Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çalgıcı günlüğü...

Az önce Jandarma Yüzbaşısı, iki tane çirkin Rus kadınıyla bu koltukta oturuyordu (Ruslar genellikle güzel olur ama çirkin bir Rus kadını; çirkin bir Afrikalı ya da Brezilyalı kadından daha çirkindir, sürekli yemek yiyip bağıra çağıra konuşurlar.)

Neyse çok bulaşmayayım bu konulara sıcakta.

Sosyolog olsam oturup düşünebilirdim bunları neyse ki kültürlü bi adam değildim, müzisyendim sadece.

Bir komiyle bilek güreşi yapabilir, paramı vermeyen patronun başına sandalye atabilir, ‘isteklerinizi yazın da verin!’ diye ukala müşterileri tersleyebilirdim.

Böylesi her şeyin dışında tutuyordu beni. İyi bir şeydi bazen.

İspanyol Ahmet’in yaşına (59) gelene kadar böyle sürdürebilir miydim bu işi?

156 liraydı isteğe bağlı sigorta ama daha önemlisi haftada üç dört gün ayık kalmamı sağlıyordu, sadece 3000 gün kalmıştı İspanyol Ahmet gibi mahallenin sevilen müzisyen moruğu olmaya)

‘Abi hayırdır dalmışsın?’

‘Yerim hayrını. Yatayım ben şuracığa’

‘Al abi getirdim hadiseyi’

Garson iki küçük sandalye şiltesi ve beyaz bir masa örtüsünü önümdeki sehpaya koydu, yastık ve yorgan düzeneği tamamdı, uzandım.

Yüzbaşının ve şişman Rusların kokularını ayırt edebilirdim biraz uğraşsam.

Fakir ama mutlu bir çocukluk, istasyonları, şehirleri, limanları, caddeleri birbirine kattığımız idealist bir gençlikten sonra böyle yaşamaya nasıl alıştığımı düşündüm biraz. Sonra vazgeçtim. ‘Bırak bu işleri’ lafına karşılık gelecek şekilde kendi kendime küfürler ettim, sabaha birkaç saat vardı.

Birkaç saat sonra sapsarı bir güneş beni buraya nimetinden yararlanmaya gelmiş birisi sanacak ve suratıma doğru sıcak zehrini üfleyerek uyandıracaktı.

Kavga ettiğimiz kuyumcuyu ( Ağzı bozuk lavuğun birisiydi ‘Beni kişiliğimi korumak zorunda bıraktınız, üzgünüm’ diyerek suratına sandalyeyi geçirdim herifin -plastik-) ve orman yolunda kafama çarpan aptal yarasayı saymazsam alelâde bir gün geçirmiştim.

‘.... Melekler şahidimdir dinime, imanıma’ diyip uyudum. Söylediğim şeylere inanıp inanmadığımdan emin değildim ama bildiğim şey çocukluğumdan beri bu duayı okumadan uyuyamadığımdı. Ölüm düşüncesi insanın uykusunu kaçırmaya başladığı zaman dinler ortaya çıkmış olacak. Ölüm huzursuz eder, din uyutur.

...

Gözlerimi denize doğru açtım sabah.

Martısı, karabatağı, yosunu, kokusu olmayan kupkuru ve .oktan bir denizdi bu.

Bir kenar mahalle arsasında birikmiş bir karış su, herhangi bir hayat belirtisi görünmeyen bu denizden çok daha güzeldi belki de.

Akşam sert içkiler içmediğime sevindim ilk olarak, kısa bir uykuya rağmen dinç olduğum söylenebilirdi.

Üstelik yattığım yerleri kendim toparlayacak kadar iyi niyetli uyanmıştım.

Beni kapıp yemeye çalışmayan yarasalar ve ‘artizlik’ peşindeki sonradan görme arsa zenginleri benden uzak dururlarsa bugün daha iyi bir gün olabilirdi.

Elbette bütün bunlardan uzak durabilmek için çok zor bi yerdi burası.

...

Sahil yolunun sonundaki büfeye doğru yürüdüm.

Üçüncü alışverişimde de aynı kız vardı büfede.

İlgisi yoktu hiç benim gibi çalgıcılara.

Efes Pilsen şapkası takıyor ve mavi bir iş önlüğü giyiyordu.

Litrelik bir vişne suyu, bisküvi ve kısa 2000 sigarası aldım.

‘Altı lira’ dedi.

İyi bir adam olacaktım bugün, 11 milyon verip işini kolaylaştırdım, sabah saatlerinde bozuk para sıkıntısı çekebilirdi.

Paranın üstünü aldım ‘Buralarda gazete bulabileceğim bir yer var mı?’ diye sordum.

Sesim eşek öğürtüsü gibi çıkmıştı.

‘Birazdan otobüs şoförleri getirir, öğlene doğru gelirseniz bulabilirsiniz’ dedi.

...

Restorana geri dönerken büfeci kız hakkında hayal kurmaya başladım. İyi bir heykeltıraş olabilirdi, İstanbul’da okuyordu, zamanının kalanını burada geçiriyordu, boş durmayı sevmiyordu, bu büfe onu sosyal hayatın içinde tutuyor ve zihnini açıyordu.

Evinde iguana besliyordu, et yemiyordu, babasıyla çok iyi anlaşıyordu, sevgilisi yoktu...

...

Restoran hala boştu, garsonlar uyanmamıştı, masanın birine oturup televizyonu açtım, topçunun biri, iki yöneticinin arasına oturmuş profesyonel futbolcu mukavelesini imzalıyordu.

’Camianın büyüklüğünü biliyorum, bana güvenenleri mahcup etmeyeceğim ve hocam bana görev verdiği sürece ...’

Sonra sözü yöneticiler aldı, mütevazı olanı ‘Taraftarlarımız bu yıl takımlarının maçlarını gönül rahatlığı ile izleyecekler’ dedi.

İşini bilen bir adamdı.

Futbolcu kulüp bayrağını öpüp, muhabirlere sırıtarak poz verdi sonra. O artık zengin bir herifti ve yakında sarışın bir kadınla evlenip doğacak çocuklarının karısına benzemesini isteyecekti, çocuklarının adı da İlayda, Busenaz, Asena gibi mezar taşlarında görmeye alışık olmadığımız isimlerden ibaret olurdu genellikle.

Vişne suyunu kafama diktim.

...

Öğlene doğru can sıkıntısı ve yakıcı güneşle beraber bütün neşem kaçıverdi. Buralarda bir işe yaramama daha sekiz-dokuz saat vardı. Hiçbir şey için bir sebebimin olmadığı geldi aklıma.

Denize girmek için, ormanda koşmak için, Antalya’ya dönmek için, burada kalmak için, para kazanmak izin, sağlıklı yaşamak için, büfeci kıza sulanmak için.

Gazeteleri almaya gittim.

...

Hayallerim yeniden .oka sarmıştı, büfeci kız heykeltıraş falan olamazdı, kasanın başına oturmuş evlendirme programını dikkatle izliyordu.

Bunu nikahımızın yapıldığı gün görsem memura; ‘Hayır, öyle şey olmaz’ derdim. Kendi kendime girip çıktığım aşk ilişkisini bitirip özgürlüğüme kavuştum yeniden. Gazeteleri sordum, suratıma bile bakmadan çelik rafın üzerine Posta gazetesini koydu. ‘Başka bir gazete yok muydu?’ dedim.

‘Takvim gazetesi var’ dedi. Hayallerimin kadını Posta Gazetesi okumayan birisinin Takvim gazetesi okuyabileceğini düşünüyordu.

...

Patron dün akşamki kavga için ifademi almak istedi sonra. Herifin yaptıklarını anlattım, böyle tatsız bir olaya karıştığım için kendisinden özür dilediğimi, bir daha olmayacağını söyledim.

‘Hayatımda hiç kavga etmedim ben’ dedi. ‘Sen de etme’.

Lafı değiştirip yarasalardan, sahildeki tahtaları kırılmış iskeleden bahsettim. İlgisini çekti. Bir daha kavga etmeyeceğime inanmış görünüyordu.

...

Sonra o bomboş 8 saati nasıl doldurabileceğimi düşünürken bunları yazmış bulundum.

Çok duyarlı bi yazı olmadı belki.

Kendim için yazdığım tuhaf sayıklamalarımdan birisi yine.

Oluversin böyle.

Morali bozuk kardeşinizin.

3000 gün sonra süper, sevgi dolu bi öyküde görüşmek üzere sevgili okurlar. Kendinize iyi bakınız.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..