Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Çağımızın pantomimcisi: "Sunay Akın"

Çağımızın pantomimcisi:  "Sunay Akın"
 

Şair Sunay Akın, mesleklerine, pantomimciliği de ekledi.


Koltuk altına karpuzları, ne kadar çok sığdırırsanız, o kadar çok kredibiliteniz artar hayatta. Ezelden beridir bu söylenir durur. Şimdi koltuk altlarına karpuz sığdırıp sığdıramama meselesi yok artık. Orta yerde flaş bellek dediğimiz beyin kapasitesi var. İlim ve irfanlar onlarla ölçülüyor. Tarladaki karpuzun fazlasını da artık, inekler yiyor.

Bir köpek hoşunuza gitmişse, sorarsınız sahibine “ Cins mi?” diye. Değildir ama, sahibi “hayır, der o, düz köpek!” Haaa, anlarsınız ki, sokak köpeğinin adı, kibarca “düz köpek” olmuştur. Cins olmak, gösterişli, cicili bicili olmak mı? Asıl olan, bilgili olmak. Süsler, püsler bilgi yerine geçmiyor maalesef.

Bayram günü, TV’ lerde bir sunum vardı. Mahya’lardan, Atatürk’ten, camilerden ve ressamlardan bahsediliyordu. Bir su gibi, hayran bakışlar altında salon çıt kesilmiş, Sunay Akın’ı dinliyordu.

Bir duruşu vardı Sunay’ın, anlattığı bilimsel dilde olsun olmasın, her kelimesi, dinleyenlerinin kafasına kazılıyordu sanki. Dinleyenleri, kendisine teslim olmuşlardı.

Çok özel bir insan şu Akın. Hiç konuşmasa, mimikleri anlatıyor ve güldürüyor, düşündürüyor insanı. O bir tiyatrocu, o bir yazar, o bir oyuncakcı, sunucu, tasarımcı, araştırmacı şair gazeteci ve Showmen ve de PANTOMİMCİ.

Yazıda, öne çıkarmak istediğimiz kelimeyi, satırı tırnak içine alırız değil mi? O da öyle yapıyor. Ne ile? Vücut diliyle. Yoksa başkalarının yaptığı gibi elini uzatıp, parmaklarına açılıp kapanan, “öcü çağrışımlı” yengeç taklitleri yaptırarak değil!

Değindiği konuyu anlatırken, konuyla paralel olarak elektriklenme, vucut dilini de aşıyor. Kendinden geçiyor Sunay. Sanki ipnotize olup, transa giriyor.

Mesela anlattığı fırtınalı bir konuda bir korkuyu mu dillendiriyor. Gözleri fal taşı gibi açılıyor Sunay’ın. Otomatikman dinleyicilerinin de açılıyor. Muntazam bir elektrik akımı dolaşıyor izleyenlerle arasında.

Bir kere en bariz tarafı, rahatlığı var. Bu, konuya hakim olmanın izleri, kendinden emin olmanın bir neticesi. Ele aldığı konuları, belgesel olarak işleyip anlatırken, efektlerden, ışık oyunlarından kaçınıyor. Direkt konunun içine, cümbür cemaat dalıveriyor

O gün TV’de ressam Fikret Mualla’yı anlattı. Cumhuriyetin ilk kuşak ressamlarından. (1903 – 1967) “Futbolcu olmak istiyordu, ayağını kırınca, iyileşemedi bir türlü, bu sefer futbolcuların resimlerini yapmakla işe başladı. Bir ayağı İstanbul polisinde, bir ayağı Paris Polis karakolu nezeretindeydi.. Devrin Picasso’su, eserini imzalayıp F.Mualla’ya verirken, bir de kendi eserini hediye etmiş. O da resmi, bir şişe şarapla değiştirmişti. Ölümünden sonra eserleri Paris’te açık artırmaya çıktı, bunları Devletimiz satın aldı. Ankara Resim be Heykel Müzesinde bir Fikret Mualla Salonu oluşturdu.”

Suluboya ve pasteli iyi kullanan, Paris’in tanınmış sanatçıları arasına giren ressamımızı tımarhaneye koydular bir gün. Tedavi edilmek üzere. A, bir de baksın ki, elinde ney’i ile Tevfik de orada değil mi? Böyle günler geçirdi F. Mualla. En büyük arzusu beyaz çarşaflar içinde ölmekti. Nitekim de öyle oldu”

Ezgi Eyuboğlu, Can Atilla’nın bestesini seslendirdi. Gitar’da Evrim, Kontrbas’ta Gözde vardı. Salon bu sefer romantizme bürünmüşken, konu mahyalardan, onun kandilden ışıklı resimlerle yazılarla dini bayram gecelerinden resimler gösterdi.

“Sultanahmet Camisinin 16 şerefeli camisi vardır. Sultan Ahmet’i bu yüzden 16 ncı padişah zannedenlerimiz mevcuttur. Halbuki 14.dür. En büyük mahyalar uçaklı Atatürk resimli mahyalar, buraya kurulmuştur.”

Abdul Mecit zamanında körfezde saltanat kayıklarının kürek saysısı 7 adettir. Kendisine fors sağlamak isteyen Paris’in İstanbul Büyükelçisi M. De Valee, sandalına 7 kürek taktırıp boğazda gezinti yapınca, halktan büyük saygı görüyor. Tabi, saray kayığı zannedilerek. Paris’te Ahmet Vefik Paşa bu işe çok kızıp, misilleme olsun diye beyaz saltanat arabası yaptırıp Paris’te dolaşıyor. Onu da Napolyon zannedip, arabayı her gören, önünde eğiliyor. Paşaya haber geliyor. “Monşer o arabayı kaldırsın!” diye. O da elçinin kayığını işaret ediyor. Sonraki günler aynı araba, siyaha boyanarak dolaşıyor Paris sokaklarında”.

Sunay, araştırmacı gazetecinin ta kendisi. Koskoca, ailesinden kalma konağını, oyuncak müzesi yaptı. TV.lerde kültür programları, sanat söyleşileri, şiirlerin matinelerinde aşk ateşi ile yanan bir jön, ilginç benzetmeleri, deyişleri olan bir fikir adamı, Radyolarda Akademilerde öğretim görevlisi olarak bir hoca. Şiirleriyle bolca ödül alan. Aranan, sevilen, heyecanlı, dur durak bilmeyen, yakışıklı bir jön. Büyük bir pantomim ustası. Aynı zamanda da bir psikolog. Kısacası sempatik ve içten, cazibeli biri.

Daha ne olsun?

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..