Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '15

 
Kategori
Deneme
 

Çanakkaleli Tıbbıyeliler

Çanakkaleli Tıbbıyeliler
 

“Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum!”
 
M. Kemal ATATÜRK
 
 Atatürk’ün bu sözü Çanakkale Savaşı’nı özetliyordu aslında. Çanakkale’ye gidenlerin hiçbiri dönmeyi düşünmedi. Tek düşünce vatanı düşman işgalinden kurtarmak, vatan toprağını küfre çiğnetmemekti. Analarını, aşklarını, hayallerini ve eğitimlerini hiç tereddüt etmeden geride bırakarak, dönemeyeceklerini bile bile Çanakkale’ye koştular; çünkü vatan kaybedildiği takdirde gerisinin hiçbir önemi yoktu.
 
Çanakkale yeryüzüne kurulmuş bir mahşerdi sanki. Genciyle yaşlısıyla, erkeğiyle kadınıyla, cahiliyle, mekteplisiyle “tıbbiyelisiyle” oradaydı bütün Anadolu. Türk’ün vatan, bayrak, millet ve hürriyet sevgisini göstermek için yaşlarına bakmaksızın oradaydılar. Bu kadar insanın hayatını feda etmesi, Çanakkale’de bir güneş gibi batmasının sebebi Türk olmaları mıydı, Türk doğmaları mıydı, neydi bu insanların günahı, neydi Türk’ün kana susamış batıdan(!) çektiği, neden acımasızca, namertçe saldırıyordu batı Türk’e neden? Çanakkale onların son umudu, bizim için ise yeni bir başlangıç olacaktı. Ya Çanakkale geçilip Türk’e öldürücü darbe vurulacak ya da Türk, dünyayı bir kez daha yazdığı destanla titretecekti.
 
Dört bir yandan Türk’e saldırdı batı. Hasta adamın iyileşmesine izin vermeden onu öldürmek için bütün gücüyle saldırdı Çanakkale’de. Ya Türk yok olacaktı ya da batı attan düşmüşe dönüp “Geldiği gibi gidecek” idi. Başta batı olmak üzere bütün dünyayı şaşkına çeviren son geldi: Türk, dünya tarihine altın harflerle “Çanakkale Destanı”nı kazıdı.
 
Bu acımasız savaşta kuskusuz herkes elinden gelenin ötesinde işler yaptı; fakat bir grup vardı ki onlar hem cephede hem de cephe gerisinde zafere önemli katkılarda bulundular: “Tıbbiyeliler”. Bir taraftan savaşıp bir taraftan da yaralıları tedavi etmek için sürekli mücadele verdiler. Onlar kurşun ve top yağmurunun içinde “Çannakkale’nin Kahraman Tıbbiyelileri” olarak tarihe geçtiler. Bu savaşın tıbbiyeliler açısından ne kadar büyük bir kayıp olduğu en azından şu örnekle anlaşılabilir: I. Dünya Harbi’nin başlamasıyla birlikte tıbbiyeliler silah altına alınmaya başlandı. Bu dönemde sadece 1. sınıfta eğitim görerek  okullarını bırakıp Çanakkale’ye koşan tıbbiyeli öğrenci sayısı kayıtlara geçen bilgiye göre 2500 civarındadır. Savaşın bu acımasız kana susamışlığı ve yok etme arzusundan dolayı cepheye koşan öğrencilerinden yoksun kalan Haydarpaşa Tıp Fakültesi, 1915 senesinde eğitim verememiş ve okul bir yıl zorunlu tatil ilan edilip yaralılar hastanesi olarak hizmet vermiştir. Savaşın sona ermesiyle beraber tıbbiyeliler terhis edilmiş; buna rağmen okul eğitime başlayamamıştır. Çünkü öğretim üyeleri ve öğrencilerden çok fazla kayıp vardı ve bunların bir bölümü de hala vatan için çeşitli cephelerde çarpışmaktaydı. Bir başka ve belki de savaşın tıbbiyeliler açısından en dramatik ve hüzünlü örneği, 19 Mayıs sabahı şahadet şerbetini yudumlayan tıbbiyeli ecdadımızdı:
 
“19 Mayısın Kör Şafağında Kırılan Tıbbiyeli Neferler”
 
19 Mayıs hadisesi tarihimizin en ilginç ve en dramatik gelişmelerinden biridir. İleride kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin aydın kadrosunu ve yönetici sınıfını oluşturacak olan İstanbul, Vefa ve Galatasaray Lisesi talebeleri ile İstanbul “Tıp Fakültesi”, Dişçilik ve Eczacılık Fakültesi ve medrese talebelerinin yüzde doksanı 19 Mayıs Taarruzu’nda  altı saat içinde katledildi.
 
19 Mayıs Taarruzu kararı, 10 mayıs günü cepheyi kontrole gelen Enver Paşa tarafından 5. Ordu Komutanı Alman Liman Von Sanders’e Anzak askerlerinin denize dökülmesi yönündeydi. Alman komutan da bu taarruzdan taraftı. 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa ise 25 Nisandan beri verilen on beş bin kaybı gerekçe göstererek bu taarruza karşı çıkıyordu. Esat Paşa bölgede bir sıklet merkezi oluşturup taarruzu gerçekleştirme fikrinde  iken Enver Paşa ve Liman Von Sanders, bütün cephe boyunca taarruzdan yanaydı ve Esat Paşa’nın fikrine ciddiyetle yaklaşılmadı. En sonunda 18 Mayısı 19 Mayısa bağlayan gece, saat 03.30’ta taarruz kararı alındı. Bunun üzerine çoğunluğunu İstanbul’daki liselerin ve başta “tıbbiye” öğrencileri olmak üzere Darülfünun’un çeşitli bölümlerinin öğrencilerinin oluşturduğu 2. tümen, 13 Mayısta İstanbul’dan hareket edip 17 Mayısta cepheye ulaşmıştır. 18 Mayıs akşamı söz konusu tümen, Kırmızısırt üzerinde dar bir cepheye yerleştirilmiştir. Nihayet planlandığı gibi vakit kaybedilmeden taarruza geçilmiş; ancak taarruz topçu hazırlığı olmaksızın, sadece süngü hücumu şeklinde, düşmanın sağlamlaştırıp top ve makineli tüfek takviyesi yaptığı mevzilere yapılmıştı. Anzaklar, saldırıyı bizlere büyük kayıplar verdirerek püskürttüler. Çünkü Anzaklar muhtemel bir taarruzu beklemişler ve ona göre hazırlıklarını yapmışlardı.
 
19 Mayıs Taarruzu’nda çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu 1. ve 5. alaylar, ön saflarda çarpışmışlar ve en büyük kaybı vermişlerdi. Bölüklerin zayiatın fazlalığını ve artık saldırı güçlerinin kalmadığını rapor etmeleri ile taarruz sona ermişti. 19 Mayıs 1915, sabah 03.30’da başlayıp 09.30’da biten taarruz, büyük kayıplarıyla beraber büyük bir hüsran doğurmuştu.
 
İçinde yüzlerce tıbbiyelinin ve liselinin de bulunduğu binlerce kahraman, tek bir gecede, orada şehit düşmüştü. Bundan dolayı muharebenin geçtiği bu yer artık Kanlısırt diye anılacaktı.
 
Taarruzla ilgili söylemlere baktığımızda, dönemin İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği ataşesi Aubrey Herbet diyor ki: “Oraya buraya serilmiş cesetlere yaklaşmaya, ölümün o iğrenç kokusunu duymaya başladık. Biz düzlüğün üzerine çıkmıştık. Orada aşağı yukarı 4 bin Türk ölüsü yatıyordu. Anlatılması imkansız bir şeydi bu. İnsan yağmura ve kötü havaya şükrediyordu…”
 
Avustralyalı savaş muhabiri Charles Bean: “19 Mayıs 1915, saat 03.20’de Türkler saldırıya geçti… Türklerin büyük çoğunluğu ölmüştü… Siperin altındaki Türklerin yaraları dehşet vericiydi. Kiminin kafasının yarısı yoktu. Bir yıldız biçiminde ya da kırılmış bir pencere camı gibi parçalanmış kafalar gördüm. İnsan elini içine sokabileceği büyüklükteydi.”
 
Son olarak bu taarruzla ilgili İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşiroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cengiz Kuday’ın tespitlerine değinelim: “Enver Paşa İstanbul Üniversitesi’nin şimdi rektörlük olan tarihi binasına gelir, kürsüye çıkar ve genç üniversitelilere, milliyetçilik duygularını şaha kaldıran müthiş bir konuşma yapar. Bu konuşmayla galeyana gelen “tıbbiyeliler” bir gecede askere yazılır. Bir de İstanbul Erkek Lisesi’nin henüz bıyıkları terlememiş, 55 delikanlısı...
 
Tam 10 bin tane gencecik delikanlı, çok kısa süren bir eğitimin ardından Çanakkale’ye sevk edilir.
 
Hücum başlar, ne bir ateş açılır ne bir hücum borusu çalınır. Önde subayları, arkada süngü takmış gencecik öğrenciler, sırtlardan düşmanın üzerine dalga dalga akar. Bir anda kızıl kıyamet kopar. Saldırıyı gören Yeni Zelandalı ve Avustralyalılar, öğrencileri top ateşine tutar.
 
Yaşları yirmiyi bile doldurmamış olan “10 bin öğrenci askerin” 9 bini 3 saat içinde şehit düşer. 1915’in 18 Mayısı 19 Mayısa bağlayan gecesi, Çanakkale Savaşlarının en kanlı ve kayıplı günlerinden biri olarak tarihe geçer.”
 
Bu taarruza şahitlik etmiş kişilerin söylemlerindeki ortak noktayı, bir subayımızın “En nazik insanın dahi vahşileşmesi ve en vahşi insanın dahi gözyaşı dökmemesi kabil değildir.” sözü kısaca özetlemekteydi.
 
Bu muharebede çarpışan 2. tümen ne bölgeyi tam anlamıyla biliyordu ne de tam anlamıyla eğitimden geçmişti. Özellikle “tıbbiyeliler” ve liseliler cephe gerisinde düşünülürken bir anda kendilerini savaşın ortasında bulmuşlardı. Geleceğin Türkiye’sinde önemli görevler alacak olan bu gençler, altı saatlik bir dilim içerisinde adeta kıyıma uğramışlardı. Bir hilal uğruna binlerce güneş Çanakkale mahşerinde batmış ve ileride kuracağımız devletimiz, bu kayıpların boşluğunu derinden hissedecekti. Bizim temennimiz, ne bir daha Çanakkale Destanı yazmak ne de İstiklal Marşı söyletmek. Allah, milletimize o günleri tekrar yaşatmasın; fakat bundan da özgürlüğümüzden ve toprağımızdan vazgeçtiğimiz anlaşılmasın. Bize vatan olacak toprak, kanla sulanıp gözyaşıyla bereketlenince vatan olur. Bizi bölmeye çalışanlara tavsiyemiz şudur: Türk merhametlidir; ama söz konusu vatan ve bağımsızlıksa etraf mutlaka kan kokar. Yazıma Atatürk’ün bir sözüyle başladım ve yazımı başka bir sözüyle bitirmek isterim:
 
“Ya istiklal ya ölüm!”
 
 
 
Murat SIRAKAYA
 
Toplam blog
: 2
: 212
Kayıt tarihi
: 18.11.14
 
 

Kırıkkale doğumlu olan Murat Sırakaya, tıp fakültesinde eğitimine devam etmesinin yanı sıra çeşit..