Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Çapulcu Manyak-6

Çapulcu Manyak-6
 

Hızla buradan uzaklaşmalıydım. Komik oldu değil mi? Ne hızı, hangi hızla ve nasıl? Yeni yürümeye başlayan bir bebeğinki kadardı attığım adımlar. Olsun. Yeter.  Öyle değil mi Gölgem? Gölgemle konuşuyorum sandım kendimi bir an. Unutmuştum, güneş yoksa gökyüzünde gölge de yok benim yanımda... Buna rağmen birkaç defa:
-Gölgem, cevap versene! Seninle konuşmak istiyorum, diye bağırdım. Bağırdım dediğime bakmayın, ağzımdan çıkan sözcüklerin anlamını benim kulaklarım bile anlamadı. Dilim de donmuş galiba!
 
Kar dindi, rüzgar devam ediyor. Gökyüzündeki bulutlar hareket halinde. İşte, bulutların arasından çıkıyor güneş, utanarak. Kendini affettirmek istercesine sıcaklığını artırıyor. Çok geçmeden karlar eriyor, üzerimden çıkan buharlar etrafa yayılıyor. Bir gören olursa, yandığımı düşünebilir. 
 
Birkaç dakika içinde sular buhar olup uçup gitti. Karakıştan kavurucu yaza geçiş yaptık. Hangisi gerçek bunların? Yazda mıyız kışta mı? Bir oyun oynanıyor; oynayan belli değil. Hani parkta hiç kimse yoktu benden başka? Olur mu? Her taraf insan dolu: Banklar üzerinde birbirinin gözlerine bakan elele tutuşmuş âşıklar, salıncağa binme sırasını bekleyen çocuklar, yavaş adımlarla yürüyüş yapan yaşlı kadın ve erkekler, birbirini kovalayan kediler, alçaktan uçan onlarca çeşit kuş...
 
Duruyorum. Önümde büyük bir çukur var. İçi kesilmiş koyun, keçi, inek, at, eşek, deve kafası dolu. Belki başka hayvan kafaları da vardır. Bunlar ilk bakışta dikkatimi çekenler. Kim attı bu kadar kesilmiş kafayı buraya? Ve neden attı? Bana ne ya, bana ne! Çukurun etrafını dolaşarak çıkış kapısına doğru  ilerlemek istiyorum; ama “Bir kere daha bak!” diye içimden bir ses beni uyarıyor. Çukura daha dikkatli bakıyorum. Bunlar inek minek, koyun moyun kafası değil; hepsi de insan kafası. Kim kesmiş bu kadar insanın kafasını? Kafaları burada, pekiyi vücutları nerede? Onca insan şimdi kafasız mı dolaşıyor ortalıkta?
 
Hafriyat yüklü bir kamyon geri geri gelerek çukura doğru yanaşıyor. Bir karış kala duruyor, damperdekileri boşaltmaya başlıyor. İşi bitince bu kamyon gidiyor, bir başkası geliyor, sonra bir başkası, bir başkası... Kafalar kıprdıyor, hatta bazıları toprak ve moloz yığınının üzerine çıkıyor. Çıkanları bir başka kamyondan dökülenler örtüyor, onlar gene çıkıyor. Bu çıkma örtme oyununa beton mikserleri son veriyor. Boca ediyorlar onca betonu çukura, en sonunda da betonu düzlüyorlar. Beş dakika içinde beton donuyor; artık kafa mafa yok! Betonun üzerine basarak parkın çıkış kapısına doğru gidiyorum.
 
Caddedeyim, sıcakta yürümek oldukça zor. Sahi, güneş çıkmıştı karın soğuğun ardından değil mi? Güneş çıktığına göre, gölgem de benimledir.
 
Sesleniyorum, cevap veriyor.
-Efendim.
-Yanımdasın değil mi. Az önce sana seslendim, cevap alamadım.
-Söylemiştim, ışık olmadığında ve karanlıkta ben yokum.
-Aklıma bir soru geldi: Gölge bir insana ait, üstelik onunla irtibat kurulup konuşulabiliyor. O zaman ben bir başka insanın gölgesine basarsam, o kişiye saygısızlık etmiş olur muyum? Ya da o kişinin gölgesiyle sohbetini bölmüş olur muyum?
-Olmazsın. Çünkü, gölgesinin farkında olan ve onunla konuşan insan sayısı o kadar az ki...
-Öyle, ama ben gene de artık insanların gölgesine basmamaya çalışacağım. Eğer farkında olmadan kendi gölgemin yani senin üzerine basarsam, şimdiden özür dilerim.
 
Evin yolunu tuttum. Aslında eve gitmeyi hiç istemiyordum. O Aynadaki huzurumu kaçırmıştı. Gidince bana sataşacak ve sinirlerimi bozacaktı. Tabii ben de hemen onun icabına bakacaktım. Çöplük onu bekliyor.
 
Etrafıma bakınıyorum kafasız insan görebilir miyim diye. O kadar çok kesik kafanın insanlarından birini görme ihtimalim vardır sanırım. Bir markete uğrayıp alış veriş yapıyorum. Yiyecek içecek bir şey kalmadı mutfakta. İki poşet dolduracak kadar alışveriş yapıp ücreti ödemek için kasaya yaklaşıyorum. Önümde kimse yok, arkamda iki kişi oldu. Kasiyer kıza soruyorum:
-Bugün alış veriş etmeye marketinize hiç kafasız insan geldi mi?
 
Kız afallıyor, acı tiksinti karışımı bir bakış atıyor bana, hiç konuşmadan para üstünü sert bir el hareketiyle  tezgaha bırakıyor; aslında çarpıyor. Arkamdaki müşteriler homurdanıyor, ne dedikleri anlaşılmıyor. 
 
Devam edecek...
 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..