Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

27 Mayıs '18

 
Kategori
Deneme
 

Çağımızın Çenebazlığı

Çağımızın Çenebazlığı
 

İnsan, İnsana Her Zaman İyi Gelmiyor. Bazen Beynimizi Yorabiliyor.


ÇAĞIMIZIN EN GÖZ YORAN GERECİ
VE CEP TELEFONU MUHABBETLERİ


Görgüsüz birisinin cep telefonu olmuş, tutmuş elinde, şarjı bitesiye konuşmuş...

“Beni otobüste yakaladın gız ayol, ne iyi ettin de aradın. Ben de seni özlediydim. Azcık bi gonuşalım, hemen gapatma. Gız Zübeyde valla otobüsteyim, herkeste bana bakıyo, inanmazsan yanımda oturana sorabilirsin.”

Halk otobüsü mahalleden şehir merkezine gelirken, belki on kişinin cep telefonu çalıyor ve her çalan telefonu açanda, karşısındaki arayanla ineceği durağa kadar konuşuyor.

Hatta kimileri var ki, otobüsten indikten sonra bile gözden kaybolana kadar eli kulağında, telefonunda oluyor. Onu öteki yanından görenler, eli kulağına yapışık sanabilirler. Çağımızın bu modern oyuncağı, günümüzde küçük büyük, kadın- erkek, köylü- şehirli herkesin elinde ve herkes lüzumlu, lüzumsuz konularda bile cep telefonuyla iletişim sağlıyor.

Cep telefonu hayatımıza gireli çok uzun seneler olmadı. Ama biz onu çabuk benimsedik, eli değmeyen insan kalmadı. Fakat bunca yaygın olmasına rağmen hala havasını atmaktan vazgeçmedik.

Bugün hafta sonu olmasından dolayı halk otobüsü ile şehir merkezine kadar gidip, uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla buluşup sohbet etmek istedim. Geçen hafta arasında, yaptığımız bir telefon görüşmesinde kendisine verilmiş bir sözüm vardı. İşte bu sözümü yerine getireyim, dedim. Koşulları düşünmeden yanlış bir zamanlama yapmışım.

Hava parçalı bulutlu, her an gökyüzü ağlamaklı. Yağmura yakalanmamak adına otobüsle gideceğim yere ulaşmayı tercih ediyorum. Fakat bu tercihimden hiç hoşnut kalmadığımı belirteyim. Bunun nedenini buradan sizlerle paylaşmak istedim.

Otobüs tıklım tıklım, ben en son koltuklarda, gençlerin arasında bir yer bulup oturdum. Hemen önümde adının Makbule olduğunu yan koltuktaki bir hanımın seslenmesinden öğrendiğim kadın, çantasından çıkardığı cep telefonuyla bağırarak konuşmaya başladı. Kendisine “Makbule Hanım” diye sesleneni bile duymadı, ya da duymazdan geldi, umursamadı. O telefonunu kulağına yapıştırıp başladı sohbete.

“Alo, ne var gız? Eniştem mi, netcen enişte mi? Ne yalan söyleyem cep telefonu alalı eniştemi görmeyom. Abamla cepten gonuşuyoz, enişteme gerek galmeyo.”

Bu arada kadının yanında, ayakta dikelen bir delikanlının cep telefonu birkaç kez ardı ardına (Bib…Bib… Bib…) diye çaldığı halde açmadı. Belli ki, Makbule hanımın köy şiveli telefon konuşması ilgisini çekti, dikkatlice onu dinliyor. Gencin telefonunun sesi, dikkatleri kendi üzerine çekince, pantolonunun arka cebinde olan cep telefonunu alıp, açmak zorunda kaldı ve “Aşkım, otobüsteyim. Beş dakika sonra postane durağında buluşalım, öpüyorum” deyip kapadı. “Öpüyorum demekle öpülmüyor. Ha, bekle de otobüsten inince öp. Onca insanın içinde öptüğünü duyurmanın ne anlamı var?” diyesim geliyor gence, bu niyetim benim iç sesimde kalıyor.

Bu arada yanımda oturanında cep telefonu çalınca, ben bu değişik arama seslerinden rahatsızlık duyup, yerimden kalktım. Ön tarafa doğru ilerlemeye çalışıyorum. Herkes yaklaşan durakta ineceğimi düşünüp yol vermeye çalışıyor. Ona buna sürtünerek, önlere doğru ilerlerken Makbule hanım hala enişte muhabbetini devam ettiriyordu.

Otobüsün ön kısmında oturacak yer bulamıyorum ve bir oturanın koltuğuna yaslanarak, düşmeden yolculuğumu devam ettirme gayreti gösteriyorum. Ama rahat değilim, telefon sesi burada da buldu. Koltukta oturanda orta yaşlı, iyi giyimli bir hanımdı telefonu açıp, başladı arayanla konuşmaya.

“Alo, gız Hacer senmin. Valla Fatma’dan önce davranıp, beni şıp deye buldun. Telefon olunca gaçameyon demi. Az önce gız gardeşim Semra’yla gonuştum. Bugün öğleden sona, ikimiz Mürüvetlere gitcez, sen de ge.”

Kadın kendisini kaptırmış konuşuyorken, benim kendi üzerindeki gayriihtiyarî bakışlarımı fark etmiş olmalı ki “Hacer istesen gabat birazdan ben seni arayem. Herkes bana bakıyo. Bu insanla da pek görgüsüz canım. Heç telefonla gonuşanı görmemişle gibi bakıyola.”

Kadın herkes derken beni kastediyor olmalıydı. Zira pek çoklarının başı cama dönük, gözleri dışarıyı seyretmekle meşguldü. Karşı hatta konuşan ne diyorduysa artık, bu taraftaki kadın, yine bana laf çarpmak niyetiyle hakarete vardırır cümleler sıralamaya başladı. “Hacer Valla aynen dediğin gibi, öküzün trene baktığı gibi bakıyola. Pek görgüsüz bu insanla. Biz bundan adam olmeyoz işte. Olmayan olanın malını kıskanıyo. Az yede sende al, demi ama.”

Ve suphanallah, bu kadın benim yeme içmemi nerden görüyor da “Az ye sen de al” diye tavsiyede bulunuyor şimdi. Yoksa ben kuruntu edip her lafı kendi üzerime mi alınıyorum. Belki de ben değilimdir, laf çarptığı. Bundan emin olmak için, bir iki adım daha öne kaymam lazım.

Bu düşüncelerle biraz daha önlere geliyorum. Neredeyse şoföre yakınlaştım. Orada da bir telefon konuşması başladı. Bu telefonlar ben kaçtıkça üzerime geliyor gibiler. Buradaki kadında biraz çevresine hava yapar hallerde yüksek sesle konuşuyor. “Evin işini diyom, İsmail yapıyo. Ben bugün firardayım. Gönlümce gezcem. Bakalım otobüsten bi inem, belki Aytengile giderim. O evde yoksa da alış veriş ederim. Aman sende. Bilmeyon mu İsmail enişteni, Allah’ın adamı. Önüne ot koysam yer, bitiri. Neden yemek etmedin demez. Onun ne dedine bakma sen, bilen bilmeyen gonuşuyo. Herkesin işi gaydı yok, eksik arıyo. Enişten de pek lafa bakmaz, benim sözümden çıkmaz.”

Hayda burada da bir enişte muhabbeti başladı. Her bir telefonla konuşan, evinde gibi rahat, kocasının kılıbıklığını bile sakınmadan dile getiriyor. Özel yaşamını kulaklara yayıyor. Karşı taraftakinin ne dediğini duymuyoruz haliyle. Ama önümüzde olanın anlattıkları, size anlatılanlar hakkında az çok bilgi veriyor. Dedi-kodu ve özel hayatlar aktarımı.

Bu kadının telefon konuşmasından da, ‘enişte’ kelimesinden de sıkılıp otobüs şoförünün neredeyse burnuna kadar sokuluyorum.

İnmem gereken durağa daha birkaç kilometre var, az daha dayanmalıyım. Sabrımın son demlerindeyim. Ben bu hallerimle cebelleşirken, şoföründe cep telefonu çalmaz mı? “Ay, çıldırmak üzereyim.” Ama bunca sese katlandım, şoföre de katlanabilirim.

Otobüsümüzün genç şoförü de belinden güçlükle çıkardığı telefonu kulağına dayıyor, bir eli direksiyonda, bir eli kulağına yakın başlıyor konuşmaya.

“Ya olum, (Oğlum, demek istiyor) şıpbadak buldun beni. Belimden zor çıkardım telefonu. Uykusuzum gahrolem. Gece bir de yatdım, sabah gene direksiyona geçtim. Nedem olum, yeni araba aldım. Onun borcunu ödecem. İbo’dan aldım arabayı, Külüstür değil len. Araba iyi de sorun çıktı. İbo sigortası gasgosu sana ait deyo. Allah’ın gurnazı. Öyle şey olur mu deve, dedim. İşine gelirse deyo. Bu saatten sonra dönemem de parayı saydım eline. Neçcen len, dürzü işte.”

Şoför arada bir telefonuna el değiştiriyor. Argo konuşmasını kesintisiz devam ettiriyor. Bu arada iki eli birden direksiyondan uzaklaşıyor. Yüreğim ağzıma gelip gidiyor. “Şu kısa mesafe ne kadar uzun geldi” diye, iç sesimle söyleniyorum. Ama şoför de telefonda söyleniyor. “Sen beni bırakta gaynananla nasılsın? O rezil garı hiç çekilmez len. Ben olsam o garı yüzünden gızını da boşarım… Recep’in gızı Hande’yi duydun mu, iki gün önce gocaya gaçmış. Gaçtığı adam da evli dediler. Çocuğuda varmış. Benden duymuş olma ha.”

Şoförün sesini arkasındaki koltukta oturan kızın çalan cep telefonu bastırıyor. Kız açıyor telefonu, nazik bir edayla hemen giriyor konuya. “Aşkıcım otobüsteyim. Havalar iyileşiyor, elbise almaya gidiyorum. Geçen gün vitrinde görmüştüm. O kıyafeti alırsam çok yakışacak eminim. Babamın yüreğine inecek ama ne yapayım, başkası almadan o elbiseyi almam lazım. Kahrımı çekmek zorundalar. Teyzenlere falan gitmem, ben böyle iyiyim. Onun şımarık çocukları sinirime dokunuyor.”

Şoför hala araba aldığı ibo’dan söz ederek, nihayet otobüsü postanenin önündeki durağa yaklaştırdı. Durduğu an kendimi atarcasına ön kapıdan otobüsten indim. Oysa hiç böyle bir alışkanlığım yoktu. Ön kapıdan binilir, arka veya orta kapıdan inilir sistemine harfiyen uyan biriyimdir. Ama o anlar bana iyi gelmeyen bu ortamdan bir an önce kurtulma telaşım vardı. Ve arkama bile bakmadan, hemen karşıma gelen ilk sokağa daldım, geride bıraktıklarımın gözlerinden kayboldum.

“İyi, güzel. Teknolojiden yararlanıyorsunuz da, bir de nasıl yararlanılır onu öğrenseniz. Ulu orta, gerekli, gereksiz her konuşmayı toplum içinde yapmasanız. Ve hepsinden önemlisi bu konuşmaları harfleri yutmadan, yerlerini değiştirmeden düzgün Türkçeyle yapsanız, konuşmalarınız kulağa hoş gelse, istemeden dinlemek zorunda kalanlar bir de kelime çirkinliğinden rahatsızlık duymasa.” diye düşünüyorum.

Mesela: “Zübeyde hayatım, şu an otobüsteyim. Sonra konuşalım.”

Ya da acil bir telefonsa “Şu an otobüsteyim, inince ben size ulaşırım” gibi kısa ve düzgün cümleler kullanılsa. Çok acil durumlarda aranıyorsa insan, zaten o durumda otobüsü durdurup inebilir. Her türlü sohbetin bağıra çağıra yapılacağı yerler değil ki otobüsler. Üstelik bu konuşmalar cep telefonuyla olunca, karşı tarafın konuşmaları duyulmadığından anlam değişiklikleri dolu bir dizi kötü sözcüklere maruz kalıyorsunuz. Acaba bu konuşmaları istemeden duyanlar mı, yoksa cep telefonunu her çalışta açıp uzun uzun, gelişi güzel konuşanlar mı görgüsüz bilemiyorum. Bildiğimse, biz bir şeye kolay sahip olan ve çabuk benimseyen bir millet olarak, sahip olduklarımızın amacını ve kullanma şeklini bilemiyor olmamız.


Ayfer AYTAÇ – ayferaytac.com

 

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..