Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çaresizseniz Çaresizsiniz

Çaresizseniz Çaresizsiniz
 

Ya Çaresizsiniz Ya da Çare Siz siniz... 

Önce bi düşündüm çaresiz anlarımı, imkansızlıkları sonra kendi kendimin neler başarabileceğini. Evet çaresizsem çare bendim. Her şey insan beyninde başlar ve insan beyninde biter. 

İstekler... Arzular... Amaçlar... Hedefler... Hastalıklar... Evet Hastalıklar... 

Her şeyin insan psikolojisi ile eş değer oldugunu düşünür müydünüz? 

Sizce ölümü bekleyen bir Kanser hastasına doktor neden moralini yüksek tutun ömrünü daha fazla uzatabilirsiniz der. Yüksek moral ve pozitif düşünceyle bir hastanın ömrünü uzatmak mümkün müdür? 

Ya da hiç karşılaştınız mı umutsuz vaka gibi görülen bir kanser hastasının yüksek motivasyon ve pozitif düşünce gücü ile o hastağı yendiğini. 

Ben cok okudum ve cok gördüm. İnsan beyni öyle farklı çalışıyorki Beyin gücü ile her şeyin üstesinden gelebileceğimize inananlardanım. 

Atom Bombasının Babası: Albert Einstein, Ludwig van Beethoven, Honoré de Balzac, John Lennon, François Truffaut ve daha niceleri. 

Hiç düşündünüz mü sizce Tanrı tarafından verilmiş bir yetenek miydi onlarınki yoksa azmin zaferi miydi? 

Yokmuydu çaresizlikleri. 

Beethoven bütün senfonilerini işitme problemi yaşamaya başladıktan sonra bestelemesi ilahi bir güç müydü yoksa tanrının verdiği hazineyi doğru kullanması sonucu azmin zaferimiydi. 

Çaresizseniz, Çare sizsiniz... 

'Bir kadın var. Bu kadın frengi hastası ve tam sekiz tane çocuğu var. Bu çocuklardan üçü sağır, ikisi kör ve biri zeka özürlü. Ama kadın yine hamile. Sizce bu çocuğu dünyaya getirsin mi, yoksa kürtaj mı yaptırsın?
Böyle bir soruya cevap verenlerin tamamına yakını doğal olarak 'Kürtaj' der değil mi? Ama kürtaja 'Evet' dediyseniz Beethoven'ı öldürdünüz.'' 

‘’Klasik müziğin gelmiş geçmiş en büyük ismi olan Ludwig van Beethoven'ın hayat kesitleri hep inanamayacağımız türden. 1770 lerde Almanya'da doğuyor. Alkolik babası saray müzisyeni ve oğluna piyanoyu daha dört yaşında zorla çaldırmaya başlayan katı bir insan. Parmakları piyanoya küçük geldiğinden çalamayıp ağlıyor ama baba hiç acımadan katı tutumunu sürdürüyor.
Annesi ve kardeşleri sürekli hasta. Kardeşleri teker teker ölüyor. En son iki tanesi hayatta kalıyor. 

Yürek sızlatan cinsten, zor bir yaşam sürmüş Beethoven..
Hayatı boyunca birkaç kez aşık olmuş, fakat hiç evlenmemiş. Frankfurt'lu bir tüccarın karısı olan Antonie Brentano'ya ölesiye aşık olduğu ve Diabelli Varyasyonları'nı bu Ölümsüz Aşkı'na adamış olduğu yazılır. Yüzünde hem bir bebek masumiyeti hem de Azrail'in acımazlığını aynı anda sergilediği söylenmekte. 

Beethoven’ın dokuz senfonisi, beş piyano, bir keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, otuz iki piyano sonatı ve birçok oda müziği eseri bulunuyor. 

Beethoven yaşamının sonlarına doğru artan işitme problemi en sonunda tamamen sağırlığa dönüşmüş bir besteci. Babasından yediği dayaklar sonucu sağır olduğu söyleniyor. Sağır olması müzik yaşantısını hiçbir şekilde etkilememiş. Kulakları duymadan bestelediği melodilerle insanlara sürekli barış mesajları vermiş ve en büyük eseri olan ''Dokuzuncu Senfoni'' yi bestelemiş. 

Bu beste bildiğimiz gibi şu an Avrupa Birliği'nin Milli Marşı. ‘’ 


Ve Einstein 

‘’İlginç bir yaşamı vardı Einstein’ın. 1879 yılında doğdu. Daha bir yaşına varmadan babası iflas ettiği için ailesi başka bir kente taşındı. Babası ve amcası elektrikli araçlar üretmeye başladı. İki kardeşin küçük şirketi büyük firmalarla rekabet edemedi. Albert ağırkanlı, düş kuran, duraksayarak konuşan bir çocuktu. En yakın arkadaşı kendisinden iki yaş küçük kız kardeşiydi. Bir diploması olsun diye babası onu yatılı okula yazdırdı. İki ay dayanabilen Einstein sinir krizi geçirdiğini gösteren bir rapor aldı ve okuldan kovuldu. Mileva MaricDiploması yoktu. İsviçre’de Politeknik Enstitüsü giriş sınavlarını geçmesi koşuluyla okula başlamasını kabul etti. Aylarca tek başına çalıştığı sınavda başarılı olamadı. Fransızca’dan, İngilizce’den, zoolojiden ve botanikten kötü not aldı. Yılmadı. Hazırlıklarını sürdürdü. Bir yıl başka bir okulda okuduktan sonra ileri matematik yeteneğinden dolayı sonunda okula kabul edildi. Ders dışında okumaya doyamadığı bilim, sanat ve kültürün klasik yapıtlarının dolup taştığı okul kütüphanesi ona sunulmuş bir hazineydi. O dönemde okula kabul edilen ender kız öğrencilerden biri olan Mileva ile tanıştı. Musevi olmadığı için babasının izin vermediği bu genç kızla babasının ölümünden sonra evlenebildi.’’ Sonunda diploma aldı. Üniversitede araştırma görevlisi olmak istiyordu. Başvuruları sonuçsuz kaldı. Mileva’ya şöyle yazdı: “Yine de her kapıyı çalıyorum ve gülmece duyusunu yitirmiyorum... Ayrıca, müzik ve dostlarım beni körelmekten koruyorlar.” 

Hayatı boyunca negatif duygulardan uzak kalıp sürekli yılmadan pozitif düşünce ile olaylara yaklasması değimliydi onu başarıya götüren . 

Her olumsuzlukta yılmadan dimdik ayakta durup mücadelesinden vazgecmeyen ve kendisine pozitif duygular katacak uğraşlar bularak telkinleyen. 

Büyük bir yetenek değil miydi her başarısızlık sonrası umutsuzluga kapılmamak için kendinizi güçlü hisseden aktivitelere yönelip beyne pozitif enerji salgılamak. 

Hangimiz başarıyor acaba negatif duygulara kapıldıgında ya da bir işte başarısız oldugunda kendini pozitif düşünce gücü ile ayakta tutmayı… 

Yada en kötü zamanlarımızda kendimizi koy vermeyip hobilerimizle uğraşıp yıkılan acıyan yönlerimizi tedavi etmeyi… Sorarım size kacımız yapıyor bunu? 

‘’Einstein Bir süre öğretmenlik yaptı. Babasının bir dostunun yardımıyla bir patent bürosunda bilirkişi olarak işe girdi. Babası, ailesi ve kız arkadaşı Enistein’ın akademide çalışma olanağı bulamamasına çok üzülüyordu. Küsmedi. Akademi kapılarının kapanması içindeki bilim aşkını öldüremedi. Yaşamından memnun olmanın yolunu buldu. 

Bardağın boş değil dolu olan bölümünü gördü. O günleri şöyle yazdı: “Patent belgelerinin yazılması işi benim için gerçek bir kazançtı, bu iş fizik üzerinde düşünmek için bol zaman bulmama olanak veriyordu.” 

James Clerk MaxwellEinstein’ı uğraştıran sorun fiziğin geldiği yol ayrımıydı. Işık, Newtoncu kurama göre parçacıklardan oluşan tümüyle yerel ve süreksiz bir mekanik olguydu. Maxvell’e göre ise ışık denizin üstündeki dalgalar gibi uzaya yayılmış ve süreklilik gösteren dalgalardı. Fizik dünyası bu kördüğüme kilitlenmişti. 1905 yılında yirmi altı yaşında büyük bir cesaret göstererek “Özel Görelilik Kuramı”nı yazdı. Bu kuram, nükleer fiziğin enerjinin korunumu yasasının ana ilkesi oldu ve bilim adamları atomu parçalayıp atom çağını başlattı. Kendisi yapımında yer almamasına ve bu enerjinin silah olarak kullanılmasını istememesine karşın atom bombasının babası olarak tarihe geçti.’’ Peki ya Balzac a ne demeli… 

Fransız yazar Honoré de Balzac, çok sıkı disipline sahip bir yatılı okulda büyüyor. 

'Kişiliğe zarar verir' diye ziyaretçi bile yasak. Anne- babasını uzun süre göremiyor. Onlara mektup yazması bile yasak. Oysa o yazmak istiyor, sadece yazmak. Uzun uzun anlatmaktan, ayrıntılara inmekten hoşlanıyor. Okumayı da çok seviyor, gece yarısı kütüphaneye girmek yasak olduğu halde o giriyor. Bu yüzden defalarca kez cezalandırılıyor. En sonunda okul müdürü, babasına bir mektup gönderiyor: "Bundan hayır gelmez; ne dersi biliyor, ne ödev yapıyor. Verilen bir işle uğraşmaya karşı öyle bir tiksinti var ki, ne yapsanız boşuna..." Balzac okuldan alınıyor ama sonra dünyanın en büyük romancılarından biri oluyor; 'Goriot Baba'yı, 'İnsanlık Komedisi'ni yazıyor. 

Yani azmin elinden hiçbirşey kurtulmuyor ve insan istediği sürece her şeyi başarıyor. 

Yeterki kendini pozitif duygularla telkin etmesini, yılmadan pes etmeden ayakta durmasını bil. 

Kaçımız başarısızlıklar yaşadıktan sonra yılmadan bi daha bidaha deneme gücüne sahibiz. 

Çogumuz ilk yenilgi ve hayal kırıklıklarından sonra pes etmeye meyilli. 

Aşklarda bile zayıf düşmeye müsait bir ruh hali … 

Kaçımız umutsuz acı veren aşklardan sonra dimdik ayakta durduk ya da acı aşklardan ilham alıp muhteşem projelere imzalar attık. Ya yıkıldık ya bıraktık kendımızı ya da umudumuzu kaybettik. Ya yaşam sevincimizi kaybettiniz ya pes ettiniz ya da daha fenası yaşamın artık anlamsız oldugunu düşünüp son vermeyi düşündünüz hayatınıza . 

Unutma ‘‘Hayatta hiçbir şey ayağına "kullanıma hazır" gelmez; Tanrı fındığı verir ama Nutella yapmaz‘’ 

İçinizdeki Dahiyi ortaya çıkarmanız ve yaşam sevincinizi asla kaybetmemeniz dileğimle… 

 
Toplam blog
: 58
: 3499
Kayıt tarihi
: 16.11.10
 
 

Mersin Üniversitesi Turizm Otelcilik Konaklama işletmeciliği mezunuyum. ..