Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '13

 
Kategori
Siyaset
 

Çankaya'nın günahları

Çankaya'nın günahları
 

*Biz büyük bir maziden geliyoruz

Valla nereden geldiğimizi aslında pek bilmiyorum. Nereye gittiğimizi de. Sen Atilla’nın torunuysan ve de Atilla’nın diz çöktürdüğü kimselerin helâlarını temizliyorsan bana hikâye anlatma.

İnsanımız Almanya’da bunu yapıyor. Çünkü tanıyan bilenler kendisini bu halde görmüyor. Türkiye’ye gelince birden Türklük damarı tutuyor, başına Atilla’nın başlığını takıp ağa gibi bey gibi köy kahvesine kuruluyor.

Ufak işlerde çalışmaz. Simitçilik, boyacılık yapmaz. Müdürlük, patronluk, ustabaşlığı verirseniz olur. Bizim orada bir olay anlatırlar: Şehrin zenginin köpeği ölmüş. Fakir birine ”Şu köpeğin ölüsünü şehir dışında uzak bir yere götürüp at. Sana 5 lira vereceğim “ demiş. Adam da” Senin pis köpeğini mi taşıyacağım” deyip kabul etmemiş. Zengin kollarını sıvamış. Almış köpeğin ölüsünü. Götürüp atmış bir yere. Sonra dönmüş gelmiş. Elini kolunu sabunla bir güzel yıkamış ve fakire dönerek ”Ben köpek leşini taşımakla ağalığımdan bir şey kaybetmedim. Herkes bana yine ağa diyor. Ama sen hala aç ve fakirsin” demiş.

Kişisel bazda bu ve buna benzer anlayışlar hâkim olurken devlet yönetiminde, devletin tüm kurum ve kuruluşlarında bu yanlış anlayışın etkilerini görmek mümkündür. Devlet büyükleri sanıyorum çok tarih okudukları için Bilge Kaan gibi büyük büyük laf ederler. Sonra bir bakmışsınız ki dağ fare doğurmuş. Devlet törenlerinde, karşılamalarda, uğurlamalarda hep bu anlayışın etkisi vardır. Keşke küçük bir maziden gelseydik de büyük bir geleceğimiz olsaydı.

*Bir milleti inançları ve töreleri ayakta tutar

Valla ben pek ayakta duramadığıma göre inancım yok ve galiba törelerime de bağlı değilim. Yani sanki böyle bir durum var. Dinin inananları fert olarak mutlu ettiğine inanırım. Belki din, töre binanın dört direğinden biri olabilir. Ama bir ülkenin ayakta durabilmesi için başka direklere de ihtiyacı vardır. İşin kötüsü ekonomisi, eğitimi, adalet ve güvenlik ile diğer tüm yaşam damarları bozuk olan ülkemizde insanların çoğu “Dinimiz ve töremiz ayakta şükür” demektedirler. Bu ise gelişme ve kalkınma dinamizmini, kararlılığını yavaşlatan bir olgudur. Burada bazıları ”Din sana çalışma mı diyor? Töre önüne engel mi koyuyor?” diyebilir. Din ve töreyi yeterli gördüğünüz veya sadece bunları önemli gördüğünüz zaman yukarıda saydığımız gelişme ve kalkınmanın fonksiyonlarına yönelmeyi engellemiş olursunuz. Oysa bir elinizde Kuran öbür elinizde matematik kitabı olmalı.

*Ülkede istikrarın sağlanması en önemli konudur.

Bir gün aç yatarsın. Öbür gün oruç tutarsın. Bu akşam bulgur çorbası, yarın bulgur pilavı. Bu da bir istikrar. Bu ülkenin efendileri ülkede istikrardan bahsederken senin geçim durumunu kastetmiyorlar. Bu ay borsa, döviz beş lira kazandılarsa gelecek ay da on lira kazanmaları lazımmış. İstikrar derken bunu anlatmak istiyorlar. Hükümetin istikrar derken kastettiği daha başka. Ülkede olay olmasın. Kriz olmasın. Döviz fırlamasın. Ama fakir fukara kuru ekmek kemirmeye devam etsin.

Yöneticiler durmadan ekonomik istikrardan bahsediyorlar. Bence endişeleri yersiz. Örneğin çalışanların ücretleri istikrarlı bir şekilde yerinde sayıyor. Size istikrardan bahsedenlere cüzdanınızı çıkarıp gösterin” Bakın dün boştu, bugün de boş. Demek ki istikrar var”

Alçaktan giden bir uçak düşünün. Uçağın kapısından birini dışarı sarkıtmışlar. Bir yandan tutarken diğer yandan da “Kımıldama, konuşma, hareket etme. Yoksa düşersin” diyorlar. Adam düşerim korkusuyla ”Niye beni uçaktan sarkıttınız? Neden bu kadar alçaktan uçuyoruz” diyemiyor. İşte milletimizin durumu bu.”Batarız, biteriz” diye diye yıllardır halkı korkutuyorlar. Ya batarsak batalım anasını satıyım! Ben istikrar falan istemiyorum. Akşam sabah un çorbası yiyeceğim, bunun adı istikrar olacak. Sen bana baksana hele bir. Bende bu martavalları yutacak göz var mı? Hele şu halkım gerçeği görsün, inansın bana, bak senin ipliğini nasıl pazara çıkarıyorum, istikrar tüccarı sayın bay zibidi!

Saçlarını hızlı tarama, borsa etkilenir. Çocuğa hızlı bağırma, döviz fırlar. Adamlar bizi esir almışlar. Benim yazılarım borsayı yerin dibine yapıştırır, dövizi aya yollar lakin herkese ulaşmıyor maalesef. Borsa düştü dolar yükseldi diye sakın üzülmeyin. Hatta sevinmelisiniz bile. Hırsızlar kendi dertlerine düştükleri için sizi soymayı unuturlar.

Zaten normalde borsanın düşmesi doların yükselmesi diye bir şey yoktur. Milyar dolarlarının azaldığını gören sömürü patronu düğmeye bir basar, al sana kriz. Bu onların en kolay sömürme yoludur. Tabi ki bu darbe bazılarını yamultur. Bu da, dünyanın dengesini elinde tutan Amerika gibi bir ülkeyse tamam. Ülkelerde insanlar yağmur duası yerine kriz duasına çıkarlar. Hep de büyük ülkelerde kriz olur. Siz hiç Papua Yeni Gine’de ekonomik kriz çıktığını duydunuz mu? Amerika’da, Rusya’da, Japonya’da, Asya’da… Çok geniş alan etkilensin kazlar yolunacak hale gelsin diye. Bu millet sizi bir anlasa, bir anlasa ne olduğunuzu bak o zaman her şey nasıl tersine dönüyor.

*Bazı ülke meselelerini, milletin değerlerini, devletin kurumlarını ulu orta tartışmak, konuşmak ve eleştirmek doğru değildir.

Peki, uluorta konuşmayacağız. Herkes duymayacak bilmeyecek. Nerde konuşacağız? Kapalı kapılar ardında. Kim konuşacak? İlgilileri yetkilileri. Türkiye’de yapılanların, düşünülen ve söylenenlerin yarısını biliyor diğer yarısını bilmiyoruz. Bir yetkili çıkıyor devlet adına, hükümet adına “Her şey iyidir. Her şey yolunda. Devlet her şeye hâkimdir. Gereği yapılacaktır. İnsanlarımız rahat olsunlar. Hükümetimiz görev başındadır. Meseleleri çözüyoruz” gibi içi boş anlamsız ve gereksiz sözlerle güya yapılanları anlatıyor. Flaşlar yanıp sönüyor. Gazeteciler o yana bu yana koşuşuyorlar. Biz de gerçekten bir şeyler söyleneceğini sanıyoruz. Adam bunları söylüyor. Olacak şey değil. Bir de bu abuk sabuk konuşmayı “Eee ee…”lerle doldurmuyorlar mı cin fışıt oluyorum.

Allah için bu ülkede yapılanları ve yapılamayanları(biz anlayışlı insanlarız. Bazı şeylerin yapılamayacağını biliriz. Yapamadığın şeylere değil gizleyip yalan söylediğin şeylere kızarız) tek tek söyleyip doğru dürüst konuşan bir yönetici göremeyecek miyiz? Ağzımdan yanlış bir söz çıkar diye niye korkuyorsun? Yanlış iş yapma yanlış konuş. Sürçü lisan der geçeriz. Yok, bazı şeyler söylenmezmiş. Kim diyor bunu ya? İşte açıklıyorum: Yeni düzende askerimin silahı ve bilmem kimin affedersin donunun içindeki haricinde her şeyi herkes bilecek. Eksikleri bildirmek, eleştirmek aşağılamak değildir. Devleti ve kurumlarını aşağılayan tarzda konuşulmasına ben de karşıyım. Devlet düdükçü başı mı? Bir saygınlığı mutlaka olmalı.

*Ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız.

Yorganın kısa. Ayağın uzun. Bir kısmı dışarıda kaldı. Ne yapalım? Kesip atalım mı? Ülkemin insanları farkında mı bilmiyorum. Türkiye’deki yanlışları önemine göre alt alta sıralasak en başa bu küçücük cümleyi yazmamız gerekir. Atalarımız mı söyledi yoksa sömürü patronları mı belleğimize şırıngaladılar bilmiyorum. Dünyada 200 küsur ülke var. Bunların yarısı zaten bulundukları şartlar nedeniyle geri kalmışlar. Öyle ya iklim uygun değil. Arazileri yok. Eğitim gelişmemiş. Henüz çoğu yeni devlet olmuş. Bir kısmı olamamış bile falan filan. Biz geriye kalan 100 civarında ülke içinde gelişmişlik açısından kaçıncı sıradayız?94. sırada. İşte ben diyorum ki hiç birimizin önemsemediği bu ve buna benzer insanlarımızı azla yetinmeye yönelten, şevkini kıran sözler ve anlayışlar yukarıda çizdiğim kötü tablonun tek başına değilse bile sorumlularından biridir. Bu konuyu ekonomi profesörü Hurşit beyle konuşur tartışırım.

İnsanlarımız bu tür sözlere hayatlarında çok fazla yer verirler. Her yerde her zaman akıllarının bir köşesinde tutarlar. Aslında maalesef çoğumuzun akılları da sadece bunlardan oluşur. Hazır kurallar var. İnsanlarımız bunları hâşâ Allah kelamı gibi doğru kabul eder. Beynini yorup yeni bir şey üretmez. Hazırı alıp kullanır. Kalıbımı basarım ki şu anda ülkemizdeki insanlar hayat planlarını yaparken(ülkemiz insanlarının pek planları da yoktur ya)bu tür yerleşik söz ve anlayışları kendilerine düstur ediniyorlardır.

Biliyorum, bu yazıyı okuyan kimse beni abartma şampiyonu ilan etti bile. Ama lütfen söylediklerim doğru değil mi?

Ne var bu sözde bu kadar üzerinde duracak? Söz belki de doğrudur. Belki de sandığımız gibi değildir, başka bir şey anlatıyordur. Ne anlatırsa anlatsın. Bu tür sözler zaten kendini yormayı sevmeyen, aramayı, araştırmayı sevmeyen halkımıza yanlış mesajlar verir. İşte bu yanlış mesajlar:”İmkânların bu kadarsa yapacak bir şey yoktur. Elindekiyle yetinmek zorundasın.”Bu mesaj kişinin elini kolunu bağlar. Kişi kendini kadere teslim eder. Kendisi bir şey üretip yapmaya çalışmaz. Fakir düşer ve sen devlet olarak işsizlik ve yoksulluk nedeniyle insanlar damlara çıkınca panikler, yıllarca olduğu gibi sadaka ekonomisine devam edip ekonomik paketler açıklarsın. Oysa Aniştayn’ın “hiçbir madde yoktan var edilemez ”sözüne nazire yaparcasına hayat gerçekten yoktan var edilebilir. İnsanların cebini doldurmaya uğraşırken onların çizilmiş, bozulmuş yanlış kayıtlar yapılmış beyin CD’lerini de format mı atıyorsun, resetliyor musun nasıl yapacaksan bir şekilde temizlemen, yenilemen gerekir. Ergenlerin Eğitimi konulu yazımızı okuyanlar bunun nasıl yapılacağını göreceklerdir.

Böyle bir saçma anlayış nasıl olur ya? Hayatımı imkânlarıma göre planlayacağım. Affedersin kı…ımda donum yoksa çıplak mı gezeceğim? Ya lütfen bu saçma sözü silin hayatınızdan. Yok, böyle bir anlayış. Din de böyle bir şey emretmiyor. Birileri söylemiş. Siz de maşallah hemen almışsınız. Bir şeylere de hayır böyle değildir, deyin.

Peki, nasıl olacak? Hayatının planını yapacaksın. İmkânlarını da bu hayatı sana yaşatacak seviyeye getirmeye çalışacaksın. Ben bunu yapabiliyor muyum? Elbette hayır. Ama en azından doğruyu görüyorum. Siz de görün lütfen!

*Devlet baba anlayışı

Devlet, baba değildir. Yeni düzende devlet amcanız bile değildir. Bayramlarda elini öpseniz bile kapik bahşiş alamazsınız. Bu ne ya? Çocuğunu, karısını, hasta anasını, yatalak babasını sırtlayan koşuyor devlete. İnsanlar hastalanır, devlet tedavi etsin. Çocuklarımızı devlet okutsun. Yakacağımız yok, devlet versin. Türkiye’de devlet hastabakıcı gibi. Halk da zaten hep hasta maşallah! Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Biz burada yöneticileri çok fazla eleştiriyoruz. Ülkenin sorunlarını çözemiyorlar diyoruz. Ama işin gerçeği halkımızda da var. Adamlar vatandaşın abuk sabuk sorunları yüzünden memleket işleriyle uğraşamıyorlar ki. Bizimki günde iki paket sigara içiyor. Al sana kanser. Devlet bakacak. Ziftin pekini iç!

Yeniçağda devlet düzenleyicidir. Balık tutmayı öğretir. Alır sizi gölün kenarına bırakır. Valla balık tutamazsanız akşam aç yatarsınız. Çünkü yeni Türkiye devletinin Ramazan paketi yoktur. Hem öyle bir elim yok yatayım. Gözüm görmüyor çalışmayım. Yaşlıyım parkta oturayım yok. Herkes çalışacak. İş bulmak bizim görevimiz. Elimde geçim kriteri var.5 lira. Senin mali durumun var.3 lira. Çalışmıyorum. Ben, eşim ve çocuklarım bu şekilde fakir yaşarız, diyemezsin. Çalışmaya mecbursun ve ben seni alır işe götürürüm. Bu düzen böyle. İşine gelirse.

Hani kamyonların önlerinde yazar.”Babam sağ olsun ”İşte böyle kişinin babadan dededen kalma bir zenginliği varsa “hadi hemşerim işe” diyemeyiz. Senin anlayacağın çalışmamak değil fakir yaşamak yasaktır. Dünyanın hiçbir yerinde fakirliğin yasak olduğu bir düzen yoktur. İnşallah bu ilk kez Türkiye’de olacak. Bayraklarınızı, flamalarınızı alın ve Kerim Korkut’un halk konuşmaları için meydanları şimdiden doldurun lütfen!

*Yarın her şey daha güzel olacak masalı

Sevgili Ali Rıza Binboğa’nın “Yarınlar Bizim” adlı şarkısını dinlerken gerçekten içimde yarınlarla ilgili çok büyük umutlar yeşeriyordu. Aradan 30 küsur yıl geçti hiçbir şeyin değişmediğini gördüm. Ümidim kırıldı. Şu anda “Ağaç Hareketi” dışında hiçbir düşüncenin ülkeyi kurtaracağına inanmıyorum. Kendi düşüncem olduğu için sanmayın. Bu harika fikirleri Medyum Keto bile söylese inanır peşinden giderdim. Ben ters adamım. İnsanların beni eleştirmesine hiç gerek yok. O işi ben kendim çok daha iyi yaparım. Bazen çok kızdığım zaman kendime küfür ettiğim hatta kendi kendimi dövdüğüm bile olur. Üniversite okumuş iki çocuğum da evde oturuyor. Eşimi 15 yıldır çalıştığı işyeri emekliliğine 3–5 yıl kala işten çıkarıp kapının önüne koydu. Tayyib’in teğet geçtiği dediği kriz beni doğradı, biçti. Olsun. Umuyorum bir gün Ağaç Hareketi düzeninde tüm bu acıları unutacağız.

*Türkiye büyük bir devlettir masalı

Türkiye büyük olabilir. Siz küçüksünüz. Biz ise sayenizde karınca gibiyiz. Bir ilimizde çocukların çöpten ekmek topladığını gazeteler yazdı. Siz önce kendi sorunlarınızı çözün. Senin 20 katın Çin büyük devletiz falan demiyor. Sana noluyor? Ne yapacaksın büyük devlet olup da? Hastalık bu, hastalık. Adamı padişah ilan ettiler. Bunların aklı fikri hala Zigetvar’da. Bende de vardı bu hastalık. Şükür atlattım. Türklüğün büyük ihtişamı üzerine ne şiir yazmıştım ama.”At sırtında doğmuşum at sütüyle büyüdüm/Ben Altay Dağları’nın boz yeleli kurduyum/Aldım Bilge Kaan’dan Oğuz Han’dan öğüdüm/Coşmam taşmam belli olmaz met cezir gibi huyum.”Ya Osmanlı’nın çöküşünü anlatan şu unutulmaz mısralar:”O, emre eğilen baş kadar ulu/Hak için yaşayan uluca büyüktü/Dünya’ya amirdi ayyukta tuğu/Dokunup tuğuyla oynarken çöktü.”Osmanlı’nın fütuhatta yaptıklarını biz başka alanlarda yapalım. Bugün çocuklarının çöplükten ekmek topladığı ilimiz Amerika’nın uzay merkezi NASA’nın benzeri bir uzay üssü olsun. Ama lafla değil, çalışmayla olur her şey. Kerim Korkut bu büyük yolculuğa hazır. Peki ya sen?

*Herkes düşüncesinde, inancında ve ibadetinde hürdür kandırmacısı

Babacan inananlar üzerinde baskı olduğunu söyledi, ortalık karıştı. Oysa adam haklı. Kız öğrenci derse girecek. Okulun kapısında türbanını çıkarıp başına peruk takıyor. Bu ne ya? Birisi Taksim’de hâşâ “Allah yok” diye bağırsa linç edilebilir. Gerçi dindar biri değilim ama adamın yaptığını ben de onaylamıyorum. Hatta belki boğazına ilk sarılanlardan biri ben olurum. Böyle düşündüğü için değil, düşüncesini böyle dile getirdiği için. Ama bir şey daha var. Farklı inanış ve düşüncelerin insanların hassasiyetine zarar vermeden belirli yapılanmalarla, kendilerine özgü yer ve mekânlarda isteyenlerce dile getirilmesi, gerçekten kabul edilemez olmamak şartıyla bu inanış ve düşüncelere bağlı yaşam şekilleri kurulması mümkün değilse hiç kimse bana fikir hürriyetinden, inanç ve ibadet özgürlüğünden bahsetmesin.

Hacı namazını kılıyor. Hoca duasını okuyor. Yazar zırvalıyor. Medyum fal bakıyor. Hatça kadın dedikodu ediyor. Gecelerin adamı Yıldo “fenasi…” diyor. Dizide oyuncular öpüşmüş. Eğreti Gelin ne demekmiş. Yani sizin Türkiye özgürdür dediğiniz tablo buysa ben bu tabloyu Van Goh’ un imzasını taşısa bile beş kuruş verip almam. Bunlar özgürlük mü be?

İdare etme anlayışı

Sırf beni sinir eden bu anlayış yüzünden Türk vatandaşlığından çıkmayı bile düşündüm. Adama selam veriyorsun. Aldığın cevap ”İyi kötü idare ediyoruz” Böyle kıytırık cevap vermeyin lütfen. İyiyiz ya da kötüyüz deyin. Adamı deli etmeyin! Ne demek idare etmek? Şunum eksik, deyin. Sorunum var, deyin. Bir elim yağda bir elim balda, deyin. Halinizi, durumunuzu doğru olarak söyleyin nolur! Fakirsin diye seni aşağılayacak adamın alnını karışlarım. Ben de fakirim. Hiç bir şeyim yok. Ama başım dik ve bu ülkenin onurlu bir evladıyım. Senin benim o zenginlerin varlığında katkımız var. Dedem Galiçya’da kanını akıtmasaydı o nah zengin olurdu. Yeniçağda kesinlikle fakir zengin ayrımı yok. Yırtık pantolonlu mahallenin delisi entel balolarının saygıdeğer misafiri olacak. Ben garanti ediyorum. Çünkü Türkiye böyle istiyor.

Bu idare etme anlayışı ülkenin önündeki en önemli engellerden biri. İnsanlar belli bir hayat düzenine alıştırılmış. Evde yemeye ekmeği varsa tamam. Baştakilerin de işine geliyor. Tek umudumuz yeni neslin farklı anlayışta olması.

Bir de idare etmek meziyet sayılmıyor mu deli oluyorum. Onca yazarçizer, Teke Tek’lerin sevgili Fatih’i neden bu konuyu yazmazlar, bilmiyorum. Aslında bizim ne ekonomiye ne de yeni düzene ihtiyacımız var. Fakirin önüne bir tas çorba, memurun eline çay simit, çocuklara bir külah dondurma, kadınların eline kına, olsun bitsin.

Ama işte halkımızdaki bu saçma azla yetinme, olanla idare etme zihniyeti yüzünden o bir tas çorbayı da bulamaz olduk. Birisi bana idare etmekten bahsediyor mu kan beynime çıkıyor.”Şunu şunu istiyorum. Evim olmalı. Arabam olmalı. Çocuklarım şöyle olmalı. Şöyle bir hayat istiyorum” demeli. İsteklerinizi bir kâğıda alt alta yazın. İnanın o anda bile karakteriniz, kişiliğiniz değişecektir. Fakir bir ülkeyiz. Hem de uçurumun kenarında. Halkımız yıllardır idare edip isteklerini ortaya koymadığı için batmıyoruz. Keşke bir iki kere sallansak bu ülkenin çay simitli yaşama razı olanları belki uyanır, kendine gelir. Adam 50 senedir bulgur çorbası yiyor neden böyleyim, demiyor.

*Yetmiş milyon kardeştir masalı

Valla yetmiş milyonu bilmem. Benim üç kardeşim var. Dünya tatlısı iki kız kardeş ve aynı şehirde oturmamıza rağmen on senede bir yanıma gelen ilginç bir erkek kardeş. İnsanları lafla kardeş yapamazsınız.”Yetmiş milyon kardeştir” diyerek de birlik ve beraberliği sağlayamazsınız. Başka şeyler gerekli yani. Hem canım illa da kardeş olmamız şart değil ki. Nerden çıkarıyorsunuz bu yapmacık kardeş masalını?

*Vatanına göz dikeni ez oğlum

Sağ tarafımızda Yunan, Bulgar tüfekleri yağlamışlar. Kurşunu namluya sürmüşler. Gecenin karanlığında Meriç’in kıyısından içeri girmeye çalışıyorlar. Doğumuzda Humeyni’nin süvarileri secdeye eğilip doğrularak Doğubayazıt’a doğru ilerliyorlar. Suriye askerleri Hatay’ı, Antep’i gözlüyorlar. Allahtan arkamız deniz, yoksa halimiz nolurdu Rusların elinden? Önümüz de deniz. Doğal savunma yani. Mısır’ın El Fettanları Mersin’e ulaşıncaya kadar neler olur neler.

Eminim bir şey anlamadınız. Anlayanlar da gülüyorlar. Ben de gülüyorum. Böyle türkü mü olur ya? Resmen düşmanlık tohumları ekiliyor. Komşularımız gelecekteki hayali bir saldırı nedeniyle rencide edilip töhmet altında bırakılıyor. Kim sana saldırıyor? Böyle bir şey var mı? Sevgili Serhat beyefendiyi zevkle dinliyorum. Ama lütfen kusura bakmasın bu türkü çağdaş Türkiye imajımızı zedeliyor. PKK’yı kastediyorsan değil türkü birlikte ağıt yakalım, destan yazalım.

*Emir demiri keser

Valla ben sadece Tanrı’nın kullarına emirleri olduğunu biliyorum. Ama yaşadığımız hayatta o kadar çok emir veren var ki Tanrı’nın emirlerini de unuttuk. Baba çocuğuna emreder. Öğretmen öğrenciye. Patron işçiye. Amir memura. Kısaca sizin üzerinizde mutlaka birileri vardır ve onlar size emirler verir.”Ben kimseden emir almam. Kimse bana emredemez” sözleri ucuz kabadayılıktır ve gerçeği yansıtmaz. Çünkü mutlaka herkes birilerinden emir alır. İnsanlarımızın da zaten kölelik hoşuna gidiyor. Baksanıza kimsenin itirazı yok. Oysa aslında bugünkü şekilde kimse size emredememeli. Affedersiniz siz, biz, hepimiz av köpeği gibiyiz.”Koş şu vurduğum sülünü al getir” diyorlar. Biz de “Emredersiniz. Tamam efendim. Olur efendim. Evet efendim. Sepet efendim ”diyor ve kuzu kuzu emirlere uyuyoruz. Bakınız lütfen, açık bir şekilde bizi aşağılayarak, rencide ederek, baskı kurarak emrediyorlar. Fikir verme değil. Yol gösterme, yardımcı olma hiç değil. Eski zamanlarda sahipleri kölelerine nasıl emrediyorlarsa bize de öyle emrediyorlar.

Kerim Korkut bu kölelik düzenini yıkmaya çalışıyor. Yeni düzende sizin üzerinizde hiç kimse olmayacak diyor. Kimse size emir vermeyecek, veremeyecek diyor. Ağaç Hareketi düzeninin ülke çapında tanıtılması süreci başlıyor. Yazılarımızı okuyup kabul eden ve bu fikrin ülkede yayılması için görev almak isteyen arkadaşlarımız çalışmalarına lütfen başlasınlar. Bu kişilerden her biri tek başına bir Kerim Korkut’tur. Herkesin en az 10 kişiyi bu davaya ikna etmesi gerekir. Hedefimiz ülkemizdeki 10 milyon okumuş aydın insanımıza Ağaç Hareketi düşüncesini kabul ettirmektir.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..