Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mart '22

 
Kategori
Kitap
 

ÇAPUTLU ARDIÇ II. BÖLÜM

ÇAPUTLU ARDIÇ

II. BÖLÜM (Son)

 

Bu kitapta içinde yetiştiği klişeleşmiş geleneksel aile ortamı kalıplarını yıkıp, kendi yaşam deneyimi ile çağdaş değerlere ulaşmayı başarmış, örnek alınacak aydın bir Türk kadınının şiirsel özel yaşam hikâyesini bulacaksınız. Kişisel çağdaşlaşma sürecini kendi belirlediği evrensel kıstaslara göre tamamlamış, determinist yaklaşımla felsefi gelişim çizgisini bizzat yaşayıp, sebep sonuç ilişkisi kurarak edinimlerini bilgi dağarcığına katmış bir filozoftan söz ediyoruz. İlk etapta, kız çocukları Köy Enstitüsüne gönderilmez saikıyla kızını Aksu Köy Enstitüsüne kayıt yaptırmayan eğitimci bir babanın tavrını kabul edilebilir, Cumhuriyet öğretmenine yakışan bir tutum ve davranış olarak değerlendiremiyorum. İkinci aşamada ise, kendisini denetlemeye gelen müfettişten kızını uzak tutarak, sosyal etkileşim alanını daraltıp özgürlüğünü kısıtlayan bir babanın evladının gelecekteki muhtemel başarılarından, kendine övünme payesi çıkarma hakkı olmadığını düşünüyorum. Kişisel niteliklerin dönüşümünde en etkin aracın eğitim olduğu gerçeğini bilircesine[1],15 yaşındaki bir genç kızın köyde Biçki-Dikiş kursu açılma talebinin Milli Eğitim Müdürlüğünce kabul görmesi, kız çocuklarının eğitimini engelleyen babaların kulağında küpe olmasıdır. Bu mutlu haberi aldıktan sonra da, yaşıtı olan köy kızlarını organize ederek yeterli kursiyer sayısını tamamlamış olması, yaşıtları arasında öncü kişiliğini göstermiştir. Kursun açılacağı yerin temini ile yönetmelikteki bütün şartların karşılanması gerçekleştikten sonra da, yazarımız Türkan Şanlı’nın yaşamında çağdaşlaşmanın ilk değişim evresi, halk eğitimi kursunda örgün eğitimle[2] başlıyordu.

 “Çaputlu Ardıç”[3] şiirinin bu kitaba ad olarak verilme nedeni, geleneksel yaşama göre, genç kızların gönüllerinden geçirdikleri sevdalarının arzuları yönünde evlenme ile sonuçlanması için çaput bağlayarak dilek adadıkları dilek ağacından kaynaklanmaktadır. Ağacın cinsi de ardıç olunca, çaput bağlanmasından dolayı, şiire ve dolayısı ile bu kitaba “Çaputlu Ardıç” adı verilmiştir. Kitabın yazarı ve aynı zamanda kahramanı olan Türkan Şanlı,  babasının görev yaptığı köyün yaşıtı genç kızlarıyla kader birliği etmiş, onların duygu dünyasını bire bir paylaşmıştır. Çağdaş kişilik oluşumunu tamamladıktan sonra da, geçmişteki geleneksel yaşam biçimini sorgulamaktan geri durmamıştır. Kitabına adını verdiği şiirinde, yaylaya çıkışı ve diğer geleneksel adetleri nazım türünde, hoşa giden bir yerel nesir diliyle aşağıda örnekte görüldüğü gibi anlatmıştır:

Renk, renk çaputlar hazırlandı

Dilekler bağlandı

Yıllarca bağlanan çaputlar yıpranmış umutlardı

Her çaputun bir hikâyesi vardı

Gene aynı oldu niyetler bağlandı

Umutlar bodur, küçük bir ağaçta kaldı.

Yeşeremez olmuş dalları kuruyacaktı zavallı

Umutlar gerilerde kaldı

Ardıç güldü insanlara

Benim verecek neyim kaldı.

Ben odunum odun kaldım

Bu şiirsel ifadelerle, gelişim sürecini tamamlamış, rasyonalist bir yazarın bazen bitkileri ve cansız varlıkları konuşturarak,  bir edebi sanat türünün aracılığıyla duygu ve düşüncelerini çevresine ve dünyaya aktarmış[4], öte yandan da geleneksel yaşama bakışının eleştirel değerlendirmesini somut ifadelerle yapmıştır. O artık Beydağında rutin biçimde sürüleriyle yaylaya göçen, geleneksel yaşamı benimsemiş, hayalleri ve umutları kovalayan, çaputları ardıç ağacının dallarına bağlayarak kısmet bekleyen, duygu yüklü bir genç kız çocuğu değildir.  Yaşadığı gerçekleri içselleştiren, değişim ve dönüşümü kişiliğinde tamamlamış, olguları kabul etmeden önce eleştirip sorgulayan çağdaş bir birey, kendine özgü bir Cumhuriyet kadınını temsil ediyordu. Bireysel gelişimini belirli aşamalardan geçerek kendi evrimini yine kendi tanımıyla söyle ifade ediyordu. “Bu kitapta özgeçmişimi yaşıyorum” şeklinde açıklamıştır. Türkan Şanlı, yaşadığı deneyimlerinden çıkardığı ortak evrensel değerlerle, belirli sosyal olgunluk düzeyine erişmiş, şahsiyetli, entelektüel bir kişiliktir. Kişisel özelliklerine gelince, bilgili, alçak gönüllü,  sevecen, naif, duyarlı, merhametli, yufka yürekli, evinin becerikli hanımı, üç çocuğunun biricik annesi, torunlarının paylaşamadığı anneannesidir. Yakın çevresinin kendisine verdiği hoca hanım unvanıyla, öğretmen olan eşi Mustafa Şanlı’ya eşdeğer sosyokültürel bir statü kazanmayı başarmış öncü bir fenomendir. Bütün bu niteliksel değişimler ve gelişimler, Türkan Hanımdaki kişilik özelliklerinin pozitif yöne evirildiğinin somut göstergesidir.   

 25 Eylül 1954 tarihinde başlayan Kahramanmaraş’a yolculuğunu anlattığı “Kara Tren” şiiriyle, Faruk Nafiz Çamlıbel’in 1925 yılında Güneydoğu illerine yaptığı gezisini anlattığı “Han Duvarları”[5] şiiri arasında yakın bir ilinti, hatta paralellik olduğunu görüyorum.  Kara Tren şiirini okuyunca, Türk şiirinin önde gelen klasiği kabul edilen “Han Duvarları” şiirinin yarattığı algıyı hissettim sanki. Bu hissiyatla Türkan hanımı Faruk Nafizle mukayese ederek, bendeki müstesna yerini de belirlemiş oluyordum. 20 günlük evli 17 yaşında baba ocağından ayrılan taze gelinin duygusal hikâyesi ile “Han Duvarları” şiirinin öykülerinde birçok yönden benzerlikler olduğu görülmektedir. Her iki yazarın ayni coğrafi bölgeyi ve yol güzergâhını takıp ettiğini, mısralarında geçen yerel coğrafi terminolojiden anlıyoruz. Her iki şair de yol temasını işlemiştir. Bir farkla ki, birisi yolculuğunu trenle, diğeri de yaylı at arabası ile yapmıştır. Her iki yazar eserlerinde nazım yazı türünü denemiş olsa da, okuyucu üzerinde düz yazı tadında bir izlenim bırakmıştır. Her iki yazardan alıntı yaptığım dizeleri, karşılaştırma yapmanız için siz saygıdeğer okurların değerlendirmesine bırakıyorum. Taktır siz saygıdeğer okurlarındır.

 

KARA TREN

17 yaşındaydım trene bindiğimde

Sevgi dolu güzel düşlerle

Bir başka görüyordum dünyayı

Sevdiğim yanımdaydı

Çok uzaklara gidiyorduk

Evim olacaktı sevdiğimle

Düşlerim gerçekleşecekti, yar olacaktım

Bir garip yoldaydım

Duygularımı anlayamıyordum

Kendi kendime yaşıyordum düşlerimi

Çuhçuh sesleri düdüğünü çalıyordu

Tren hızla ulaşıyordu istasyonlara

Sevdiğimin elinde kardeşi

Koşuyoruz başka bir trene

Benim elimde bavul, gidiyorum sevdiğime

O yalnız yüreğimdeydi

Eli elimde değildi

Kompartımana yerleştik

Sevdiğimin kucağında kardeşi

Seyrettim, uyukluyordu ikisi

Gecenin karanlığını, sessizliğini hissettim

Koca Toros dağlarına girdi tren

Kaybolmuş gibiydik ürperdim, korku sardı

Evimden ilk ayrılışımdı

Yerimden kalktım sevdiğime sarılmak için

Sevdiğimin kucağı boş değildi

Sarsılarak oturdum yerime

Bakacaktım bu iki insana

Hayat hızla başladı trende

On yedi yaşındaydım

Merhaba dedim kara trene

Hayat yeni başlarken yol bitti

 

 

HAN DUVARLARI

Gidiyordum, gurbeti gönlümde duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı

Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları

Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,

Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu.

Gönlümde can verirken köye varmak emeli

Arabacı haykırdı “İşte Araplıbeli!”

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık

Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!

Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,

Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar.

Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi

Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine

Yol, hep yol, daima yol. Bitmiyor düzlük yine.

Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,

Sonunda âdemdir diyor insana yolun hali.

 

Faruk Nafiz Çamlıbel, Han duvarları şiirinde savaştan dönerken kendisiyle aynı yol güzergâhını izlemiş bir askerin, kaldığı hanların duvarlarında “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” mahlasıyla meçhul ve gizemli bir ozanın dörtlükler halinde yazdığı dizelerin konakladığı hanlarda adeta izini sürmüştür. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış adlı bir halk şairinin gerçekte var olup olmadığı, ona atfedilen dörtlüklerin Faruk Nafiz tarafından mı yazıldığı, yoksa sonradan monte edildiği henüz netlik kazanmış değildir. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışın ilk gecelediği hanın duvarına yazdığı dörtlükte şöyle yazıyordu;

“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan

Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan huduta atılmışım ben”

İkinci hanın duvarına yazdığı dörtlükte ise,

         “Gönlümü çekse de yarın hayali

         Aşmaya kudretim yetmez cibali

         Yolcuyum bir kuru yaprak misali

         Rüzgârın önüne katılmışım ben”

Son kaldığı hanın duvarına yazdığı dörtlükte de,

         “Garibim namıma Kerem diyorlar

         Aslı’mı el almış haram diyorlar

         Hastayım derdime verem diyorlar

         Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben”

 

“       Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?

        Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,

                               Dedi:

         Hana sağ i ndi, ölü çıktı geçende!”

 

Her iki şairin yollarının muhtemelen aynı yerde kesişmiş olması veya Faruk Nafizin duygularını böyle bir teknikle okuyucuya aktarmış olabileceği ihtimali de söz konusudur. Bu hikâyeyi bilmeyen veya okumayan varsa,  Türkan Şanlı ile de yolları ayni güzergâhta kesişen bu muhteşem üçlüden, çarpıcı yaşam serüveni olan “Çaputlu Ardıç” kitabını de birlikte okunmalarını öneririm. Farklı hikâyelerin okuyana da farklı bir tat duygusu uyandıracağına inanıyorum. Aynen aşağıdaki dizelerin dramatize edildiği şiir gibi.!

 

Ey köyleri huduta bağlayan yaslı yollar

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,

Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!

 

Yerel sözcükler:

               Alacık – üzeri dal ve hasırla örtülmüş kulübe, çardak.

Kolan– hayvanın semerini ya da eyerini bağlamak için göğsünden aşırılarak sıkılan yassı kemer.- Hayvanın eyer veya semerini kolona bağlamak.

Arık– su arkı

              su arığı– su arkı

fenomen- 1. fel. Görüngü, 2. mec. Hayranlık uyandıracak kadar dikkat çekici.



[1] Hanifi Parlar, (2012) “Bilgi Toplumu, Değişim ve Yeni Eğitim Paradigması”, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi s 193-209

[2] Eğitim türleri içerisinde örgün ve yaygın eğitim arasındaki farklılıklara ilişkin aşağıdaki noktalara dikkat edelim. Halk eğitim merkezi denildiğinde kurum soruluyorsa => örgün eğitim, içinde verilen kurslar diye soruluyorsa yaygın eğitim hizmetidir. Bir hizmet alınması için diploma önkoşul ise bu örgün eğitimdir.

[3]Türkan Şanlı, “Çaputlu Ardıç”, Derleyen: Ulus ALİ ŞANLI-Özgür ÖMÜR,  PİXEL, Dijital Baskı-Ofset-Kırtasiye Nevzat KAHVECİ, Birinci Baskı, İzmir, Mart-2019 Mansuroğlu Mah. Ankara Cad. No: 147/D Bayraklı/İZMİR E-Mail:nevzatkahveci@hotmail.com Tel: 05347356393   

 

[4] İntak: İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Hayvanların, bitkilerin, masa ve sandalye gibi cansız varlıkların insanlar gibi konuşmasına, intak ya da konuşturma sanatı adı verilir. Masallar ve fabllar, teşhis ve intak sanatına en çok rastlanan türlerdir.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır; ancak her teşhiste intak sanatı yoktur. 

[5] F. Nafiz Çamlıbel, “Han Duvarları” T.C. Ulukışla Kaymakamlığı: http://www.ulukisla.gov.tr/han-duvarlari-siiri

 

 
Toplam blog
: 72
: 1140
Kayıt tarihi
: 09.12.07
 
 

Rize merkez ilçeye bağlı Yiğitler Köyünde doğdum. Lise bitinceye kadar ilk gençlik yıllarımı geçird..