Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Cehenneme gittim, dönücem

Cehenneme gittim, dönücem
 

Kendine iyi bak blog, terli terli klimayı açma...


“Ağırmış” diye söylendi. Yanındaki cevap verdi: “ayak ucuna doğru kayalım oğlum, orası biraz daha yeğni olur” dedi. Bütün gücümle bağırdım; “Ulan adi herifler kırk yılın başı bişi taşıyosunuz ona da laf ediyosunuz” dedim. Sesimi kimse duymadı. Çok kalabalık yoktu, topu topu 15-20 kişiydi. Taşımaktan şikayetçi olan 2 arkadaşım dışında diğerlerini tanımıyordum. O iki şerefsize de ısmarladığım biraları, verdiğim sigaraları haram ettim.

Çukurun yanına gelindiğinde omuzlarındaki sandukayı sertçe yere bıraktılar, güya arkadaşım olacak zalım “g.tüm çıktı be!” diye hâlâ söyleniyordu. İmam efendi bıdırdanan arkadaşa; “zaman gelir senin de g.tüne pamuğu tıkarız” der gibi ters ters baktı. Bu bakıştan zırnık bir ibret almayan arsız arkadaş, o esnada nişanlısına: tıynetsiz bir sms gönderiyordu. İhtiyar bir amca, “gençler hadi bakalım, mevtayı çukura kim yatıracak?” dedi. Camiden beri söylenip duran adi ve yalancı arkadaşım “valla bende bel fıtığı var, oraya ben inemem” dedi. Diğer arkadaşım da “ben hiç görmedim beceremem” filan dedi. Zaten cenaze namazımı da öndekilere bakarak yalan yanlış kılmıştı mal.

Ulan ne bahtsız adamdım, gece yarısı gözümü açmadan boğaz ağrımı dindirmek için bol bulamaç bademciklerime sıktığım kov yüzünden ölmüştüm. Sanırım sivrisinek için bacağıma sıktığım şey de Tantum-verde spreydi, biraz sarhoştum tam anımsamıyorum. Şimdi ise beni mezarıma yatıracak iki gönüllü bekliyordum. En nihayet biraz sonra dalkımı verecek imamın telkinleriyle, beceriksiz arkadaşım ve tanımadığım bir abi gönüllü oldular. Diğer birkaç kişinin yardımlarıyla beni tabuttan çıkarıp mezara yan yatırdılar. O esnada kefenin sağ omuz kısmı yırtıldı ama kimse önemsemedi yok başka ne olacağıdı, mezara terzi getirip diktirecekler miydi.

Üzerime tahta ve hasırlarla kaplayıp üçgenimsi bir boşlukta kalmamı sağladılar. Sanırsam zelzele filan olursa göçükten etkilenmemem için yaşam üçgeni oluşturmaya çalışıyorlardı. “G.t içi kadar yerde yaşasan ne yaşamasan ne” diye düşünürken, patır kütür toprak atmaya başladılar. Bel fıtığı olduğu yalanını sallayan arkadaşıma “yavaş at hayvan” diye bağırdım ama yine sesimi duyan olmadı. Mezarımı doldurup, başıma ve ayak ucuma birer tahta sapladıktan sonra kalabalık hızla dağıldı. Sadece imam efendi kalmıştı. İmam efendi: “birazdan gelecek olan sorgu meleklerine şu şu cevapları verirsin, işi tatlıya bağlarsın” gibilerinden tüyolar vermek üzereydi. Ancak ben kamyon sesinden cevapları duyamadım, sanırım yeni mezarlar kazıyorlardı. “Kamyon geçti, kamyon geçti anlayamadım” diye k...çımı yırtsam da imam efendi beni duymadı. Kısmetsizliğime sayıp sövdükten sonra beklemeye koyuldum.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir an karşımda dünya güzeli sarışın ve renkli gözlü bir hatun belirdi. Hatun kendisini tanıtmadan bana kimlik bilgilerimi sormaya başladı. Ana adı, baba adı, doğum yeri, ölüm yeri filan derken T.C. numarasında takıldım. T.C. numaramı ömrü hayatımda ezbere söyleyememiş biri olarak ahretteki ilk sorgumda da çuvallamıştım. Sorgu meleği olduğunu düşündüğüm güzelsonik hatun elindeki dosyaya kırmızı kalemle “T.C. numarasını bilmiyor” diye not düştü. “Aslında cep telefonumda kayıtlı, bi uçup bakıverseniz de mağdur olmasak” filan dedim, hiç gaile alıp cevap bile vermedi.

Sorgu meleği hatun cebinden bir kaşe çıkarıp, kefenin yırtık yerinden omzuma mührü bastı. Kafamı zar zor çevirip mührü okumaya çalışmamla bayılmam bir oldu. İri puntolarla ve büyük harflerle “CEHENNEM” yazıyordu. Sanırım şekerim düşmüştü, zira ölmeden önce kahvaltı etmeden ikindiye kadar hiç durmamıştım. (Demek ki oruç da tutmamıştım.) Ulan dedim bi T.C. numarasını bilemedik diye insan cehenneme gönderilir mi? Gönderiliyordu işte. O esnada iri yarı iki zenci adam belirdi, elinde kabir-mar yazılı torba olan zenci “kefeni çıkart” dedi tam ben “yok artık” filan derken diğer zencinin tek bir parmak şaklatmasıyla çırılçıplak kalakaldım. Geldim gidiyordum bu memlekette hiç kimse işini tam yapmıyordu, bacaklarım yeşil-mavi renkteydi bunlar tantum-verde spreyin izleriydi, imam efendi doğru dürüst yıkamamıştı bile. Bacakları tantum verde spreyine bulanmış bi adamı ben de olsam cennete almazdım, ama hiç olmazsa arafta filan bi yer ayarlanabilirdi. Görevli zenci kabir-mar yazılı torbayı uzattı içindekileri giy dedi. “Yanmaz kumaş mı bari” diye bi şaka yapıp ortamı yumuşatmak istedim ama enseme yediğim bir şaplakla kaldım. Şaplağı vuran görevli zenci: “giyindikten sonra müşteri hizmetlerinin önüne gel işlemlerini yaptır” dedi. Ölmek ne garip şeydi, cehenneme giderken bile sıraya girip bürokrasiyi aşmaya çalışmak ne garip şeydi.

Ben hiç acele etmeden giyinirken yan tarafıma yeni birini yatırdılar. İmam ilgili tüyoları ona da anlatırken ne kamyon geçti, ne bir kuş uçtu. Yeni mevta kafasını kefenden sıyırıp çıkarınca fark ettim ki, zücaciyeci Talat abinin hanımı Ülfet ablaydı. Bir an “hayırdır abla sen neden öldün” dedim, sanki bir hastane bahçesinde karşılaşmışız da hal hatır soruyorum sıradanlığıyla. “Kalp” dedi ne zamandır sıkıştırıp duruyodu. “Benimki de uçak kazası” diyesi oldum, Ülfet abla: “hiç sallama, -ağzına boğaz spreyi yerine sinek ilacı sıktı öldü- diyerekten haberini internet siteleri verdi” dedi. Utangaç bir edayla “öyle ya da böyle ne fark eder” deyip boynumu büktüm.

Ülfet abla tanıdığım kadarıyla kısmen de olsa dini bütün biriydi, en azından içkisi, kumarı yoktu. Yüzündeki benlerinden fışkıran kalın-kara kıllara bakılırsa çapkınlığı da yoktu. Gerçi zücaciye dükkanında 3 liralık malları 5 liraya kaktırdığı oluyordu ama sanırım o durum daha çok kocası Talat abinin hesabına işlenmiş olmalıydı. Tüm bunlara rağmen Ülfen ablanın da T.C. numarasını bildiğini sanmıyordum. Kendisine nispeten tecrübeli bir mevta olarak; T.C. numarasını bilip bilmediğini sordum, T.C.’ni ezbere bilmiyosan her şey boş diye de ekledim. Ülfet abla 11 haneli T.C. numarasının rakamlarını tek tek söyleyedi. İspanya milli takımının 11’ini bilen, en az 10 safkan atın seceresini bilen, en az 7 hatunun regl tarihini dahi bilen ben şu yaşlı-başlı kadın kadar olup T.C. numaramı ezberleyememiştim.

Ülfet ablayı en sağ omzunun üzerine yeşil renkli CENNET kaşesi basılırken gördüm. İşlemlerimi yaptırmak üzere müşteri hizmetlerine geldiğimde son bir kez şansımı denemek istedim ve görevliye “müdürünüzle görüşmek istiyorum” dedim. Görevli “Tanrıyı kastediyorsan şu an toplantıda, ama randevu verebiliriz” dedi ve 625 yıl 7 ay sonrasına yani 2636 nisanına randevu verdi. O tarihe kadar cehennemin bekleme salonuna alındım. Hâlâ kahvaltı vermediler. Sorgu meleği hatuna durumu izah edip şekerim düştü dediğimde, “daş yi” dedi. Bunda da vardır bir keramet, belki taşı toprağı yeme niyetiyle ağzıma götürdüğümde kaşarlı tostla çay oluverecektir umuduyla ilk bulduğum kaya barçasını ısırdım amma velakin daş her yerde daştı.

Eroir

Kaybolduğumda;

Nietzsche büstünün ensesinden

Kabukları attığın gazetenin ekinden

Beyaz külotunun lekesinden

Sevdiğin adamın şehvetli tükürüğünden

Yarım bıraktığın kitabın bir sonraki satırından

Yuvarlak hatlı arabanın agresif sürüşünden

Bir bebeğin uyku sonrası nefes kokusundan

Ana haber bülteninden otel köşesinden

Berduş evlerinden asansör düğmesinden

Sarhoşların hüzünlü gülüşlerinden

Bir gitarın en kalın telinden

Ütüsüz bir gömleğin yaka çizgisinden

Huzurevi sakinlerinin durgun bekleyişinden

Pahalı semtlerin çöplüğünden

Ucuz boşlukların hiçliğinden

Ölü balıkların yaşadığı göllerin derinliğinden

Bakıyor olacağım dünyaya.

Ben Buldum

Özlü Laf: Kireçlenmiş sığ kurallarınız beni bozar, şekillenmiş lüks ahlâkınız beni boğar.

Ben Buldum... Görüşürüz blog...

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..