Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Caddebostan'da salsa, bar, futbol

Caddebostan'da salsa, bar, futbol
 

Caddebostan’a yolumuz düştü. Bostancı’dan bindiğimiz taksinin genç şofürü ‘’ne tarafa abi’’? Diye sorup ta ‘’çek evladım Caddebostan Kültür Merkezi’ne’’ cavabını alınca, suratı önce ağlamaklı bir hal aldı, sonra şiddetli bir kahkaha patlattı. Bazı insanlar sinirlerini böyle bastırıyor diye düşünüp, hanımla ‘’çattık’’ diye bakıştık. İstanbul’un trafiği kimleri çıldırtmıyor ki? Yine de saygılı bir gençti kaptanımız.  

Şimdi oradan geldim abi dedi. Ona gülüyorum. Bir trafik var ki, zor gidip, geldim. Merak etmeyin sizi götüreceğim ama ara yollardan.  

Kamyon arkasında yazdığı gibi ‘’kaderimse çekerim’’ dedik. Bindik bir kere. Labirent gibi bir sürü yere girdik çıktık, Caddebostan Kültür Merkezi’ne fazla da trafiğe sıkışmadan, bölgeyi iyi bilen ‘’yerel sürücü’’ sayesinde ulaştık.  

Biri bana Caddebostan’ı tarif et dese, askerin kendini tarifi gibi ‘’Kep ile bot arasına sıkıştırılmış’’ türünden bir cevapla ‘’sahil ile Bağdat caddesi’’ arasına 2-3 dikey caddeyle sıkıştırışmış, Kadıköy’ün en zengin, kültürlü, eğlenceli semtlerinden biri olarak tarif ederim. Eskiden de böyleydi, şimdi de. Eskiden sorsalardı, Maksim Gazinosu ile Budak sineması arasındaki bölge olarak tarif edilirdi, şimdi ise Migros ile Caddebostan Kültür merkezi arası . Çünkü artık yerlerinde onlar var.  

Yazının başlığı ‘’Brezilya’yı’’ anımsatıyor. Salsa da, bar da, futbol da onların her şeyi ama yok efendim. Bizim ağır, mütevazi hayatımızda, bunların ne işi olabilir ki?. Her şey gençlikte, ama….  

Akrabadan, kıramayacağımız biri arayıp da, ‘’bizim kız Giresun Üniversitesi ekibi ile Üniversitelerarası salsa dans yarışmasına katılıyor, onu yalnız bırakmayın’’ diye rica edince eh bu yaştan sonra düştük salsanın derdine.  

1960 lı yıllarda, o yılların müzik ilahı, Cem Karaca’ların, Erkut Taçkın’ların, Barıs Mançoların, Edip Akbayram’ların seslerinin yankılandığı Budak sineması oradan alınmış, yerine Kadıköy Belediyesi tarafından modern, sıcak, gençliğe yakışır bir Caddebostan Budak Kültür Merkezi konulmuş. Şimdi ki gençler şanslı. Bizim gençlik bunlarla tanışamadı.  

Bir an önce, salsa yapacak kızımızı bulalım, hem moral verelim, hem de özel seyircisi olduğu görsün başarılı olsun amacıyla yürüyen merdivenlerin başına geldik. Yarışmanın yapılacağı salonu aramaya başladık ki bu yürüyen merdivenler bana Nişantaşı metrosunu hatırlattı. Yürüyen merdivenle metrodan yukarı çıkarken, ‘’amca’’ diye seslenmişti bir genç. ‘’ şöyle biraz kenara çekilir misin?’’ Ve ilave etmişti; ‘’yürüyen merdivenlerin sol tarafı, yürüyen merdivenlerde yürüyenler içindir’’.  

Yürüyen merdivenin zaten yürüyor. Ayrıca sen ne yürüyorsun?. Bize de tam tersi, ‘’yürüyen merdivende yürünmez’’ diye öğretmişlerdi iyi mi?. Kuşak farkı dedikleri bu olmalı. Bizde zaman boldu, onların zamana tahammülü yok. Gerçekten öyleymiş ki burada da aynı. Yürüyen merdivenlerde gençler koşarak inip, çıkıyor.  

Salsa yarışmasını yapılacağı salonu bulmak için birkaç kez, inip, çıksak da o salonu bir türlü bulamıyoruz. Yürüyen merdivenlerin başındaki büyük ışıklı panolar tam bir tuzak gibi. 4 yazıyor, 4. kat sanıyorsunuz ama değil, o rakam sinema salonunun numarası. Allahım bizim ne günahımız vardı derken, Allahın bir lütfu olarak Senem-Özgür Ergun’a rastlıyoruz. da, o salona en üst katın arkasında, görünmeyen yürüyen merdivenlerle ulaşıldığını söylüyorlar. Vallahi buranın mimarını bilsem gidip tebrik edeceğim. Koskoca salonu saklamayı nasıl başarabilmiş?.  

5. Kat koridorunda bir ebru sergisinin arasından geçiyoruz. Kokteyl de var. Davetlilerin elinde şarap bardakları. Duvarda harika sanat eseri ebru motifleri de ama ben ayık kafayla değerlendirmekte zorlanıyorum, davetliler yarı matiz ne anlar merak ediyorum. Garsonlar vızır vızır çalışıyor!. Neyse, salonu buluyoruz. Bu sefer bizim dansçıları bulamıyoruz. Hiçbir şeyi bulamıyoruz aslında. Salonu, dansçı kızımızı, davetiyeyi . Maksat spor olsun kültür merkezinde. Bir aşağı, bir yukarı.  

Yarışma saat 18.00 den 19.00 alındı diyorlar. Ayrıca dansçı kızımız ilgilenmediği için davetiye de yok. Adam başı 25 türkiş lira verir, salona girersiniz diyorlar. Ne bu?. Sanki Rio’ dan karnaval ekibi gösterisi. Bu çocuklar turneye mi geldi, yarışmaya mı?. Bu para nedir, nereye gider?. Bilemem de, daha 2 saat var. 4 kişiyiz. Ben hariç diğerleri bayan. Çıkıp biraz dolaşalım dedik. Hava da ısırıyor, akşam ayazı., dışarıda bir cafe’nin önüne oturduk. Zengin muhit de bir başka oluyor. Cafenin dışında, sokakta ufo’lar yanıyor cayır cayır.. Millet çayını içerken üşümesin diye.  

Ve gizli planımı, hanımların siniri geçtikten sonra, çaylarını bitirmeye yakın, gevşeme halinde devreye sokuyorum. Aynı saatte Fener’in maçı başlıyor. Her şey yalan Fenerbahçe gerçek. Şampiyonluğa ne kalmış? Ya benim yokluğumda puan kaybederlerse? Yok. Olmaz öyle şey.  

Zaten aklım da orda kalmamış değildi gelirken.  

· ‘’Hanımlar, isterseniz siz salona gidin ufak ufak, takılın salsa’ya, beni Fener’imle baş başa bırakın ha’’ Yemişim salsa’yı.. Çıkışta buluşuruz. Neyse ki bir olumsuzluk yok. Şimdi iş rahat bir mekan bulmakta. Garsona soruyorum?. Maç seyredecek bir yer nerede bulabilirim?. Gidip öğreniyor. Kendi de bilmiyor nereyi işaret ettiğini ama ‘’bu tarafta’’ diyor. Orasının barlar sokağı olduğunu biliyorum.  

Orada, burada, kahvehane’de, birahanede, çok zor şartlar altında maç seyrettiğim olmuştu. Zaten taraftarlık eza çekmek değil miydi? Ama olsun du, Fenerbahçe için helal olsun du. Bakalım barda maç seyretmek nasıl bir şeydi.?  

Kendime uygun bir yer aradım. Bağdat caddesi üzerinde üstünde BENZİN yazan bir cafe var Taxi falan da yazıyor ama içerdeki ekranlar dışardan gözüküyor. Belli ki akaryakıt istasyonu değil. orası. Dışardan görüldüğü kadarıyla hayatından epey mutlu bu şişman çocuklar masaları donatmış, maç saatini bekliyor. Beni kesmedi. Tek başına bir adem baba daha yok. Ayrıca pek yer de yok.  

Barlar sokağında 1-2 tur atıp bir iki bara girip, çıktım ama ortamı beğenmeyip, biraz daha dolaştım ama sonu yok. Hepsi hepsi bu alan, dar ve bunların hepsi bar. Vakit de yok çare de.  

İçeri girip, yarı loş ortamda, oturacak bir yer ararken, genç ilgili saygıyla yaklaştı. Bu yaşta birinin bara girmesinin hayra alamet bir şey olmadığını tahmin etmiş olması ihtimal dahilindeydi. Belki de o yüzden bu kadar saygılı yaklaştı. Maliyeden biri olmam mümkündü veya bir sivil polis görevlisi. Ben öyle düşündüm. Çekindi mi ne? Tek kişi misiniz? Diye sordu. Arkama baktım yoksa bizim salsacılar da mı arkama takıldı? Neyse ki arkamda kimse yoktu!.  

Aslında beni bir şey zannetmediği de hemen belli oldu. Saygısı aile terbiyesindenmiş, çekindiğinden değil. Abi dedi hiç yer yok, isterseniz size fıçı hazırlıyayım!.. Yahu bu çocuk bizi alkolik mi sandı diye tereddüt ettiğimi anlayınca hemen girişe yakın büyük bira fıçısını işaret etti. Buraya oturacaksınız! Yok bugün ben de bir şey var. Her şey bizi buluyor. Evladım diye sordum. ‘’fıçının üstüne mi oturup seyredeceğim maçı? Hani en azından bu fıçıyı içmeye zorlanmaktan iyidir. Yok amca dedi bu sefer. ‘’Ben sana sandalya getireceğim, fıçı masa olacak’’. Rahatladım.  

Maç başladı. Ekran biraz yan kalıyor ama olsun. Oturduğum yer kapıya bakıyor. Garson çocuk saygılı. Çıkışta zorluk çekmeyeyim diye kapıya yakın bir yer bulabildi herhalde. Başka bir anlamı var mıydı bilmiyorum. Giren önce beni görüyor ama giren çıkan bitmiyor. Aynı kızlar, genç oğlanlar sürekli olarak giriyorlar, çıkıyorlar. Maça konstre olmak zor. Yandaki masadaki gençler ise pek saygılı değil, Maçla da pek ilgileri yok. Masalarında yer olmasına rağmen ‘’gel amca leylek gibi tepeden bakma’’ demiyorlar, cepten iddia takip ediyorlar.  

Sert bir maç oluyor, kafa göz yarılıyor. Fenerbahçe zorlanıyor, gol bir türlü gelmiyor. Kimsenin umurunda değil. Fenerbahçe son dakikada atıyor, güç de olsa kazanıyor, tepki gelmiyor, anlıyorum k, i bar futbol mekanı değil, müşteri futbol seyircisi değil. Gençlik orada başka heyecanlar peşinde. Bize göre değil.  

Dönüyorum Kültür merkezine. Yarışma bitmiş. Sonuçlar bekleniyor. İşin show kısmına yetişiyorum. Hızını alamayan gençler, ardı ardına yarışma harici sahneye fırlayıp, Arjantin tangosundan salsaya, hip hoptan, kolbastıya kadar bütün hünerlerini gösteriyor. Bizimkiler ne şanslı adamsın diyor, para vermeden geldin, en güzel bölümü seyrettin!.. Ama maç ne oldu, nerde seyrettin, ne şartlarda seyrettin diye sormuyorlar. Fıçıyı hiç bilmiyorlar.  

Salsa merakımız her dansa salça olduğumuzdan değildi.  

Ömür boyu süren Fenerbahçe tutkumuzun izin verdiği kadarıyla seyretmiş olsak da, salsanın da, diğer bütün dansların da gençlere çok yakıştığını gözlemledim. , Böyle organizasyonlara katılmaları, kendilerinin ruh ve beden sağlığı açısından olduğu kadar, sosyal ve kültür açısından da önemli. Sundukları estetik güzellikler yanında hemen fark edilen dostluk, arkadaşlık gösterileri ve ortaya çıkardıkları pozitif enerji, bardaki yaşıtları olan gençlerden çok farklıydı.  

Caddebostan ise apayrı bir dünyaydı.  

 
Toplam blog
: 465
: 918
Kayıt tarihi
: 15.01.09
 
 

İstanbul doğumluyum.. İstanbul'un  tramvaylı döneminden bu şehirde yaşıyorum. Gençlik yıllarında ..