- Kategori
- Kültürler
Çatıdaki radyolar
‘’Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil
Eski radyolar gibi, çatıya saklanmış aşk!’’
Neydi o Sezen Aksu’nun ‘’Lale Devri’’ isimli güzel şarkısında aşkı benzettiği o radyolar?
Bir daha hiç kullanılamayacağını bile bile, en nostaljik olanının bile bugün gavur parasıyla 5 kuruş etmediğini bile bile, o lambalı radyo atılmaya kıyılamayıp, yıllar yılı çatıda, orada, burada toz içinde saklanıyorsa, onu insanların yaşanmış geçmiş, çeşitli aşklarının bir parçası, anılarının bir sembolü veya aileden kalma bir kültür mirası olarak görmeleridir.
Bu radyolarla büyüyen, bu radyolarla heyecanlanan, bu radyolarla uyuyan bizim nesil, şimdi iki yaşında TV kumandasını öğrenen bebelerin aksine o radyodan nasıl ses çıktığına, o konuşan insanların bu kutunun içine nasıl girdiğine akıl erdirmeye çalışırdı.
Altmışlı yılların ortasında, küçücük el kadar transistörlü radyolar piyasaya çıkınca, şaşkınlığımız daha da artmış, merakımız değişmiş, insanların radyoların içinde olmadığını anlamakla birlikte, bu sefer de bu küçücük aletin elektriksiz, kablosuz, nasıl çalıştığına kafa yormaya başlamıştık.
Sosyal yaşamda çok büyük rol alan radyolar, hemen hemen tamamının yaşamı aynı olan bir devir halkının tek kültür, eğitim ve eğlence odağıydı.
Çatıya saklanmasının sebebi buydu.
Aşk her yerde vardı O zamanki kadar saf ve temiz olmasa da şimdi de var.
Ama artık ne o devrin güzel insanları kaldı, ne de
‘’Burası İstanbul, Ankara, İzmir, Çukurova, Diyarbakır ve Türkiye’nin sesi’’ diye açılan radyolar.
Artık sadece resimlerde ve anılarda.
Çatılarda bile yok.