Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '12

 
Kategori
Siyaset
 

Büyükler ne söylüyor, küçükler ne düşünüyor?

Büyükler ne söylüyor, küçükler ne düşünüyor?
 

Kimse Aç kalmasın!..


Peşin söyleyelim yazım uzun ancak sizlere çok şey kattığı gibi oldukça da düşündürecek… Eğer yazımı beğenmezseniz, iade alabilirim…  Hadi öyleyse çayınızı kahvenizi hazırlayın da, büyüklerimizle küçüklerin dünyasına şöyle bir yolculuk yapalım…

Şu basın olmasa, gerçekler yazılmasa, kimse kimseyi eleştirmese, sokaklara çıkıp haklar aranmasa, maaşlara zam gelmese, sınırlarımız ötesinde hayat güzel olsa her halde iktidarı yönetmek ne hoş olurdu değil mi? İnsanoğlu bu, yapısında egoistlik var…

Hele damarına bir dokunun, hemen canavarlaşır, senin fikrin varmış veya yokmuş demeden seni kestirmeden yok etmeye çalışır. Yani herkes işine geldiği gibi hareket etmeye başladı. Nasıl mı?  Önce darbe yapma ve yapmaya teşebbüsünden onlarca general tutuklandı ve tutuklanmak üzere…  Artık askerin “Bildiri” verme dönemi bitti derken, bu kez de iktidarın da alkışladığı TSK’nin “Basın Bildirisi” verildi…

Hürriyet Gazetesi’nden kovulanlar kervanına katılan Bekir Coşkun’un “Paşa” konulu yazısından dolayı gelişen atışmaları bir bütün olarak ele alalım istedim ve devlet erkânı büyüklerimizin bu konuda neler konuştuklarına bir göz atalım, daha sonra da sizlere Bursa Nilüfer Okulları’nın AVM’ de küçük öğrencilerimizin sunduğu, “Beslenme ve İsraf”  konulu  “Enstalasyon Sergisi”ndeki izlenimlerimden bahsedeceğim. Bu arada sizlerde büyüklerimiz nelerle uğraşırken, küçüklerimizin nelerle uğraştıklarına şahit olacak ve hangisinin daha elle tutulur bir konu olduğuna karar vereceksiniz…

Hazır mısınız? Hadi çayınızı ve kahvenizi tazeleyin, kemerlerinizi bağlayın yolculuk başlıyor…

Evet, önce Genel Kurmay’ın “Basındaki yazanlar için yapmış olduğu bildiriye Sayın Başbakan ne demiş ona bir bakalım.  Başbakan:  “Paşalar için yazanın yaptığı benzetme, talihsiz bir benzetmedir. Ama o zat ne yazık ki bütün kaleminden pislik akıtan bir zat olduğu için böyle yapıyor” diyor.

Bekir Coşkun’dan yanıt gecikmiyor:

“Üzülmeyin arkadaşlarım, benim kalemim hep şefkat, merhamet ve sevgi istedi. Kine, nefrete, merhametsizliğe kızdım. Beni eleştirirken “kaleminden pislik akan” demesi asil bir Başbakan’a yakışmadı. Tabi ki dava açacağım. Yargı yoksa o zaman sığınacağım tek yer kalır:  Sizin vicdanınız.”

Ana muhalefet devreye giriyor ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’da “Düne kadar Genel Kurmay Başkanlığı bildiri yayımladılar”  diye kıyameti kopardılar. Eleştiriye tahammül edeceksin, etmiyorsan o koltuğu bırakacaksın. Daha vahimi, hükümetin ona destek vermesidir. Kendi mesai arkadaşları vardı. İlker Başbuğ’u terörist ilan ettiler…”

Basına verilen bildiri basında da ses getirdi… Herkes kendi medyasında tartıştı veya tartışmaktan kaçındı. CNN’de Ahmet Hakan’ın sunduğu “Tarafsız Bölge” programının konuğu olayın kahramanlarından Bekir Coşkun’du. Oda; “Yazımın faydası da oldu. Sayın Başbakan Atatürkçü kesildi. TSK ile hükümeti de barıştırmış oldum. Muhteşem Yüzyıl’da birçok paşa var ama bizim ordumuzdaki generaller paşa mıdır? Hayır değildir. Niye?   Çünkü 1934 yılında çıkarılan yasa ile “Paşa” unvanı ordumuzda yasaklanmıştır. Neden askerler üzerine alınıyor? Bir köpeğe “Bekir” ismini koysalar asla alınmam. Yüreğinde sevgi olmayan insanlara bu yazıyı anlatmak zor.  Sonuçta bizler bu ülkenin iyiliği için kalem sallamış insanlarız.  Benim dünyam zehir oldu. Küfürler, hakaretler altında ben ve ailem tehdit altındayız. Bir Başbakan nasıl bir yazarı hedef gösterebilir. Yeter artık! Oradan sürgün edildik, oradan kovulduk, oradan atıldık, başımıza gelmeyen kalmadı. Yaşamımız zehir oldu.”

Ah şu basın ve muhalef olmasaydı,  ülke ne güzel yönetilirdi değil mi? (!)

Büyüklerimizin konuşmalarını, birbiriyle atışmalarını okudunuz. Şimdi gelelim küçüklerin konuşmalarına…

Alışveriş Merkezi tatil günü olduğundan kalabalıktı. Herkes alışveriş çılgınlığı ile kartlarını cırtlatmanın telaşındaydı. Zemin katta geniş bir alana kurulan “Enstalasyon Sergisi” yazısı gözüme takılıyor. Merak ediyordum ki, sevimli bir çocuk elime serginin katalogunu tutuşturdu. İlk sayfasını okuduğumda bu sözcüğün, “kavramsal sanat”, yani estetik kaygı gütmeksizin toplumsal mesaj içeren mekân düzenlemelerine verilen ad olduğunu öğreniyorum. Stant gerisindeki birçok öğrencinin yaptığı projeler ilginçti. Onları tek tek dinlemeye karar veriyorum. Serginin başındaki ilk projede dünya küresi ve altında da siyah bir çöp poşeti vardı. Sevimli öğrencimize soruyorum; “Ne anlatmak istedin?” Önce ismini tanıtıp tatlı diliyle: “İnsan nimete karşı israf için insaf demedi. Elindeki nimetin kıymetini bilmeden yanlışa ortak oldu ve israf etti. Açlık insanlık için karanlık bir tablo…” diyerek konuşmasını bitirdiğinde yanındaki öğrenci anlatacaklarını planladığını kaçamak bakışlarımdan anlıyordum. Onun önünde de piramit içine yapıştırdığı yiyecekler ve merdivene tırmanan bir oyuncak bebek vardı. Ben sormadan “Zirveye Giden Yol” diyerek devam etti: “Yiyecekler bol diye dengeyi bozduk. Az veya çok diye sağlığımızdan olduk. Besinlerin daha çok veya daha az alınmasının ileride sağlık sorununa sebep olduğunu hepimiz biliyoruz ama sık sık unutuyoruz. Unutmamamız gerekir ki dengeli beslenme sağlıktır” dediğinde, “Peki insanlar besin maddelerini bulamazlarsa ne yapacak?” dediğimde soruma gülümsedi, duraksadığında yanındaki dünya haritası üstündeki uzun sigara ile çevresinde oyuncak bebeklerin elindeki sigara maketi ilgimi çekiyor. Öğrencimiz de anlatmaya hazırdı: “Aslında o yanarken dünya da yandı. Yavaş yavaş ömrü tüketti. Harcanan parayla neler yapılabileceği hiç düşünülmedi. Ülkemizde ve dünyada sigaraya harcanan parayla dünyada açlık çeken insanların hangi ihtiyaçları karşılanırdı acaba?” dediğinde: “Ama sizin yaşınızdaki çocukları da sigaraya alıştırıyorlar. Hem parasından çok sağlığa verdiği zarar daha önemli değil mi?”dediğimde, sözünü “Artık dünya yanmasın!” diyerek tamamladı.

Sporun hayatımızdaki önemini,  tonlarca ekmeğin bilinçsizce çöpe atıldığını,  ağaçların hepimizin nefesi olduğunu ve onunla hayat bulduğumuzu, kıymetini bilmezsek hem ağaçların hem de kendi ömrümüzün tükendiğini, insanın bir anda üçlü zarar edebileceğini, hem bedenimiz, hem paramız hem de zamanımız  diyerek dengesizliği ortaya çıkardığımız ve her şeyin kapasitesinin olduğunu, vücudumuzdaki organlarımızın da bunun sadece midemize yüklenmenin ne kadar insafsızca olduğunu projelendiren çocukların çalışmalarına ilgiyle devam ediyorum. Onlara tek tek “Bravo!” diyorum.

Sıkıldınız mı? Henüz sergi bitmedi… Tabakta üç zayıf Afrikalı çocuğun resimleri, sağ yanında resimli bir peçete sol tarafta kaşık ve çatal… Gözlerim sorduğunda, öğrenci: “Aslında onları hep görüyor ve duyuyoruz ama nedense yemeğe oturduğumuzda, çoğu şeyi unutup sanki hiç görmemiş, duymamış gibi yapıyoruz.”dedi.

Kapaksız tencerede yemek pişirmenin üç kat daha fazla enerji harcandığını, israf ettiğimiz veya boşa harcadığımız bir damla suyun başka bir canlının hayatı için büyük önem taşıdığını, sınırsız zannettiğimiz nimetlerin bilinçsiz kullanılmasıyla zor duruma düşeceğimizi söyleyen öğrencilerin zihinleri, pırıl pırıldı…

Bir tahterevalli düşünün ve üzerinde iki oyuncak bebek, biri zayıf, diğeri şişman. Öğrencimiz: “Her şey eşit verilmiştir ama insan eşit paylaşmasını unutmuştur. Bu unutkanlık birini fazlalaştırırken, diğerini mahrum etmiştir.” sözünden sonra alış-veriş çılgınlığını anlatan öğrencimiz:  “Bir insan ne zaman alış-veriş çılgınlığına düşüp bir şey satın almaya kalksa o an düşünüp, “varsayalım ki bunu satın aldım” diyerek parasını bir cebinden diğerine koyar ve bunu insanlığa armağan ederse kazananlardan olur” dediğinde çevreme bakıyorum, kasiyerlerin elleri hiç durmuyordu.

Öğrenciler öylesine hoş hazırlanmışlar ki, anlattıklarıyla beni mest ediyorlardı.  Adımımı yana çevirdiğimde öğrenci,  kurulmuş makine gibi anlatmaya başladı: “Sömürü içinde, fazla tüketen kendini tüketir. Kendisiyle beraber tabi ki çevresini de… Aslında bu kendimizi sömürmektir.” sözleri anlayana kocamandı.

İlgiyle izlediğim serginin sonlarına yaklaştığımda bir kâğıttan yapılmış kocaman bir gözlük ve üstünde yazılanlar ilgimi çekti,  önce sol tarafta yazılanları okumaya başladım:

“Şu modelini gördün mü?”

“Niye alamazmışım?”

“Herkes kendi başının çaresine baksın!!!”

“Şu da güzelmiş.”

“Bana mı kalmış?”

“Ne kadar farklı kıyafetlerin var!!!”

“Dünyayı ben mi kurtaracağım!!!”

“Bunu da alabilir miyim?”

“Dünyada başka insan mı kalmamış!!!”

Gözlüğün sağ tarafındaki yazıları okuyorum;

“Kardeşim acaba aç mı?”

“Bu bana fazla…”

“Hesabımızı bilmek gerek”

“Gerek yok. Olmasa da olur.”

“Başkasını düşünmek güzelmiş”

“Sorun değil, yeterli…”

“Bu günün yarını da var”

Siz hangi bölümde yazılanları çoğunlukla kullanırsınız?  Yine bir proje bir dünya resmi ve yanında dünyanın karnesi; “Yardımseverlik: 0, Paylaşma: 0, Dengeli Beslenme: 0, Tutumluluk: 0 ve İsraf 100!

Peki, görünmeyen kayıplarımızı biliyor muyuz? Bir terazinin kefesinin birinde 1 kg pirinç torbası, diğer kefesinde ise pet şişesinin üzerine yazılmış ‘2000 Litre su’ yazıyor. Yani bir kilo pirinç üretmek için 2 bin litre suya ihtiyaç varmış!  Bundan sonra pirinç tanelerini çöpe dökmeyi düşünür müsünüz?

Yeşil gözleri gülen öğrencimiz; “Bizler açlık çeken insanları televizyonda film seyreder gibi seyrediyoruz. Çocuklarımız da bizim gibi olaylara tepki vermiyorlar. Bir gün bizde aynı duruma düşebiliriz.” dediğinde serginin de sonlarına yaklaşıyordum.

Finali Elif anlattı,  önünde cami şadırvanı ve üzerinde güneş enerjisi ile su tasarruf düzeneklerini gösteren projesi vardı. “Her yerde sularımızı israf ediyoruz. Bende camilerimizde abdest alınan yerlerde suların tasarruflu kullanılması için su tasarruf düzeneğini düşündüm. Bunun sayesinde küçük çapta elde edeceğimiz enerji ile caminin ışıklandırılması hatta çevresindeki sokak lambalarını bile aydınlatabiliriz. Bununla ülkemize ne kadar tasarruf sağlanacağını siz düşünün”  dediğinde tüm öğrencileri başarılı çalışmalarından dolayı öğretmenleri ile paylaşıyorum.

Ne dersiniz, büyükler mi ilginizi çekti, yoksa küçüklerin konuşmaları mı?

Tüm anneleri ve şampiyon olan Galatasaray takımını kutluyor, sporun dostluk ve kardeşlik olduğunun unutulmaması dileğim ile şu sözümle yazımı noktalıyorum:  “Daha iyi bir dünya için herkesin yapabileceği güzellikler hala vardır.”

Sevgi ve Saygılarımla,

Ertuğrul Erdoğan

13 Mayıs 2012/Bursa

www.erdoganlaedebiyat.com

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..