Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Çapulcu Manyak-18

Çapulcu Manyak-18
 

-Beyaz önlüklü hemşireler bazen koğuşa gelip yatakların üzerine bir bisküvi paketi atarlardı.
Hastabakıcıların yemekleri tekerlekli bir araba ile koğuşa getirdiklerini de hatırlıyorum.
 
-Senin bu hatırladıkların hastaneye yattığından kırk beş gün sonraki hatıraların olabilir. Çünkü tam yirmi bir gün bir lokma bile yiyecek yemedin. Annen yemeden nasıl yaşayabildiğine hep hayret etti. İlaç ve iğne ile Sait Bey seni yaşattı. Yüksek ateşin sürekli vardı. Baban, hastaneye buz kalıpları gönderiyordu. Annen ve  koğuştaki diğer kadınlar, buzu tuvalette kırıp plastik buz torbalarına dolduruyrlardı. Daha sonra bu buz torbaları hasta çocukların başları altına konuyordu. Ateşin öyle yüksekti ki, bir-iki saat içinde buz eriyip bitiyordu. Ellerin, ayakların kıvrılıyor, sayıklıyor, cayır cayır ateşten yanıyordun. 
 
-Koğuşta bir gün kadınların hepsi hüngür hüngür ağladı. Ben şaşırmış bakıyordum etrafa. Annem de ağlayanlara katılınca iyice merak etmiştim. Meğerse o gün koğuşta benim yaşlarda Hasan adında bir çocuk ölmüş.
 
-O koğuşta seninle birlikte sekiz çocuk ve sekiz anne vardı. Bunlardan üç tanesi öldü, ikisi de sakat kaldı. Bu koğuşa herkesi sokmuyorlardı. Başhekimin vereceği özel izinle buraya girilebilirdi. Bir buçuk ay sonra ellerin ve ayakların düzeldi, ateşin düştü, konuşmaya başladın, az da olsa bazı yiyeceklerden yiyebiliyordun. Sait Bey, her gün koğuşa geliyordu, önce seni muayene ediyordu sonra diğer çokukları.
 
-Bir gece hastanede sabaha kadar çığlıklar duyuldu, hatta gündüz de devam etti, ama geceki kadar çok duyulmuyordu.
 
-O gece bir otobüs ile petrol tankeri çarpışmış. Yolcuların çoğu yanarak ölmüş, sağ kalanlar da hastaneye getirilmiş. Yaralı kurtulanlardan altı kişi de hastanede ölmüştü. Üç ayın sonunda tedavin dışarıdan devam etmek şartıyla taburcu edildin.
 
-Sait Bey anneme bir müddet banyo yaptırmamasını tembihledi ve iki haftada bir hastaneye getirlmemi istedi. O tedaviler çok can acıtıcıydı. Sait Beyin başhekim odasındaki masanın üzerine beni oturtuyorlardı. İki hastabakıcı sırtımı açıp kımıldamayayım diye ben tutuyordu, doktor kocaman bir iğneyi belkemiğime saplıyor, bir şırınga su çekiyordu. Sonra da bir başka iğne ile aynı yerden ilaç veriyordu. Tabii bu sırada ben ağlıyor ve çığlık atıyordum. Annemi içeri almıyorlar, o koridorda beklerken benim çığlıklarımı duymasın diye kulaklarını kapatıyormuş. Sonunda belime ilaç sürüp bir bantla kapatıyorlardı. Tedavi bitince annemi içeri çağırıyorlardı, beni kucağına alıp Sait Beye teşekkür ediyordu. Her odasından çıkışımızda doktor mutlaka başımı okşuyordu. Hastanenin merdivenlerini annemin kucağında inip bahçeye çıkınca, annem beni bir bankın üzerine çıkarıp sırtına alıyordu. Evin yolunun yarısına gelince, bakkalın yanında üzeri düz büyük bir kaya parçasında mola veriyorduk. Biraz dinlenip gene annem beni sırtına alıyordu. Belim çok acıyordu, yapıştırılan bant  da rahatsız ediyordu. Dışarıdan tedavi iki sene sürdü. Tedavim bitince o şehirden ayrılıp başka bir şehre gittik. Üç sene sonra gezmek için tekrar o şehre gittiğimizde kurtarıcım Sait Beyi ziyaret ettik. Hemen tanıdı ve çok sevindi. Annemle babama “Siz, odada beş dakika başbaşa oturun!” deyip beni elimden tutup menejitli hastaların yattığı koğuşa götürdü. 
 
-“Analar, bacılar bu çocuğa iyi bakın! Onun durumu sizin çocuklarınızınkinden çok daha kötüydü. Ama şimdi sapasağlam karşınızda duruyor. Moralinizi yüksek tutun, kendinizi üzmeyin; sizin çocuklarınız da bir gün bu çocuk gibi sağlıklı bir şekilde taburcu olacak.” Dedi. Bütün anaların başları bana çevrildi, hayranlıkla bakıyorlardı, hepsi birden “İnşallah!” dedi.
 
Devam edecek...
 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..