Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '12

 
Kategori
Dünya
 

Ceberrut Devlet ya da korkularımızın nedenleri

Ceberrut Devlet ya da korkularımızın nedenleri
 

11 Eylül 2001 günü New York'taki İkiz Kuleler'in saldırıya uğradıkları an


Yüksek Siyaset bizi nereye götürüyor?

Her korku bir değil bir kaç tepki doğurur. Çevremizi kuşatan her şey bizi etkiler. Su, toprak, ağaç, güneş dışında yakın arkadaşlarımız bizde değişik etkiler yaratır. Onların maddi ve manevi özelliklerinden dolayı bazen mutlu, bazen kaygılı, bazen sevinçli bazen de korkulu anlar yaşarız. 

Çok yakınımızda olmasalar bile kimi çatışmalar ile kimi ölümler de duygularımızı ve düşüncelerimizi etkiler. Bu yüzden kişisel uyumsuzluklar ile suçluluk eğilimleri artarak yaygınlaşır.

Her korkunun arkasında birilerinin bizi etkilemek; sömürmek, kendisine bağlamak ve istediği yöne doğru yola düşürmek eğilimleri olduğunu da unutmayalım. Bu açıdan baktığımızda çevremizdeki kimi noksanlıklar ile siyaset ve ticaret de bizi etkileyen başlıca alanlardır. Bu yazımda size 'yüksek siyaset' ile onun güdümünde yönlendirilmeye çalışılan 'iktisadi gidişat' üzerine bazı çarpıklıklar için bir şeyler yazmak istiyordum. Ancak çok tartışmalı bu alanların çoğumuzun oyunu çalmak üzerine kurulu olduğunu bilmezden gelemeyiz.

Bu yazımda özellikle çocuklarımız ile gençlerimizin korkuları yanında geniş toplum ve emeklilerin durumları üzerine bir şeyler yazmak istiyorum.

Çocukluktan depreme, trafik kazalarından silahlı terör'e kadar sorunlarımız var

Biliyoruz ki her birimiz nice korkular ile yüz yüze kalarak bugünlere geldik. Siyasi iktidarların programlarından uygulamalarına, güdümlü askeri darbelerin başımıza ördüğü kimi iktidar açmazlarından küreselleşme ile gelen sömürgeci özelleştirmelere kadar hangi konularda korkuya ve endişeye kapılmadık?

Bu çerçevede yanı başımızdaki çocuklarımız ile komşularımız da dün olduğu gibi bugün de nice korkular ile yaşamaya çalışmaktadır. Onların yenilemeyen bu özellikleri çağlar boyunca pek çok olumsuzluklara yol açmıştır. Bunlar aile içi şiddetten tutun, altına kaçırmak, yalan söylemek, kavgacılık, hırsızlık, suç örgütleri kurmak, kapkaç, vurgun, soygun, kaçakçılık, yabancıların emrinde onların gizli emelleri için hizmet etmek, tembellik, ahlaksızlık, mesleksizlik, bir işte dikiş tutturamamak, iki yüzlülük ve cinayet işlemek gibi davranış kalıpları ve kişisel özellikleri ile karşımıza çıkmıyor mu?

Ayrıca savaş ve terör çatışmaları ile trafik kazası içerisinde bulunmak da eğer kişi bir anda ölmemeiş ise yaralanmış, çarpışmalara ya da araçların çarpışmasına tanık olmuş ise o kişiler ne gibi korkular ve endişeler içerisinde yaşıyorlar hiç bilebilir miyiz? Bu tür korkularımıızn içerisinde çağdaş mimari ile mühandislik imkanlarının gerektiği gibi kullanılmadığı; gerçekçi denetimlerin uygulanmadığı konutların bir deprem sonucu yerle bir olması durumunda geriye kalanların neler çektiklerini de gördük.

Eğer bir çocuk kendisini etkileyen korkuların esiri olarak büyümüş ise özellikle onun yakın çevresi nice yıkımlar ile karşılaşır. Ne yazık ki 'yüksek siyaset' ile onun güttüğü 'ticaret' yolu ile kimileri daha çok zengin olmaya çalışırken başta çocuklarımız olmak üzere onların yakın çevresini de göz önüne almadan büyümeye çalışır. Oysa onların çocukları da bu tür yıkımlardan etkilenerek toplumlara pek faydalı olamazlar.

Devlet baskı uygular!

Çocuklarımızın korkularını yenebilmek için tek başına anne babaların çabası yeterli değildir. Onların yakın çevreleri ile eğitim süreci içerisinde karşılaştığı kişilerin de sevecen olmaları gerekir. Kaldı ki çocuklarımızın aile içerisindeki yetiştirilme biçimleri ile çevrelerinde bulunan çeşitli hayvanlar ile bazı korkunç olayların etkileri onların korkuları içerisinde büyük bir yer tutar. Bu bakımdan özellikle çocuklarımız ile gençlerimizin kimi korkuları ile kimi kaygılarının önüne geçebilmek için yoğun bir çaba harcamamız gerekir. Hayatın tuzaklarına karşı uyanık ve dirençli olmak zorundayız. Çünkü Devlet adlı sabırlı dev siyasetçilerin eğilimlerine göre yasalaştırdığı her kuralın uygulanması için maddi ve manevi pek çok yaptırımlar ile donatılmıştır. Bu yüzden cebir kullanır; ceberruttur!

'Kimsenin kimseye güveni kalmadı' gibi bir deyişin yıldan yıla daha çok yerleşmeye başlaması nasıl bir etkileşim içerinde bulunduğumuzu göstermeye yeter sanırım. Öte yandan anne babalarının kendi başına bıraktığı bazı çocukların ise bazı hayvanlar ile olumsuz davranışlar yolu ile çocukları etkilemeye çalışan kimi sapık ruhlu kişilerin onlar üzerinde yarattıkları korkuları yenebilmek için uyanık olmak zorundayız. Bu bağlamda küfürbazlık, kekemelik, cinsel sapkınlıklara yönelmek, korkulu düşler görmek, yaralanmalı kavgalara bulaşmak hatta öğretmenini ya da eşini öldürmek gibi korkunç olayların giderek çoğalmakta olduğunu nasıl yadsıyabiliriz.

Bence devlet hukuka düşkün de olsa ceberrut da olsa egemenliği altındaki toplumun bir bütün olarak hukukunu korumak; eşitlikçi ve adil paylaşımcı uygulamalardan uzaklaşmamak durumundadır. Onu yönetenler hiç bir zaman saydamlık (şeffaflık)'tan uzak durmamalı ve her türlü maddi ve manevi kazançlarını kendileri ile yakınlarına sunmak gibi bir hastalığa da yakalanmamalıdır.

Çocuklarımızın korkularını yenmeye yardımcı olurken direncimiz artmaktadır

Sevgi ve saygı ile birlikte karşılıklı paylaşımın göstergeleri olan sohbet, şakalaşma, konukseverlik, hoşgörü kapsamlı etkileşimlerin azalmaya başladığı günümüzde çocuklarımızın korkularını yenmek günden güne zorlaşacağa benziyor.

Ne yazık ki 'yüksek siyaset' ile yaygınlık kazanmaya başlayan 'güvenlik' içerikli bazı korkular çocuklarımızın geleceğe bakışlarını karartacak düzeye ulaşmaya başlamıştır. Umulur ki çocuklarımızın korkularını yenmek için karşılıklı anlayış ve sevgi saygı yerine 'höthüt' diyerek bir yerlere varılamayacağını anlayacağız bir gün. Bu bakımdan özellikle anne babalar ile öğretmenler çocukların tepkilerini gerektiği biçimde değerlendirmelerinde büyük fayda vardır.

Ne yazık ki bu konuda Sağlık Ocakları ile içine çocuklarımızın doluşturulduğu eğitim yuvalarımız yeterli görevliler ile donatılmış değildir. Onların yardımına anne babaları ile yakınlarındaki bazı can ciğer arkadaşları yetişmeye çalışmaktadır, yeterli olmasa bile. Bana göre Sağlık Ocağı yerine oturtulmaya çalışılan Aile Hekimliği ile okullarda ruh bilimciler, sosyal çalışmacılar, rehber öğretmenler ile toplum bilimcilerin sayılarının arttırılmasında fayda vardır.

Kimsenin dişi gülmez!

Toplumda yaşanılan anlık korkular ile geleceğe ilişkin endişeleri hiç bir yetkili, hiç bir uzman televizyonlara çıkarak bir kaç söz söyleyerek ört bas edemez. Sağlık Bakanlığının gözümüze dayadığı 'gülen dişler' afişleri ile ulaşılmak istenen emelin ne kadar yılışık bir siyasi yakıştırma olduğunu ise uzun uzun anlatmaya gerek yok. Oysa sağlıklı dişler ile 'gülen gözler' ve 'gülen yüzler' önemlidir bizim için. Kaldı ki 'dişler' gülmez' Onlar parlak, bembeyaz ya da bakımlı görünürler. Bu da ailelerin geçim şartlarına bağlı gelir düzeylerinin iyileştirilmesi ile mümkün olabilir. Dayatılan 'serbest piyasa' ya da 'küresel pazarlamanın dayanakları' ile sağlıklı diş bakımı ne kadar mümkün olabilir, o da ayrı bir konu. Kaldı ki günümüzde ne çocukların ne çalışanların ne köylülerin ne de emeklilerin diş ve dört (4) yılda birlik protez sorunları çözülebilmiş değildir.

Ceberrut Devlet kendisine güveni değil güvensizliği yaygınlaştırır

Nereden gelip nereye doğru yol almakta olduğumuzu hiç unutmadan; kimi iç ve dış odakların baskılarına kanmadan özgün bir biçimde var olma savaşı vermek durumundadır bu toplum. Bu çerçevede Batı'nın dayattığı Küreselleşme sarmalı ile Liberal demokrasi sömürülerinin toplumumuzu maddi ve manevi yönlerden nasıl kemirmekte olduğunu da görüyoruz. 1980'lerde başlatılan Özelleştirme dalgası ile Yabancı Sermayenin egemenlik tahtına kurulmuş olduğunu da görelim. Bu gelişmeler karşısında az çok bilgisi olan gençlerimiz ile geniş toplum kesimlerinin nasıl bir 'gelecek kaygısı' içerisine düştüklerini hepimiz biliyoruz.

Bu tür kaygıları ve kökleştirilmeye çalışılan Batı'nın çıkarcılık üzerine kurduğu Liberal Demokrasi tutkunu 'ceberrut Devlet' çarkının işleyişinin çevremizde nasıl bir güvensizlik ağı ördüğünü görüyor, yaşıyoruz. 'Topluma korku salmak' ise artık bu çağda sökmemeli. Osmanlı atalarımızın çok yanlış bir biçimde uyguladığı, 'Devlet başa, kuzgun leşe bakar' yaklaşımlarını da kökten unutalım artık.

Ceberrut Devlet emekliler ordusu'nu silip atabilir mi?

Tuzu kurular için değil yalnızca geniş toplum kesimleri için sanki ısrarlarla ne trafik terörü ne gıdaların denetimsizliği terörü ne de iç ve dış saygınlığımızı vuran Silahlı Terör ile onun uzantısı Ayrılıkçı Siyaset engellenebiliyor. Ne yazık ki bu amaçla girişilen nice teşebbüsün birer çıkmaz yol olduğu da anlaşılmıştır. Oysa bir imrenme olarak şunu da belirteyim ki Liberal Demokrasi ile yükseklerde uçan ABD ile çoğu AB ülkesinde ve Japonya'da bizde olduğu kadar yaygın bir korku ve endişenin var olduğunu hiç kimse söyleyemez. Son değerlendirmeler olması bakımından ülkemizde yaşayan yaklaşık yirmi milyon (20.000.000)'luk emekliler kitlesinin içinde bulunduğu acınılası durumlar içerisinde hiç bir korkunun, hiç bir gelecek endişesinin var olmadığını nasıl düşünebiliriz.

Her şeye rağmen 'seçme ve seçilme' adlı sarmalın da içine düşmüş olan ve adına 'Hukuk Devleti' de denilen ceberrut Devlet emekliler ordusu ile iyi geçinmek zorundadır. Bu amaçla her türlü harcamalarını saydamlaştıramadığı için Hazineyi sömürmekte olsa bile bu uygulamalar geçici birer makam sarhoşluğundan başka ne olabilir?

Silahlı Terör nedeni ile toplumları yönetmeye çalışmak en ilkel yönetim biçimidir

Liberal Demokrasinin ülkemizdeki Muhafazakâr İleri Demokrasi uygulamalarının getirdiği Sosyal Güvenlik bu ise yandık demektir! Bana göre Mutlu Azınlık ile Tuzu Kuru kesimlerin dışında bırakılan toplum kesimleri sessiz bir çöküş yaşıyor. Bunu yaklaşık dokuz milyon konut kuşatmış olan Küçük Kıyamet de diyebiliriz. Çünkü kıyametler kopmadan önce kesinlikle bir titreme, ürperme ve önlenemez bir korku var olur. Bu korkuyu bir yangın, bir trafik kazası, bir terör saldırısı ya da kimi roketlerin patlamaya başlaması ile yaşarız.

Bu korkuyu terör saldırıları ile canını yitiren yaklaşık 35.000 şehidimiz ile sakat kalan on binlerce yurttaşımız hissetmiş olmalı. 11 Eylül 2001'deki El Kaide Terör Saldırısı ile de bu tür bir korku yaşanmamış mıdır? Terör ortamlarından ya da Sivas’tan öte bir yerlerdeki askerliğinden dönen Mehmetçiklerin ruhsal durumları konusunda her hangi bir araştırma yapılmış mıdır dersiniz? Bir de onca yıkımlarına rağmen, ‘Vatan sağ olsun!’ diyen ailelerin yıkılan umutları ile birlikte yaşamakta oldukları acıklı durumlarını düşünelim.

11 Eylül 2001'deki El Kaide Terör Saldırısı ile de bu tür bir korku yaşanmamış mıdır? Unutmayalım ki bütün açmazlarına rağmen Liberal Demokrasi'nin uygulanmaya çalışıldığı ABD kökü derinlerdeki bazı ilişkilerden dolayı ortaya çıkıveren terör karşısında kendi teröristlerini öldürmüş; ülke içi tedbirlerini de her bakımdan artıırmıştır. ABD ile AB ülkelerinden kalıp modeller alarak 'ileri bir demokrasiya' kurmaya çalışan kimi totaliter eğilimli kişilerin aklına şaşmak gerekir bence!

Topluma yönelik baskılar da terör de birer travmadır

Hiç bir devlet ‘ceberrut’ olmaktan müstağni değildir. Yeri ve zamanı gelince o korkunç çarkını da döndürmeye başlar. Özellikle tedhiş (terör) eylemleri ile onu destekleyici propagandalar için uygulanan bu tür ezici tedbirler hukuk içinde kalmak şartı ile hoş görülür. Ancak devletin gemisinin dümenine sözüm ona demokrasinin cilveleri ile geçenlerin beceriksizlikleri ve ben merkezci partizanlıkları er ya da geç karşılığını bulacaktır. Buluyor da. Bu konudaki örneklerden Avrupa Faşizmi ile sosyalizmin temel yaklaşımlarının aksine SSCB’nin uyguladığı acımasız can kıyımları ve sürgünleri ile din ve düşünce özgürlüklerine getirdikleri baskıları bir bir düşünelim. Son olarak bazı Arap tiranlarının içine düştüğü acınılası durumları da gördük.

Günden güne etkinlikleri artmaya başlayan bu tür iğrençliklerin yaygınlaştırmaya başladığı 'endişeler' ile 'korkular' doğrultusunda çevremize örülen kuşatıcı ağların 'insanlık adına' girişilecek köklü eylemler ile bir gün ortadan kalkacağını umuyorum...

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..