Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '09

 
Kategori
Öykü
 

Canını sokakta bulanlar

Canını sokakta bulanlar
 

Bir poyraz dökmüştü, tükürüğü havada donduracak cinsten. Kaldırıp atmaya çalışıyordu balıkçıların bürünüp yattığı battaniyelerini. Küçük koyda demirli sandalsa, kayalara ha çarptı ha çarpacaktı.

Fırladı yerinden Kaptan. Kuma belenmiş battaniyesini silkelerken, poyraz savurdu onu ve döndürüyordu bir topaç gibi. Kaptan, kaptırmadı battaniyesini sert rüzgâra. Zorla da olsa, dürüp büktü ve koltuğunun altına aldı sarılıp yattığı emektar sevgilisini. Sonra da ayağıyla dürttü arkadaşını. “Uyan, İbrahim! Haydi, kalk. Poyraz çıkmış.”

Koştular sandalın yanına ve asıldılar ipine. Poyraz neredeyse atacaktı onları denize. Kaptan demir alırken, arkadaşı avucuna üflüyordu sıcak nefesini. Dönüp baktı Kaptan ve öfkeli bir ses tonuyla bağırdı ona: “Daha ne duruyorsun? Taksana kürekleri.”

Deryada şişe mantarı gibiydi, sandal. Kürekçiye değil de poyraza boyun eğiyordu. Bin bir güçlükle aştılar burunu. Biraz daha dingindi ağı döktükleri küçük koy. Toplamaya başladılar ağı. Balıklı yerini bir tarafa, boş kısmını diğer tarafa yığıyordu, Kaptan. Sandalsa sallanıyordu bir o yana bir bu yana. İrili ufaklı, rengârenk balık takılmıştı ağa. İki de lagos çıktı. Bir ara zorlanmaya başladı, Kaptan. Çekemiyordu ağı. “Allah, Allah! Ne oluyor buna yahu” diyordu. Ava bir zebella takılmış, gelmiyordu. İkisi birden zor çekti onu. Bir köpekbalığıydı, sandala çekip çıkardıkları. Ağı da yırtmıştı. “Gözünü fakirin ağına mı diktin, be köpek” diyerek söyleniyordu Kaptan. Ağı kurtarıp atıverdiler köpekbalığını denize. “Yine de fena değil, be Usta, kısmetimiz” dedi yardımcısı İbrahim.

Kürekler çıkarıldı. Kaptan motorun başına, yoldaşı da dümene geçti. Taktı kolçağı, döndürdü. Pat! Pat! Pat! Bir kez daha denedi. Çalıştı motor. Deponun kapağını açıp baktı, Kaptan. “Bu benzin bizi köye götürmez” dedi “petrol istasyonunun karşısına ancak varırız.” Yol alıyorlardı yavaş yavaş. Burunu aşınca, poyraz kükremeye başladı. Sandalın başı havalanıyor, pat diye yeniden düşüyordu suya. Deniz delirmiş, kabarıp taşıyordu. Coşup geliyordu sandalın üstüne üstüne dalgalar. Balıkçılar da sandalla bir iniyor, bir çıkıyordu. Sürekli de ıslanıyorlardı. Titriyorlardı. Donmak üzere olan parmaklarını koltukaltında ısıtıyorlardı. Deniz durmadan tükürüyordu balıkçıların üstüne başına. Kar fırtınasıydı sanki esen. Her ikisinin de yüzünde gözünde tuz tabakaları oluşmuştu. Böyle giderse, kardan adam değil, tuzdan adam olacaklardı.

İbrahim’in rengi attı. Sararıp soldu yüzü. Dayanamadı; uzandı güverteye, uzattı başını küpeşteden dışarıya ve başladı böğürüp püskürmeye. Onun o halini görünce, Kaptan çevirdi başını, neredeyse midesi oynayacaktı yerinden.

Benzinliğin hizasına gelmişlerdi. Kaptan çekti bir koya içi su dolu sandalı. “Haydi, İbrahim atla karaya da bağla şunu.” Arkadaşı sarhoş gibiydi, ip elinde güçlükle atladı karaya. Kaptan demiri attı suya, benzin bidonunu alarak o da çıktı.

Bidonu verdi İbrahim’e. Para da uzatarak “Haydi, benzin al gel” dedi. Yardımcısı tuttu petrol istasyonunun yolunu.

Kaptan, bir kayanın dibine çalı çırpı birledi ve ateş yaktı. Poyrazla alevler de denize doğru gidiyordu. Isınmaya çalışıyordu balıkçı, ateşin bir sağına bir soluna geçerek. Ceketini çıkardı, kolundan bir değnek geçirerek tuttu ateşe. Yükselen buharlar da koşuyordu geldikleri yere doğru. Biraz sonra giydi onu, bu kez de şalvarını kurutmaya çalıştı. Kurudukça o siyah şalvarda beyaz tuz lekeleri oluşuyordu.

İbrahim nefes nefese kalmıştı, geldiğinde. “Usta, benim acele bir işim çıktı, seninle gelemeyeceğim” dedi. Ne olduğunu sordu Kaptan ama yanıt alamadı. Yoldaşı, benzin dolu bidonu bıraktığı gibi koşmaya başladı karayoluna doğru.

Ateşin feri de geçmişti. Çiğnedi yanmakta olanları çizmesiyle. Üzerini de kapatıverdi kumla. Aldı bidonu, gitti sandalı bağladığı taşın başına. Çözdü ipi, asıldı sandalı ve atladı içine. Bidonu boşaltı depoya ve başladı asılmaya zinciri. Çıpayı çekti sudan, koydu pupaya.

Kolçağı taktı yerine, hızla döndürdü. İnatlaşmadı motor. Kaptan da geçti dümene, tuttu yekeden. Gemine asılınmış at gibi şaha kalkıyordu sandal. Bazen uçtan bazen de yandan köpüklü sular giriyordu içine. “Yarın ağın taksitini yatıracağım, otobüs gelmeden bu balıkları lokantaya mutlaka ulaştırmalıyım. Geç kalırsam, yarı fiyatına gider. Ölmek var, dönmek yok” diyordu Kaptan. Önden gelen dalgalar yüzünden zor ilerliyordu sandal. Yarılan dalgalardan yükselen tuzlu su, yağmur gibi yağıyordu teknenin içine. Sırılsıklam oldu, balıkçı. Saçından, kaşından, yüzünden süzülüyordu sular. Yağmurda ıslanmış tavuğa dönmüştü. Soğuk dışını, korkuysa içini kemiriyordu.

“Uygun bir koy da yok ki bu taraflarda, sandalı bırakıp, balığı alsam gitsem. Sarp kaya sol tarafım. Hey, Allahım! Neymiş bu çilem! Kaç defa şu mesleği bırakıp gideyim şehre, bir fabrikada işçi olayım dedim ama olmadı işte. İki bebek bir de yaşlı ana. Kolay mı dört boğazı doyurmak şehirde, kolay mı sanki orada yaşantı! Ev kirasını ödeyemeyenleri atıveriyorlarmış kış günü sokağa. Isınmak da büyük dertmiş oralarda. Çalı çırpı toplayıp dışarıda ateş de yakamaz, yemek de pişiremezmişsin. Tüp gaz almak gerekirmiş. Eh işte, kısmetimize razı olup kaldık buralarda.”

Dalgalar azdıkça azıyordu. Kaptan, ölümün nefesini ensesinde hissediyordu. Yapayalnızdı bu kudurmuş denizde. Başına bir iş gelirse, ölüsünü bile bulamazlardı da balıklara yem olurdu. Yalvarıyordu can yoldaşı sandalına: “Haydi, Derya Gülüm! Dayan, ne olursun dayan. Koyma beni yarı yolda. Sonra kim bakar anama, karıma, çocuklarıma! Neyim var ki benim senden başka. Sigortam da yok. Aylık da bağlanmaz onlara. Bu kahrolası düzeni, düzerken bozmuşlar! Haydi, gülüm! Bana senden başka kimseden fayda yok, sık dişini. Bırakma beni.”

Hem soğuktan hem korkudan titriyordu Kaptan. Yekeyi tuttuğu elinin parmakları morarmaya başlamıştı. İkide bir yer değiştiriyor, üşüyen elini sokuyordu koynuna. “Ha gayret! Yenilme dalgaya da soğuğa da. Ölmemek zorundasın. Giderken para bırakamadığın gibi bir de borç bırakacaksın. Hayır, ölmeyeceksin, hoşça kal dünya demek yok. Pes etmek yok, anladın mı, Kaptan” diyordu kendi kendine.

“Ne o? Beni aramaya gelenler var, galiba” dedi ve gözlerini ovuşturdu. “Delirdim herhalde. Kim gelecek be oğlum. Deli olan deli bile çıkmaz bu fırtınada denize.” Sandal tekrar havalandı ve düştü suyun yüzüne. Sağından solundan biraz daha su girdi.

“Ha gayret, gülüm. Şu burunu aştık mı kurtulacağız.” Ama dalgalar neredeyse yutacaktı sandalı da kaptanını da. Sürekli su giriyordu. Kaptan bıraktı dümeni. Aldı eline tenekeyi, boşaltmaya başladı sandalın suyunu. Çıkardı ayakkabısını. “Su daha sıcakmış” diyerek soktu onları içine. Birkaç teneke boşalttıktan sonra geçti dümenin başına.

Çaldır çaldır ediyordu dişleri. Tir tir ediyordu her yanı. Tuzlu suyun yaktığı gözleri de kan çanağına dönmüştü. Elbisesi çıkarılıp sıkılsa, bir kova su çıkardı.

Kaptan bildiği tüm duaları okuyordu. “Tanrım, beni düşünmüyorsan, evimdekileri düşün bari. Kim bakacak onlara. Biri yaşlı, diğerleri çocuk. Kadın başına ne yapabilir karım?”

Sinsi bir uyku sarmaya başladı Kaptan’ın bedenini. “Hayır, hayır! Kanmayacaksın bu derin uykuya” dedi ve ısırdı moraran parmağını. Ilık kan değdi dudaklarına.

“İşte, gülüm. Burun karşıda. Ha gayret!” Biraz daha gaz verdi motora. Suaygırına döndü sandal. Dörtnala gidiyor, zıp zıp ediyordu. Önden de yandan da su doluyordu sürekli sandala. “Bu daha tehlikeli” dedi Kaptan ve kıstı motorun gazını. Dev dalgalar bıkıp usanmadan dövüyordu sandalı.

Bir süre daha dayandı Derya Gülü azgın denize. Burunun ucunu aştığında, kocaman dalgalar artık yerini küçüklerine bırakmıştı. Ölüme yenilmediği için de mutluydu Kaptan ama bitkindi.

Limana ulaştığında, boşalıverdi balıkçı kahvehanesi. Koştular Kaptan’ın yardımına. İbrahim de aralarındaydı. Kaptan ona, “Neden kaçtın? Neden yalnız bıraktın beni” dedi kırgın bir ses tonuyla. “Ben canımı dağda bulmadım, bu fırtınada ancak deliler kayıkla gelir. Ben senin gibi değilim, seninki delik, hem de zır zır delilik” oldu İbrahim’in yanıtı da…

Mustafa B. YALÇINER

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..