın ışık saçar. Bu, benlik ile yenilenmiş bir ilişkiye geçişi temsil edecek şekilde yıkanmak ve yeni elbiseler giymeyi kapsayan bir geçiş ayinidir. Kral, altdünyadaki bilgi hazinesini temsil eder. İçsel bilgiyi dış dünyada uygulama yeteneğini anlatır. Hayat ağacı, bilgelik ağacı, Hayat ve ölüm ağacı ya da Bilgi ağacı; meyvenin ruhla beslendiği, ağacın insana benzetildiği büyülü arketiptir.

Öykü, çok eski bir vaadin anısını canlandırır; karanlık olsa bile, insan yolunu kaybetmiş hissetse bile iniş besleyecektir. '*
 
*Elsiz Kız öyküsü, ve öyküye ait yorum Clarissa P.Estes'in Kurtlarla koşan kadınlar kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır.
 
 

 

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..