- Kategori
- Dünya Şehirleri
Caracas
Kolombiya sınırına yakın olan San Cristobal’dan başlayıp gece boyunca süren yolculuğum, sabaha karşı Türkiye’den biraz daha geniş olan ve 27 milyon nüfuslu Venezuella’nın başkenti Caracas’a ulaşınca sona erdi. Böylece üç gün içinde Venezuella’yı güneyden kuzeye baştan sona katetmiş oldum. Şehrin eski ve karmaşık olan otobüs terminalinin hemen önünden kalkan metroya binip Sabena Grande semtine gittim. Gençlik festivalinden dolayı boş yer bulmakta çok zorlandığım için pek de içime sinmeyen bir eski otele yerleştim.
Karaip Denizi’nin birkaç km içlerindeki orta halli bir dağın eteklerinde kurulmuş olan başkent
Şehri dolaşırken lüks bir lokantanın önünde koca bir dönerci görünce içeri daldım. Yemek reyonuna yönelince şaşkınlığım biraz daha arttı. Patlıcan ve biber dolması bir yana, cacık ve halis muhlis yaprak sarması bile vardı. Tandır ekmağı de cabası. Kendimi bir anda bizim Güney Doğu mutfaklarından birinde sandım. Pek de yanılmamışım doğrusu. El Turkolar’dan bir Lübnanlı kardeşimizin çalıştırdığı bir lokantaymış burası. Otelime de çok yakınında olduğu için yemeklerimi genellikle orada yedim. Her yemekten sonra az şekerli Türk kahvesi içmeyi de ihmal etmedim tabii. Tüm Güney Amerika’nın büyük şehirlerinde olduğu gibi burada da çok fazla El Turco denilen eski Osmanlı tebası varmış. Ülkemizide çok iyi tanıyan lokanta sahibi Vahit Bey’in söylediğine göre Caracas’ta 40 bin dolayındaki El Turco’nun bir kısmı lokanta ve eğlence sektöründe çalışırken, bir kısmı da başta kuyumculuk olmak üzere ticaretle uğraşıyormuş. “Hepmizin durumu bu günkü Orta Doğu’ya göre çok daha iyi” diyor. Başkente koca bir de cami yaptırmışlar. (Dükkanları dolaşırken bol miktarda başı kapalı kadınlara rastladım.)
Başkentte de herhangi bir döviz büfesi olmadığı için, bankaların da çok düşük kurlardan bozmaları nedeniyle Orta Doğulu esnaf komşularım imdadıma yetişti de para bozdurabildim.
Caracas’da bir başka dikkatimi çeken şey lokantalarda verilen yemeklerin porsiyonları oldu. Arjantin’de dahil olmak üzere dünyanın hiç bir yerinde bu kadar büyük porsiyon yemek verildiğini görmedim. Önündeki tabağı mutlaka bitrme düşüncesindeki birisi olarak bu alışkanlığıma başkentte kaldığım sürece istemeyerekde olsa son vermek zorunda kaldım. Yeri gemişken şunuda belirtmede geçmeyeyim: Bu büyük yemek porsiyonlarından dolayı insanlar oldukça şişman. Özellikle de kadınlar. Hepimiz kainat güzeli yarışmalarında çoğu zaman Venezuellalılar’ın birinci geldiğine şahit olmuşuzdur. Anca bu demek değildir ki tüm ülke kadınları çok güzel. Bunun böyle olmadığını özellikle Caracas’a geldiğinizde görmeniz mümkün. Belki de tüm Güney Amerika’da (Bolivya ve
Gittiğim her büyük şehirde yaptığım bir çılgınlığı bu şehirde de tekrarladım. Nereye gittiğini bilmediğim eski püskü bir dolmuşa binerek şehrin caddelerinde ilerlemeye başladım. Bir süre sonra şehir merkezini geride bırakıp zigzaglar yaparak ‘barrio’ (Brezilya’da ‘favela’) denilen döküntü mahallere geldik. Biraz güvenliğimden endişe etsem de aslında görmek istediğim yerlere çıkmıştım. Hiç bir alt yapısı olmayan, demir filizlerini tanımaksızın camı penceresi bulunmayan, tuğlaların gelişigüzel dizildiği barakaların yanında, karton ve eski yağ tenekerinin açılarak duvar ve çatı yapıldığı evlerin arasında bir süre dolaştım. Hem güvenlikten dolayı hem de hiç kimseyi rencide etmemek için fotoğraf çekmedim. Hayat bu bölgede gerçekten içler acısı görünse de küçük çocuklar hallerinden gayet memnun görünüyordu. Pencere kenarları birer çamaşır sergisi görünümündeyken, yaşı büyük insanlar kendilerini göstermekte biraz ihtiyatlı davranıyordu. Yıllarca hayatın içinde yok sayılan bu insanların şimdilerde Chavez’i bir mesih gibi görmelerinin sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Caracas’ta yapılması gereken en önemli aktivitelerden biride tüm kıtanın olmazsa olmazı sayılan teleferikle iki bin metre yüksekliğindeki Pico El Avila’ya çıkmak ve bir taraftan Karaip kıyılarını seyrederken, bir taraftanda geniş bir vadiye dağılmış olan Latinlerin en kozmopolit başkentini seyretmektir.
Devam edecek