Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '07

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Cam kırığı düşler!

Cam kırığı düşler!
 

“Ömrümüz derin suların özetidir aşıktır, / yabandır, / asidir, / ömrümüz dolaşır o diyar bu yar” / ömrümüz, / biz ölünce geride kalan giysilerin nesidir?

“ Yılmaz Odabaşı”

Hani hepimizin hayalleri vardır ya, hani bir türlü kopamadığı, vazgeçemediği düşleri… Hani bazen bir ömür boyu koşarız da o düşlerin peşinden, bulduğumuzu zannedip dalarız ya rüyalara. Allayıp, pullayıp, rengârenk boncuklar takarak süsleriz ya tüm düşlerin kanadını, bazen de paramparça olup boyanır ya sahne kırmızıya… Kıpkırmızıya…

Bu düşler nasıl başlar, nasıl gelişir, nasıl büyür, nasıl vücut bulur benzer masallar farklı bedenlerde? Düşlerin yaşı, başı, cinsiyeti, bir miadı var mı mesela, ya da olmalı mı? Düşlerin sonsuzluğu ile düş kırıklığı arasındaki ilinti ne kadardır? Düşleri takıntı haline getirmek doğru mudur, ne kadar doğrudur? Düşler olmazsa ne olur?

Peki, düş kurma evresi ne zaman başlar, anne karnında mı, yoksa daha da mı öncesinde? Belki de birilerinin düşlerini devralıyoruzdur, kim bilir?

İnsan karakterinin oluşmasındaki en önemli evrenin sıfır altı yaş arası ile ilköğretim yılları süresi olduğu söylenir. Bu veriden yola çıkarak çocukluğuma, masal kitaplarına dönmek istiyorum.

Pamuk prensesle beyaz atlı prensin, Leyla ile Mecnun'un, Kerem ile Aslı’nın masal kitaplarıyla büyüdük biz. O kitapların kahramanlarıyla özdeşleştirdik kendimizi. Bu masallar, beyazla başlar, pembeyle kenetlenir, pembe bağlamında da son bulurdu. Diğer renklerin varlığından hiç bahsedilmezdi o kitaplarda, geride kalan süreçte ne olup bittiği konusunda hiç birimizin fikri yoktu. İşte bu söz edilmeyen süreçte, hiç beklemediğimiz bir anda, aniden çıkardı karşımıza hayat.

Peki, niye bu pembe masallarla büyütüldük biz? Niye diğer renkleri de içinde barındıran kitaplar özenle saklandı veya "cızzzz kitaplar" kategorisine sokularak özenle uzaklaştırıldı bizden? Hayatı daha gerçekçi kurgulayan kitaplarla geliştiremezler miydi hayal dünyamızı. O zaman daha donanımlı, daha hazırlıklı yakalanmaz mıydık biz bu hayata.

İşte her tarafı taşlarla, tümseklerle, çukurlarla dolu olan hayata gözü kapalı daldık biz. Beklenmedik fırtınalar çıktı karşımıza, beklenmedik yağmurlarda sırılsıklam ıslandık. Düştük, kalktık, bir daha düştük, bir daha kalktık. Kuytu köşelere savurdu bizi hayat, hazırlıksız yakalandığımız bu fırtınalarda. İşte sırf bu yüzden daha çok yandı canımız, daha çok kanadı yaramız. İster istemez öğrendik hayatı. Düşüre kaldıra, yerden yere vura-vura kendini tanıttı bize hayat, bir güzel kavrattı, kendisinin aslında o kadar da pembe olmadığını.

Ama hiçbir zaman yılmadık, hiçbir zaman kopmadık, kopamadık düşlerimizden. Düşler olmazsa hiçbir şey olmaz, düşler olmazsa hayatın bir anlamı kalmaz çünkü.

Onun için yine koşacağız düşlerimizin peşinden, hem de iflah olmaz bir sevinç, iflah olmaz bir hevesle, dörtnala, onu yeniden keşfetmişçesine. Fakat biraz daha gerçekçi bakarak, hatta görerek, biraz daha farkında olarak hayatın... Nede olsa biraz büyümüş sayılırız artık. Öyle değil mi?

Son olarak diyorum ki; her ne kadar pembe olsanız da iyi ki varsınız düşlerim. İyi ki en kötü anımda bile beni hiç terk etmediniz. İyi ki benimlesiniz. Yoksa ben, ben olamazdım ki zaten.

Renkleri hiç solmayan bir yaşam dileğiyle. Umarım tüm düşleriniz gerçek olur...

Yine Odabaşı’nın çok sevdiğim bir alıntısıyla son veriyorum düşlere.

(Herkes arar pembesini / oysa kendinden ötesi yoktur / kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…)

Rengi ne renk olursa olsun, düşlerle kalın.

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..