- Kategori
- Anılar
Çarşıda uzun bir gezinti
BAKKAL AMCA SÜPERMARKETE KARŞI
Bakkal Bahri en ünlüleriydi onların. Cüce Abdullah, Çercavuz, Ethem amca, Tiroğlu, Akkaya, şekerci Süleyman, bunların hepsi yana, Bahri bir yana.
Biz çocuklar elimize geçen paranın miktarının ne olduğuna bakmaksızın onun dükkanına koşardık. Ne alacağımızın, ne kadar alacağımızın önemi yoktu. O bize elimizdeki paranın ederi kadar, neyi, ne kadar vereceğini bilir, hepimizi mutlu gönderirdi.
Cüce Abdullah’ın dükkanı sanki şimdilerde moda olan “Bir milyoncu” lar gibiydi. Çivi de bulunurdu, Sana yağıda.
Ethem amca da aslında nalburdu ama dükkanında sigaradan sabuna kadar her şey olurdu.
Süleyman Özvar’la Tiroğlu’nun dükkanlarında gül reçelinin en güzeli bulunur, öğlen arasında yan taraftaki ekmekçi Bayram’dan yarım ekmeği kapan soluğu şekerci dükkanlarında alırlardı.
Köpekçi’ nin Raşit rakı şarap da satardı, kil tuz da. Muhtarlığı da aksatmaz, mahallenin yolu suyuyla ilgilendiği gibi, tüm ilçenin ölüsünde ağlar, dirisinde gülerdi.
Mustafa Akkaya’nın dükkanında fotoğraf çekildiği gibi, av malzemeleri de satılır, okuma yazması olmayanlara (mühür) imza da kazınırdı.
Aşcı Osman’la Nalbant Halil ağanın lokantaları Salı pazarı günü dolar taşar, ilçenin akşamcıları Aşcı Osman’ın lokantasında, beyaz örtülü masalarda demlenirlerdi.
Çercavuz’un Mustafa abinin müşterisi kendisine özgüydü. Ama Cinağa (İbrahim Karaman) çağdaş düşünceyle yeni çıkan her malı ilk getirir, bu mal benim dükkanımın şekline uyar mı diye düşünmezdi.
Tezgahlarda kese kağıt kullanılır, kese kağıda konulan toz şekerleri, yüz gramlık tekel çayıyla beraber ceplerden çıkartılan Tosya işi büyük sarı mendillere sarılırdı.
7 ve 14 numaralı lamba şişeleri pamuk ipliklere geçirilerek boyunlara asılarak götürülürdü evlere.
Tevfik Duru’nun iki bina arasındaki küçük arada sattığı gaz yağları, tenekeci Hasan’ın lehimlediği ibrik benzeri kaplara konulur, ağızları da akmasın diye incirle kapatılırdı.
Sarı Nuri, Aziz Sertkaya, Mustafa Göncü, Selbesin Hüseyin (Seyin) kaya tuzu satarlar, bu iri tuzları dükkanlarının ortasına salıncak gibi kurdukları kantarlarında tartarlar, hesabını da o dakikada yaparlardı.
Esnafın hepsi iyi giyimli, bakımlı, kibardı ama hiç biri manifaturacılık yapan Necati Ünver, Osman Özen ve Hacıtozlu’nun oğlu Hasan Alkaya ile bu konuda yarış edemezlerdi.
FK minibüslerin yerini burunlu Alman Fordları aldığında, ilçeyle Ankara arası yedi buçuk liraydı. Yamyam dayı da daha “sen bizdensin yeğen” demeye başlamamıştı.
Caminin önünü durak olarak kullanan Bamya ile İhsan Kuş, askeriye artığı Amerikan malı cipleriyle köylere insan taşıyor, yeri geldiğinde ambülans görevi bile yapıyorlardı.
Yetmişlerin ikinci yarısında Süleyman Demirel 1. Ve 2. Cephe Hükümetlerini kurup ülkenin kimyasını bozarken, ilçe çarşısında esnafın hem kimyası, hem fiziği bozuluyordu.
Burhan Ogan, ayakkabı tamirciliğinden başladığı esnaflığında hazır ayakkabı satarak değiştirdiği ticari anlayışında hızını alamayıp AEG bayiliğine kadar gidip, manavlıktan hayvan yemine kadar olan her alana el atıyor, insan taşımacılığı yapmak için otobüs, mal nakliyesi yapmak için kamyon alarak, Anadolu’nun ilk holdingini kurma hevesini yaşıyordu.
Arif Akdemir şekerci dükkanı açarken, Süleyman Özvar ve yeğenleri Aygaz satmaya başlıyor, Aşcı Osman lokantacılığı bırakıp, bakırcı dükkanına ağırlık verirken, işlerinin başına da oğlu İbrahim’i geçiriyordu.
Yeni jenerasyon yer alıyordu çarşı portresinde.
Kadir Eroğlu kırtasiye dükkanı açıyor, İbrahim Kurt küçük ev eşyalarının yanında çeyiz ve beyaz eşyaya yöneliyordu.
Ethem amca ölmüş, berber Talip’in gözleri görmez olmuştu.
Kör Memed, mangalın üstünde bulundurduğu tarihi ibriğinde su ısıtıp eşini dostunu tıraş etmeyi sürdürse de, modern görünümlü, Ankara Berber Salonu nun sahibi Yavuz Nar, ilçenin sosyete berberi olma özelliğini kazanıyordu.
Çavundurlu Rafet kurduğu ekibiyle kebap-pide salonu açıyor, kendi mesleği olmasa bile Rahmi ve Celal ustaların patronluğunu yaparak ilçeyi döner denilen et yemeğiyle tanıştırıyordu.
Fedai Kortarla Uğur Halı Mobilya’yı Mevlüt Özkan “Özkan Tuhafiye”yi, bu satırların yazarı da inşaat malzemesinden beyaz eşyaya, halı mobilyadan Paşabahçe cam ürünlerine kadar bir ürün yelpazesinde hizmet verecek “Erçim Ticareti” açıyor, babasından devir aldığı, ilçenin tek gazete bayii olmayı sürdürüyordu.
İlçenin etini yine Faik’in oğulları Hikmet ve Sinan ağabeylerle, unutulmaz sima Harun ağa yapıyor, Kocakafa Hamdi köy mezra gezip, ayağı kırılmış, döneğen olmuş keçi koyunları kovalıyordu.
Harun ağa 2-3 kilo et isteyen müşterisini “Hayrola, ne o elinde yara çıktı da ona mı saracaksın?” diye azarlıyor, kasap Sinan abi arka baldır kemiğini çaktırmadan terazinin kefesine atıyordu.
İlk darbeyi ilçeye açılan Sümerbank sayesinde kibar ve şık manifaturacılar yediler. Sanayi de Devlet sloganıyla yurdun her yerine ulaşmaya çalışan Sümerbank patiskadan Amerikan bezine, Altınyıldız’dan, İpek iş e kadar her tür kumaşın yanında, iç donundan gömleğe, çoraptan paltoya kadar ne varsa satmaya başlayınca, Osman Özen traktör satmaya, Hacıtozlu’nun Hasan Alkaya hayvancılık yapmaya, Necati amca ise emekliye ayrılmaya karar verdiler.
Çerkeşli Kel Şevket tüm esnafın ihtiyacını gideren toptancı olsa da, genellikle mal alımına İstanbul’a gidiliyor, Eminönü, Tahtakale’de Evliya Han’ da kalınıp, alınan mallar, Kastamonu Ali Rıza ambarına taşıtılıyordu.
Turgut Özal’ın, Demirel hükümetinde koltuksuz bakan sıfatıyla aldığı 24 Ocak (1980) ekonomik kararlarından sonra “enflasyon” denilen canavarla tanışan çarşı esnafı, aynı zamanda emekli olur olmaz bakkallığa başlayan yeni yüzlerler de tanışıyordu.
Devletten emekli memurların, ticari hayatları bazen birkaç ay, bazen bir- iki yıl sürse de, çarşının esnaf yüzü hızla değişiyor, tezgah başına oğullar geçiyorlardı.
Artık mal alımına İstanbullara gidilmiyor, ihtiyaçlar kapıya kadar gelen toptancı kamyonlarından yapılıyordu.
Değişen sadece ilçe ve esnaflar değildi elbet. Ülke değişiyordu, ticaret değişiyordu, siyaset değişiyordu.
Finans kapital denilen bankacılık çağının en muhteşem zamanlarını yaşıyor, insanların ceplerine soktukları kredi kartlarıyla, sorumsuz harcamaları körüklüyorlardı.
Büyük kentlerde boy göstermeye başlayan marketler, zincirler oluşturuyor, neredeyse toplu iğneden arabaya kadar her ürünü bulundurup, mahalle bakallarını tek tek tarihin sayfalarına gönderiyorlardı.
Mahalle bakkallarının bazıları “Kahvaltıcı”, “Yumurtacı”, “Tavukçu” gibi dallara ayrılıp direnç gösterseler de, dükkanlarını kapatmanın önüne geçemiyorlardı.
Çünkü reklamların etkisi altında kalan tüketicinin tercihleri değişmiş, insanlar, el arabalarıyla gezindikleri büyük dükkanlardaki bol çeşit içinde alış veriş yapmanın kendileri için ayrıcalık olduğuna inandırılmışlardı.
Cebindeki kredi kartına güvenen tüketici, doyasıya ürün almanın doyumsuz tadına varıyor, önündeki el arabasını tepeleme doldurmaya başlıyordu.
İlçelerden arabasına atlayan aile üyeleri ev gezmesine gider gibi büyük kentlere gidiyor, aylık hatta haftalık alışverişlerini oralardan yapıyorlardı.
Gözlerini hırs büyümüş kapitalizm, pos makinesinden çekilen kredi kartının hangi ilden ilçeden çekildiğini gördükçe, büyük kentlerdeki bakkalın ekmeğine göz koymakla yetinmiyor, market zinciriyle irisinden küçüğüne doğru ilçelere, beldelere de akın etmeye başlıyordu.
Hedef bu kez Anadolu küçük esnafıydı.
Yıllardır hayvancılık ve ufak tefek tarım dışında geliri olmayan ilçeye kurulan fabrikalarda binlerce insan çalışmaya başlayınca bu marketler koşarak gelmeye başladılar.
Çerkeş ve Ilgaz’dan sonra Kurşunlu’da da market zincirlerinden biri şube açıp ilk gün 35-40 bin lira gibi bir ciro yapınca, bizim köhne bakkalın gözleri fal taşı gibi açılıverdi.
Sadece bakkalın mı? Marketin tezgahlarında pantolondan gömleğe, çoraptan çamaşıra bir sürü giysiyi gören tuhafiyecinin, tencere tavadan, bardak kaşığa kadar bir sürü çanak çömleği gören zücaciyecinin, domatesten maydonoza sebzeyi gören manavın da morali bozuldu.
Kendisinin belki de birkaç ayda yaptığı ciroyu elin oğlu bir günde yapınca, “hoop ne oluyoruz” demeye başladı.
Trabzon’da, Bursa’da, Isparta’da esnafın bir araya gelerek toptancı şirketleri kurduğunu, şirkete ortak her dükkanın bir şube gibi çalışarak ayakta durduklarını duydu ama görmedi.
Bundan sonrasında yan yana gelip ayakta mı kalacaklar, teker teker ticarete veda mı edecekler, bekleyip göreceğiz.