Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '08

 
Kategori
İnternet
 

Camın arkası

Camın arkası
 

Camın arkasında yepyeni bir dünya var. Ve siz istemesinizde oraya geçeceksiniz. Bu kader sizin.


Ülkemiz, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana 85 yılı aşan bir süreç geçirdi. Yaşanan bu uzun süreye rağmen kuruluş yıllarında dedelerimizin çektiği sancının izleri yüreklerimizden silinmiyor. 70’lerin çocukları, daha ilkokul yıllarından itibaren kendilerini kurtuluş ve kuruluş mücadelesinin içindeymiş gibi hissettiler. Elli yılı geride bırakmış bir Cumhuriyet, anarşi, kan, ve yanı başında dumanı tüten Kıbrıs mücadelesi, o günün yetişkinlerine çocukları üzerinde daha titiz olmayı gerekli kılardı. Ama yetişkin kitlenin büyük bir bölümü yavaş ve derinden gelen şok dalgasının farkına varamadı bile.

Önceki nesiller istemsiz bir refleks dürtü olarak babaları, ağabeyleri tarafından yaşanan, kendilerinin yaş olarak pek yetişemediği kurtuluş ve kuruluş mücadelesinin etkilerini küçük beyinlerimize aşılamakla görevlerini savmanın derdindeydiler. Farkında olmasalar da sorunlu bir nesil ortaya çıkıyordu.

Tüm bu olumsuz koşullara ek olarak dünyanın bütününde yaşam standardı üzerinde hem görsel hem de sosyal anlamda değişimler yaşanmaktaydı. Post-modern ve uçlarda olan yaşam şekilleri şehirlerde yayılmaya başlamıştı. Başta Avrupa kentleri ve metropol diye tabir edilen aşırı kalabalık kentler, meydanlarında, büyük caddelerinde olup biten çarpıklıklara sessiz kalmaya itilmişti. Toplumsal duruş, tanımsız ve tavırsız bir düzeysizliği kendine düzey olarak seçmişti.

Acımasız bir bireysel yaşam kaygısı kim olursa olsun ayrım gözetmeden dengeleri alt üst ediyordu. Şehirler büyüyor, yeni şehirler oluşuyordu. İşte böyle bir sosyo-kültürel (ne kadar sosyal yada ne kadar kültürel denirse..) ortamın içinde, ortalama her yaştan bir milyon çocuk, gençliğe adım atmaktaydı. O günlerin darp edilmiş demokrasisi içinde düşünce ve düşünme denilen şeylerin anlamı öğretilemiyordu. Onbeşinde, onyedisinde, yirmisinde karanlık bir boşluktan gözleri bağlanmış geçmeye mahkum edilenlerden pek azı önlerinde ilk kez bir ışık gördüler...

Sayıları çok azdı bu ışığı görebilenlerin. Kör olduklarından değildi görememeleri. Yaşadıkları ülkenin 70 sente muhtaç bir halde ortada bırakılmasındandı körlükleri. Işığın bedeli çok değildi. Ama yoktu, yoksuldu. (Bazıları gelişmekte olan diyerek avutsa da kendini!) İmkanları yetersiz ve çaresizdi. Yardım almasının, el açmasının sebebi de buydu zaten.

Işık, titrek bir nokta olarak karanlık boşlukta bazılarının yolunda kılavuz olmuştu. Kendilerini bu ışığa kaptıranları büyüleyen şey bilgisayardı. Küçük bir kutunun camdan yüzeyinde yanıp sönen binlerce ışık. Kutunun içine bir dünya sığıyordu. Hiç alışık olmadıkları bu plastik, metal yığını ve cam parçası, büyülüydü. Kendine çektiği gençleri kolayca camın arka tarafına çekiyordu. Sihirli bir cam, çocuklarını, kardeşlerini, arkadaşlarını ellerinden alıveriyordu. Bazıları için yepyeni ikinci bir dünya daha vardı! Onlar camın arka tarafına da geçebiliyordu.

Bu yeni dünyanın kuralları zordu. Bilginin güç olduğunu burada gördüler ilk kez. Ne kadar bilgi o kadar güç demekti! Yetenek ve beceri de öğrenilebiliyordu! Ayaklar olmadan koşmak, eller olmadan amuda kalkmak mümkündü. Burada doğrunun ve yanlışın, gerçek ve sahtenin arasında çizgi yoktu.

    Var olan tek çizgi, camın arkası ve önü arasında çizilmişti.

Bu yeni dünyanın ilk bireylerinin (öncülerinin) yaşam şartları çok zorluydu. Basit işlemler için sayfalarca bilgiyi ezberlemek gerekiyordu. Edebiyat dersinde iki kıta şiir okuyamayan çocuklardı bunlar! Yada matematik dersinde basit bir denklemi bile çözemeyen gençler, sayısız değişkenden oluşan fonksiyonlar yazabiliyordu. (Demek ki sorun öğrencinin öğrenememesinde değil, öğretmenin öğretememesindeydi..)

Süreleri ömürleri ile sınırlı olan insanlar, yeni dünyayı bu dünyaya tercih etmişlerdi. Gurbetçiler gibi ayrı kalmışlardı arkadaşlarından, sevdiklerinden, sevildiklerinden... Yeni dünya çok kıskançtı. Zamanlarının tümünü istiyordu. Uzak kalmanın bedelini de koymuştu. Ağırdı bedeli. Kurallar katıydı.

    Gökdelenler, köprüler, otoyollar yoktu! Ama yepyeni bir dünya oluşmuştu camın arkasında.

Aradan geçen yıllara değmişti. Kurallar oluşmuş, düzen kurulmuştu. Binlercesi geçebiliyordu artık camın arkasına. Her geçen gün sayı daha da artıyordu.

Artık kuralları camın önünde de kullanma zamanı geldiğinde gerçek dünya hiç tepki göstermedi. Birer ikişer kurallar kabul edilmeye başladı. Uyum süreci sorgusuz sualsiz başlamıştı.

Üniversiteler, şirketler, bankalar, araştırma kuruluşları ve kamu kurumları yeni dünyanın kurallarını kabul etmiş ve kontrolüne girmeye başlamıştı. Büyücünün iksir fıçısı kırılmıştı. Tüm dünya camın arkasına geçmişti sanki.

    Camın iki yanını da bir yapmanın zamanı geliyordu.
    O an geldiğinde eski, hiç hatırlanmamak üzere unutulacaktı.

Murat Sevgi

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..