Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çarşı, pazar yanıyor mu?

Çarşı, pazar yanıyor mu?
 

Dedem “ben vilayete gidiyorum” deyip çıkmıştı evden. İki gün sonra gelebildi. Merakla bekledim yolunu…
 
Nasıl merak etmem; her ilçeye ya da vilayete gittiğinde bana köy yerinde bulunmayan yiyecekler, oyuncaklar ya da giysiler getirir. Bir de ilgimi çok çeken el aletleri getirir bazen. O, aletlerle iş yaparken mitolojik bir Tanrıyı izliyormuş gibi duyguya kapılırım. Bu yüzden ona "iş güç Tanrısı Dedos" diye bir isim taktım. Bir dakika durmaz yerinde.
 
Ama ilginç olan şu ki, yeni aletiyle hem iş yapar, hem alete güzellemeler yapar, hem de söylenir:
 
- Şu aleti biz yapamıyoruz ya, ona yanıyorum. Elin ecnebisi yapıyor, biz yapamıyoruz… Neyimiz eksik bizim? Akıl desen var, para desen var, mühendis desen var. Bir şey eksik ya anlamıyorum… Heybe dolusu döviz veriyoruz...
 
Dedem köy arabasından inerken hayal kırıklığı yaşadım. Elinde paket yoktu. Hatta tüm sayfalarını, ince ince okuduğum gazeteler de yoktu… Bir şey getirmemiş miydi acaba bana?
“Dur bakalım, belki ceplerine koymuştur” diye düşünerek kendimi daha da meraklandırdım.
 
Yok… Hiçbir şey getirmemişti! Sanki üzerime pek bir vazifeymiş gibi “matkap alacaktın dede, bir de elektrikli testere diyordun. Almadın mı?” diye sordum.
 
Maksadım bana bir şey getirmediği için sitem etmekti ama cesaret edemedim… Ama o sanki “bana neden bir şey yok” demişim gibi gürledi:
 
- Ne matkabı, ne testeresi tombalak? Kim kaybetmiş de biz bulalım?
 
- Sen demiştin de… Gazete, dergi de getirmemişsin bana…
 
Yüzüme öyle bir baktı ki aksi dedem; neredeyse ağlayacaktı… Sonra ansızın toparlandı, kaşlar çatıldı:
 
- Çarşı pazar yanıyor tombalak… Üç kuruş emekli aylığım var, güya zam almışız. Verdikleri zammı suyla, elektrikle geri aldılar. Bir de gübre ve ilaç borcum vardı, onu ödedim. Cepte yol parası ancak kaldı. Kış boyu ne yiyip ne içeceğiz bakalım…
 
Gözlerim fal taşı gibi açıldı:
 
- Çarşıda yangın mı çıkmış? Hem de pazarda! He mi?
 
Sakalını titreterek güldü. O sırada bahçe kapısı açıldı. İmam girdi içeri:
 
- Neredesin yahu? İki gündür camiye gelmiyorsun…
 
Dedem aksi aksi konuştu:
 
- İki gündür kendime bile gelemiyorum hoca efendi. Sana nasıl geleyim?
 
Gülüştüler…
 
Dedem uzun uzun çarşı, pazardaki pahalılığı anlattı. Hoca efendi sesini çıkartmadan dinliyordu.
 
- Yahu bizim elli kuruşa zor sattığımız domates pazarda beş lira… Kim kazanıyor aradaki parayı? Üreten biz, geçim sıkıntısı çeken biz… Ne mazota para yetişiyor, ne tohuma, ne gübreye… Yumurtayı bakkaldan alsam daha ucuza geliyor. Hayvanlara yem parası yetiştiremiyorum, satarken de neredeyse üzerine para vereceğiz… Ne diyorsun hoca efendi? Ne olacak halimiz…
 
İmam efendi bir sürü bir şeyler söyledi. Aklımda tutamadım. Ama hep onları, bunları, şunları suçladı. Bir de “bazıları” dediği kişilerin ne kadar şerefsiz olduğunu anlattı uzun uzun…
 
- Yahu yıllardır gazetesiz eve gelmedim, şimdi gazete almaya elim gitmiyor. Gazetelere bakarsan her şey yolunda, memleket güllük gülistanlık… Şehit haberleri var, gazeteci ayıp olmasın diye küçük bir yere basmış haberi… Döviz almış başını gidiyor, mazot, benzin de ona keza… Gazetecilerin haberi yok ama! Onlara göre her şey yolunda. Ne diyorsun imam efendi? Ne olacak halimiz?
 
İmam efendi bir sürü bir şeyler söyledi. Aklımda tutamadım. Ama hep onları, bunları, şunları suçladı. Bir de “bazıları” dediği kişilerin ne kadar şerefsiz olduğunu anlattı uzun uzun… 
 
- Berber kapıya ilan asmış. Üçyüz dolar bozdurana tıraş bedava diye. Tıraş olacaktım. Dede dolar bozdur gel, bedava tıraş edeyim dedi. Ülen oğlum, bizim döviz borcumuz var, döviz borcu olanı bedava tıraş etmen lazım, bozduranı değil dedim. Kızdı bana! Dede biz ekonomiye katkımız olsun, elin gâvuruna ders verelim, parasını pul edelim diye uğraşıyoruz diyerek azarladı beni. Ben de “Amerika’nın da ödü kopuyordu, Canbaba dolarını bozduracak diye! Ülen oğlum şu cebindeki telefona bir bak, kim sattı onu sana… Aldığım tohum bile ecnebinin cebine gidiyor. Sanayiye uğradım, zanaatkâr bitmiş. Kimse ürettiğini satamıyor, piyasada para yok, alacağını alamıyor, vereceğini veremiyor. Yollar bomboş. Sadece haciz arabaları geziyor sokaklarda. Tornacı Mehmet “komşuya haciz geliyor, görmeyelim, mahcup olmasın diye görmezden geliyoruz dedi.” Yarın sana gelince o da görmezden gelecek, bu mu bulduğunuz çözüm dedim. Ne dersin imam efendi? Çözüm mü bu?
 
İmam efendi bir sürü bir şeyler söyledi. Aklımda tutamadım. Ama hep onları, bunları, şunları suçladı. Bir de “bazıları” dediği kişilerin ne kadar şerefsiz olduğunu anlattı uzun uzun…
 
- Gezerken tanıdık esnafa soruyorum. İşleriniz nasıl diye. Üç gündür siftahım yok diyor. Sonra da halimize şükür deyip başını öne eğiyor. Susuyor… Ne dersin imam efendi? Kötü günlere de mi şükür edeceğiz artık. Neden susuyor bu ahali?
 
İmam efendi bir sürü bir şeyler söyledi. Aklımda tutamadım. Ama hep onları, bunları, şunları suçladı. Bir de “bazıları” dediği kişilerin ne kadar şerefsiz olduğunu anlattı uzun uzun…
 
- Domdom Bekir’in öğretmen oğluna rastladım çarşıda. Başı önde, hızlı hızlı yürüyordu. Seslendim; ülen Sülüman, Karadeniz’de gemiler mi battı, ne bu halin dedim… Elimi öptü, dede gemileri boş ver, ben battım, ev kredisini ödeyemedim. Eve haciz gelecek, karım da hamile. Sahi, sende var mı dede? Beş yüz lira borç verebilir misin? diye sordu… Cebimdeki parayı paylaştım onunla, yüz ona verdim, yüz bana kaldı… Su kesilecekti, hemen onu yatırayım bari dedi. Sevine sevine gitti. Ne dersin hoca efendi? Borçla nereye kadar yaşayacak Sülüman?
 
İmam efendi bir sürü bir şeyler söyledi. Aklımda tutamadım. Ama hep onları, bunları, şunları suçladı. Bir de “bazıları” dediği kişilerin ne kadar şerefsiz olduğunu anlattı uzun uzun… 
Bu sefer bir de “onlar” dediği kişilerin ayağını denk alması lazım dedi. Köyün birlik beraberlik içinde olduğunu da ekledi.
 
- Sen mütemadiyen konuşuyorsun da imam efendi, lakin herkes susuyor! Kötü olan hiçbir şey konuşulmuyor. Herkes “şükür” deyip başını öne eğiyor. Şehit haberi gelince, yüzünde acı bir ifade ile başını öne eğip susuyor… Sen konuşman lazım olan yerlerde susuyorsun, o susuyor, ben susuyorum… Ne zaman biter bu suskunluk sence? Hı?
 
İmam efendi bu kez baklayı ağzından çıkarttı:
 
- Hele şu başkanlık gelsin, ne şehit haberi kalır ne dolar çılgınlığı… Az kaldı!
 
- Tek dert bu mu imam efendi? Başkan neyi değiştirecek? Terörist başkandan korkup silah mı bırakacak? Ekonomi başkanımız oldu diye şahlanacak mı? Üretim mi artacak? Bulduğun tek çözüm bu mu? Bir anlat bana…
 
İmam efendi bir sürü bir şeyler söyledi. Aklımda tutamadım. Ama hep onları, bunları, şunları suçladı. Bir de “bazıları” dediği kişilerin ne kadar şerefsiz olduğunu anlattı uzun uzun… 
Köyün birlik beraberlik içinde olduğunu, meralarımıza başka köyün sığırlarını sokmayacağımızı, çok kararlı olduğumuzu falan anlattı.
 
- Aynı lafları, hamaseti, onu bunu suçlamayı bırak imam efendi… Anlat hele bi…
- Ben geciktim, muhtarı ve ihtiyar heyetini camiye çağırmıştım. Hadi Allaha emanet olun…
 
İmam efendi çekti gitti. Dedem teşbihini hızlıca sallayıp cebine koydu. Dudaklarında belli belirsiz cümleler vardı, anlayamadım…
Çekinerek dedeme sokulup yeleğin ucundan çekiştirerek sordum:
 
- Dede herkes neden susuyor sence?
 
Başımı okşadı. Yere diz çöküp gözlerimin içine bakarak konuştu:
- İyi dinle tombalak, hiç unutma bu dediğimi, olur mu?
 
Kafamı sallayarak “peki” dedim. Sonra ekledim; “Vallahi de tillahi de unutmam dede…”
 
- Acılar ne kadar derinse, sessizlik de suskunluk da o kadar büyük olur tombalak… Lakin o sessizlik, fişeğin yatağındaki sessizliktir. Tetik düşerse can yakar… Herkes susuyor bir fişek yatağında nasıl susuyorsa! Anladın mı?
 
Kafamı daha çok salladım.
- Anladım dedem. Ama imam efendiye bunu neden söylemedin? O da anlasaydı… Yazık değil mi?
- Söylüyorum tombalak. Lakin imam efendi konuşmaktan karşısındakini duymuyor. Mütemadiyen konuşuyor… Duymuyor… Duymadıkça daha çok konuşuyor. Konuştukça hepten duymaz oluyor. Ne zaman susar, o zaman duyar…
 
**
Lüzum hâsıl etti yazdım…
Not alın, lazım olur…
 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..