Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Cabbar Yetiş

Cabbar Yetiş

Bir Dağıstan Hikayesi

 

Askerler onu pek tanımazlardı. O nerede ise gündüzleri hiç ortalarda olmazdı.  Arabaya dört beş tane büyük halıyı yerleştirdiler. İki asker de onları uzaktan izliyordu.

 

Ondan sonraki günler telaş içinde geçti. Herkes duymuş, kutlamaya gelmişti. Komşu dükkânlar, Şamil’e,

“Valla çok iyi ettin, biz de bu pehlivanın evlenme zamanı geçiyor, neden evlenmez? Diye düşünürdük! Pekiyi oldu. Allah sonuna kadar erdirsin.” Bir başkaları da;

“Eee sen de buranın en güzel kızına göz koymuşsun, ondan beklermişsin. Kim olsa beklerdi.” diye düşüncelerini dile getirdiler.

Şamil’ler hatırı sayılır bir aileydiler. Oranın nerede ise en zenginleriydiler. Sümeyra’nın da ailesi Melik’ten dolayı çok tanınır ve sevilirdi.

Şamil kendi odasını boşalttı. Orası artık Sümeyra ile odaları olacaktı. Yapılması gereken bir sürü işi vardı odanın. Şamil iki heyecanı bir arada yaşıyordu. Bir an önce silahların buraya gelmesi gerekiyordu ama aynı zamanda evlenecekti. Odasını hazırlaması gerekiyordu. ‘Bu nasıl iş Allah’ım’ diyor. Durmadan şükrediyordu. ‘Rüyamda görsem inanmazdım. Hem de evlenmemize ne vesile oldu. Kız hiç sesini çıkarmadı. Bu da işin garip yanı?’ durmadan düşünüyordu. Hatta bazen yüksek sesle düşünüyor olmalı ki! Annesi ikide bir içeriden geliyor ‘bana mı seslendin evladım’’ diye soruyordu. Kendi evlendiği için halıların Sümeyra’ların evine gitmesine gerek kalmamıştı.

Bir akşam annesi yattıktan sonra babası ile uzun uzadıya konuştu. Her şeyi anlattı. Neler olduğunu neler yapacaklarını... Planlar yaptılar. Ertesi günü Asar Efendi annesini alıp dükkâna gelecekti. Kararlaştırdılar…

Akşamüstü, Asar Efendi ile Huriye Hanım halıları götürmek için at arabası ile geldiler. Cabbar’ın adamlarından Talat da yardıma gelmişti. Askerler onu pek tanımazlardı. O nerede ise gündüzleri hiç ortalarda olmazdı.  Arabaya dört beş tane büyük halıyı yerleştirdiler. İki asker de onları uzaktan izliyordu. Onlar askerleri fark etmemiş gibi işlerine gayet sakin devam ediyorlardı. Onlar dükkâna gelmeden, Şamil ve Talat, iki halının içine, tüfekleri koymuş hazırlamıştılar. Şamil de onlarla beraber arabaya bindi. Tek atın çektiği, kasası küçük araba, bir tümseğe gelip hızla sallanınca rulo halindeki halılardan biri aşağı düştü. Şamil ne yapacağını şaşırmış, acı bir ifade ile bakarken, askerler düşen halının yanına gelmişlerdi bile. Arabacı ‘dur’ komutunu duyup durana kadar, onlar halıyı açtılar. Şamil, ’ya içi silahlı olan...’ diye düşünürken halının boş olduğunu gördü. Arabadan fırladı. Askerlerin yanına gitti. Halıyı sakin olmaya çalışarak yine rulo haline getirdi, omzuna attı. Arabanın kasasına koydu. Kendi de tekrar üstüne çıktı. Araba hareket etti.  Evlerine yaklaştıklarında, komşuları Ali Efendi arabanın yanına geldi.

“Oh maşallah Asar Efendi. Allah sonuna erdirsin. Damat oğlumuzun halıları geldi öyle mi? Ben de size yardım edeyim. Koca halılar ağırdır bunlar.” Asar Efendi’nin eli ayağına dolaştı.

“Yok yok… Gençler taşır, bize mi kaldı taşımak?” Diye heyecanla atıldı. Şamil:

“Ali amca siz çıkın eve, babamla kahvelerinizi için, biz size taşıtır mıyız?” Ali Efendi,

“E be oğlum koca halılar?” Asar Efendi,

“E o da koca pehlivan. Arkadaşı da güçlü kuvvetli… Evlenmek kolay mı? Bilmez misin biz neler çektik evlenirken?” Asar Efendi, Ali Efendi’yi lafa daldırıp, içeri götürdü. Şamil derin bir nefes aldı. Havada kararmıştı artık. Halıları içeri taşıdılar. Dizleri titriyordu. Çok ağırdılar. Bir de bu kadar ağır olduklarını askerlere fark ettirmemek için çok gayret göstermiştiler. Ter içinde kalmışlardı. Huriye hanım kahve yapmak için mutfağa gitmişti. Halıları giriş katının bahçeye bakan, depo gibi kullandıkları odaya koydular. İşleri bitince, babası ile Ali Efendi’nin olduğu odaya gittiler. Hiçbir şey yokmuş gibi baba oğul, Ali Efendi ile havadan sudan konuştular. Ali Efendi giderken, Talat da izin istedi. Onlar da gidince Şamil rahatlamıştı. ‘Neyse birinci aşamayı atlattık. Bir de bunları buradan çıkartırsak rahatlayacağım.’

Yemeklerini yedikten sonra, Huriye Hanım yatmaya gitti. Şamil babası ile halıların içindeki tüfekleri çıkarttı. Halıları yukarı çıkartıp, Şamil’in odasına koydular. Şamil’lerin evleri sokak üstündeydi ama arka tarafında gizli bahçeleri vardı. Yoldan geçenler arka tarafta bir bahçe olduğunu fark etmezlerdi. Evin arka tarafından bahçeye açılan bir kapı olduğundan, ön taraftan bahçeye geçilmiyordu zaten…

Gece geç saatte bahçeye bakan deponun penceresine vuruldu. Asar Efendi, ön tarafa askerler var mı diye bakmaya gitti. Şamil pencereyi araladı. Bir süre bekledi. Pencerenin yanına iki kişi geldi. Birinin yüzünü hafif ışıkta fark edince,

“Şamhal sen, buradasın ha?”

“Benim Şamil.”

Şamil pencereyi sessizce kapattı. Ara kapıya gitti. Yine aynı sessizlikte kapıyı açtı. İki eski dost birbirlerine sarıldılar. Şamhal arkadaşının omzuna elini koyduktan sonra,

“Şamil, diğerlerine de söyle Şirvan da ben de kaçtık.”

“Arslan kardeşim. İçim rahatladı. Ne durumdasınız?”

“Bir gece geleceğiz, daha önce Cabbar’a haber salarız. Size anlatacaklarımız çok, sizin de yapacağınız şeyler var.”

“Tamam, biz hazırız.” Şamhal’ın arkasından dört kişi daha belirdi. Şamil gelenlere küçük depo odayı gösterdi. Adamlar işlerinde uzman olduklarından çok kısa bir sürede, oldukça sessiz, silahları dışarı taşıdılar. Şamhal veda ederken;

“Silahları yerine götüreceğiz. Bizimkilere iyi olduğumuzu söyleyin. Ama iyi de bir tembih et kardeşim. Kimseye söylemesinler. Tamam. Hepsi bu kadar mı?”

“Bir bu kadar daha var. Cabbar onları ne zaman, nasıl alacağınızı haber verir.”

“Tamam. Sağ olasın Şamil. Allah’a emanet olun.”

Asar Efendi heyecandan titriyordu. ‘Hadi oğlum çabuk olun’ tekrarlıyordu içinden. Askerlerden biri onu camda fark etti. Kapıya doğru yürümeye başladı. Asar Efendi hızla camdan çekildi, Şamil’in yanına geldi. Sessiz ama korku ile

“Oğlum askerler geliyor.”

“Tamam, baba gelsinler. Telaşlanma.”

“Sen git yat oğlum. Haydi durma.” Şamhal ve yanındakiler karanlıkta gözden kaybolana kadar, Şamil arkalarından baktı. Sonra odasına çıktı, yatağına yattığı anda kapıları vurulmaya başlandı. Asar Efendi kapıyı açtığında askerler Asar Efendi’yi itekleyip içeri girdiler. Biri,

“Sen bizi niye gözetliyordun?”

“Yok, evladım neden gözetleyeyim. Oğlum yatıyor. Onun yanındaydım. Can sıkkınlığı işte pencereden dışarı bakıyordum.”

“Yalan söylüyorsun oğlun nerede?”

“Evladım. Oğlum hasta. Geçen gece karakolda çok dayak yemişti. Bildiniz mi? Pekiyi değil. Ben de gece sık sık kalkıp oğlanı kontrol ediyorum.”

“Nerede yatıyor?”

“Gelin evladım göstereyim.” Askerler Asar Efendi’nin arkasından merdivenden çıkarken, bütün konuşulanları duyan Şamil yorganı iyice başına çekti. Askerler içeri girdiklerinde, biri hızla yorganı Şamil’in kafasından çekti. Şamil sesten ve yapılan sert hareketten uyanmış gibi sıçradı.

“Ne var ne oldu? Artık yatağımızda da mı yatamayacağız?” Askerler evin her tarafına baktıklarında Huriye hanımı da uykusundan kaldırmışlardı. Hiçbir şeyden haberi olmayan kadıncağız askerleri görünce korku ile bağırmış,

“Ne var, gene ne oldu? Gidin evimden oğluma yaptıklarınızdan sonra niye geldiniz?” Askerler kadının konuşmalarına da aldırmamış, bütün evi aradıktan sonra çekip gitmişlerdi. Baba oğul lambayı kapattılar. İkisi de hiç konuşmadan birer sigara yaktılar. Tehlike geçmişti. Bu iki babayiğit adam sigaralarından birer nefes alırken birbirlerine bakıp gülümsediler. Asar Efendi sessizce;

“Daha var mı oğlum?”

“Var baba, bir bu kadar daha var.”

“Oğlum ne kadar çok silah saklamışsın. Çavuş doğru söylemiş. Yakalansaydın, seni asardı.”

“Ne yapayım baba, bunlar da olmazsa, bizim soyumuzu kuruturlar.”

“Diğerleri nasıl gidecek?”

“Henüz bilmiyoruz. Bir şeyler yapacağız.”

“Allah yardımcımız olsun. Ağrın var mı evladım.”

“Yok, baba, iyiyim. Hele silahlar da bizimkilerin eline bir geçerse daha da iyi olacağım.”

“Geçer Allah’ın izniyle oğlum. Ben yoruldum. Yatıyorum.”

“Tamam baba. İyi geceler.”

“İyi geceler oğlum. Boşuna başpehlivan olmamışsın. Sende bu yürek varken, korksunlar senden.”

“Sağ ol.”

Ertesi gün Şamil, dükkânda bir müşterisine halı gösterirken Cabbar geldi.

“Hoş geldin kardeş, otur sen, birazdan yanındayım.” Dedi. Müşterileri de gidince Cabbar’ın yanına geldi.

“Her şey yolunda gitti değil mi?”

“Evet. Silahları almaya kim geldi biliyor musun?”

“Kim geldi?”

“Şamhal geldi. Şirvan’la kaçmışlar. ‘Bizimkilere söyleyin, tembih edin kimseye söylemesinler. Dedi.”

“Çok sevindim kardeşim. Of be içim rahatladı! Son zamanlarda iyice onları düşünür olmuştum.”

“Ben de çok sevindim. Gelelim silahlara…”

“Artık Sümeyra’ların evine halı gitmez… Yani halı içinde çıkartamayız… Sümeyra’nın çeyizi sizin eve araba ile gitmeyecek mi?”

“Gidecek herhalde?”

“Herhalde si yok gidecek. Üstü kapalı bir araba tutarız. Kızın çeyizi ulu orta gitmesin gibi! Sizin eve gitmek için araba bu dükkânın önünden geçmek zorunda;

“Geçmek zorunda, başka yol yok.”

“Tamam. Araba buradan geçerken durur. Sokak çok dar! Ancak araba sığar. Sen arabayı görünce, arabanın önüne gelirsin. Sümeyra ile konuşursun. Biraz da lafı uzatırsınız. Askerler sizin tarafınızda olacak her zaman orada bekliyorlar. Arabanın arka tarafı dükkânın kapısına yakın olacağı için, arkadaşlarla arabanın arkasından iner dükkâna gireriz. Silahları arabanın içine taşırız. Ondan sonra sen arabayı uğurlar, arkasından yürüyerek gelirsin. Ne dersin?”

“Askerler bu tarafta dururlarsa, yani arabanın arkasında.”

“Bilmiyorum? O zaman araba durmaz devam eder. Biz de başka bir plan yaparız. Ne yapalım? Her şeyi denemek zorundayız. Ben amcamlara gidiyorum. Silahlar iki gün içinde gidecekleri yerde olacaklar. Sümeyra ile konuşayım. Çeyizini ne zaman taşıyabiliriz. Akşamda sana uğrarım. Tamam mı?”

“Tamam.”

Akşam Cabbar, Şamil’ler yemekteyken geldi. Huriye hanım, Cabbar ı gördüğüne çok sevinmişti.

“Gel oğlum, yemek yiyelim.”

“Sağ olasın teyzem. İşim acele hemen gideceğim. Size Sümeyra’nın çeyizini yarın getireceğimizi haber vermek için geldim.”

“Maşallah çabuk hazırlanmışlar.”

“Bilmez misin teyzem? Bizde çeyiz loğusa yatağında başlar.”

“Haklısın evladım.” Cabbar’ ı kapıdan uğurlarken. Şamil,

“Bu kız Hızır gibi her an imdadımıza yetişiyor.”

“Sen kiminle evleneceğini bilsen aklın durur. Sümeyra inanılmazdır.”

“Bence de inanılmaz.”

“Araba ile arkadaşları da ayarladım. İçin rahat olsun. Gereken yerlere haber de gitti.”

“Cabbar, sağ ol kardeşim. Ben silahları iki sandığa koyarım. Kapının yanındaki halıların arkasına yerleştiririm.”

“Sen de sağ ol.” Genç adam kapıyı kapadıktan sonra, hemen yukarı çıkmadı. Merdivende oturdu. İçinde garip duygular vardı. Heyecanlıydı. Tüfekleri dükkândan bir çıkartabilselerdi rahatlayacaktı. Şöyle kazasız belasız… Bir de Sümeyra… ‘Ne yapacaktı?’ Onunla hiç konuşmamışlardı. Kız bu yalan zannettiği evliliğe ne kadar sıcak yaklaşacaktı. Aynı odada kalıp karı koca gibi mi, yoksa iki yabancı gibi mi yaşayacaklardı? Sümeyra’yı kendi odasında hayal ettiğinde, yüzüne kan fışkırıyordu sanki! Bu olay olduğu günden beri zaten uyku uyumakta zorluk çekerken, artık tamamen uykuyu unutur hale gelmişti. Sabaha kadar yatakta dönüp duruyordu. Sabahları daha erkenden dükkânını açıyor. Eve daha geç geliyordu.

 

Nazan Şara Şatana’nın DAĞISTAN – ASAR ŞAMİL VE RUS TERZİ Kitabından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....