Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Çakıltaşı kumsal

Çakıltaşı kumsal
 

Çakıltaşı kumsallar vardır. Kum değildirler, ufak çakıltaşındandır o kumsallar. Denize ulaşmak bayağı zahmetlidir oralarda.

Terliklerini çıkartırsın, havlunu serdiğin yerden dalgalara doğru yürümeye başlarsın. Çakıltaşları önceleri o kadar acıtmaz ayaklarını, daha tazedir ayaklarının altı. Terliğin verdiği rahatlıktan sonra, ayak tabanların çakıltaşlarına aldırış etmez. Bu kadarı da katlanılırdır. Zaten kaç adım ki deniz, ulaşılır! Orada deniz tuzlu ve serin, hemen rahatlayacak ayaklarının altı.

Ama düşündüğün gibi olmaz. Dört, beş adım sonra ayak tabanlarının daha narin yerleri de acımaya başlar. Ufaktan inlemeye başlarsın. Hele bir yaz güneşinin altında kor haline gelmişse o çakıltaşları, bir yandan ayak tabanların dağlanır, bir yandan batar ayaklarımızın altına sivri sivri.

Ben önce topuklarımın üzerine basmayı denerim. Oradaki deri daha kalın ve serttir hani, belki daha az acıtır diye. İşe yaramadığını gördüğümde parmak uçlarıma geçerim. Adımlarımı genişletirim. Annem, “yengeç misali zıplıyordun yine” der. Ne kadar az temas edersem, o kadar az acır ne de olsa. Ama acının azaldığı pek olmamıştır. Hatta tam tersi gerçekleşir. O adımlardan birinde öyle bir çakıltaşına denk gelirim ki, en sivrisinden! Mutlaka yaralar ayağımı. Ha gayret az kaldı, üç adım daha, sonra sudasın. Orada da çakıltaşları var ama onlar en azından sıcak değiller, diye de avunurum bir yandan. Ama yaralanmışımdır bir kere.

Sonuncu adımlar artık dayanılmaz olmaya başlar. Gözlerimizle en kestirme, en az acı vereceğini düşündüğümüz yolları aramaya başlarız, hatta birilerinin havlularının üzerine bile basarız. Bazen onlara bile çaktırmadan basarız havlularına. Dinlenir ayaklarımız o birkaç sanisede ve tekrar devam ederiz yolumuza.

Bazen de kumsalda çakıltaşlarının arasında bütün halinde kalmış büyük kaya parçları vardır gömülü. Nasıl olurda onlar parçalanmamıştır diğerleri gibi anlaşılmaz. Üzerine basarak geçeriz o geniş kayaların. Onlarda sıcaktır, ama en azından minik ve sivri değillerdir ve derimizi delmiyorlardır. Sıcağa razıyızdır.

Ve son adımla denize ulaştığımızda herşey hallalodu rahatladık sanırız. Deniz serin ve tuzlu!

Ama çakıltaşları bitmedik ki. Taşlar artık sıcak değil, ama ıslak ve kaygan. Bir de dalgaların yıkıcı kuvveti. Yüzebileceğin derinliğe ulaşana kadar çakıltaşları ayaklarına batmaya devam ederler. Bu sefer sadece ayak tabanlarına değil, yanlarına da batıyorlardır, çünkü ayakların hafiften gömülüyordur. Dalga seni devirmeye çalışırken, ayaklarının acısını düşünemez olursun. Artık bir noktadan sonra pes edersin ve kendini atarsın suya. Hep ilk kulaç acemice olur veya ilk atlayış. Sonra toparlarsın ve denizin keyfini çıkartmaya çalışırsın. Zahmetli bir yoldan gelmişsindir, havluya dönüşü de henüz hiç düşünmüyorsundur!

Hayat da böyle bir kumsal sanırım. Yumuşacık havlunun üzerinden, daha fazla keyif alacağına inandığın masmavi denize doğru gitmek istiyoruz. O azgın kumsal, çakıltaşları, güneş ve dalgaları göz ardı ederek. Yolun ne kadar yorucu ve acıtıcı olabileceğini göremeden...

 
Toplam blog
: 12
: 1618
Kayıt tarihi
: 11.08.06
 
 

Yazılacakların en zoru kendi hakkında yazılacak olanıdır. Halihazırda otomotiv sektöründe satış dep..