Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '07

 
Kategori
Siyaset
 

Çanakkale' yi geçemediler amma !

Çanakkale' yi geçemediler amma !
 

Bu gün 18 mart, Çanakkale geçilmezin yıl dönümü, hepimiz cok gururluyuz, yaşasın Türk milleti, dur yolcu.

Ne güzel bir duygu değil mi? Ne güçlü, ne ruhlu, ne mücadeleci bir milletmişiz!!

Bu yazıyı yazarken ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Çanakkale’ye gittiğim, gezdiğim, ne zorluklarla kazanılmış savaşın izleri aklıma geliyor.
Evet ağlamak istiyorum.

Eminim ki o kadar zorluklarla muhteşem bir mücadeleye imza atmış şehitlerimizin de, mezarlarında kemikleri sızlıyordur.

Ey Türk gençliği;dedi, M. Kemal Atatürk
Biz Türk gençliğine emanet etti bu güzelim ülkeyi, Evet şimdi sene 2007 Çanakkale’yi geçemeyenler, şimdi AB adı altında ülkemizi işgal etmeye çalışıyorlar. Bizlere pancar, tütün ektirmiyorlar, incirlik üssünü kullanıp, sonrada kuzey ırakta Kürt devleti vardır diyorlar, arkasından utanmadan ermeni soykırımı yaptınız diyorlar, demokratik bir ülke olmalısınız deyip, sahip olduğumuz bütün değerlerimizi bir bir baltalıyorlar.

Unutmayalım ; Irak savaşının başladığı günleri, Saddam Hüseyin’in devrildiği günleri,
Amaç neydi ? Irak halkına demokrasi getirmek!
Bizim demokrasi anlayışımız bu olmayacak, olmamalı, bunun için vatanımıza, bayrağımıza, şehitlerimizin dökülen kanlarına sahip çıkalım!! Başka bir Türkiye olmayacak ! Başka bir Türk milleti yok !

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahfesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Avustralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da züldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz.
Sonra melundaki tahribe müvekkil esbap,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harabı.
Öteden saikalar parçalıyor afaki;
Beriden zelzeleler kaldırıyor ama ki;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağım,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağanak sağanak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi ser haddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
Asımın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdada inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhidi...
Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
Herce ü merci ettiğin edvara da yetmez o kitaba...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Kabe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, Riga namıyla;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecir ile avizeni lebiz etsem;
Tellenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi icmaline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, asara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.
MEHMET AKİF ERSOY

 
Toplam blog
: 313
: 2778
Kayıt tarihi
: 15.03.07
 
 

16.10.1974 Samsun / Havza doğumluyum. Şu anda bir lojistik firmasının ortaklarındanım. İşimde ilk..