Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '11

 
Kategori
Güncel
 

Çekiç güç'e 'wellcome', Balyoz'a 'yassah hemşerim'.

Çekiç güç'e 'wellcome', Balyoz'a 'yassah hemşerim'.
 

- Titanik filmine gittin mi?
+ Yok gitmedim. Hem zaten gidip de ne yapayım, sonu belli değil mi? Gemi batıyor işte...  

İster istemez artık hep bölünmüşlüğün bir tarafında buluyoruz kendimizi. Ya siyahız ya da beyaz, ya iktidar partisinden ya da muhalefet, ya birinden yanayız ya da diğerinden.

İlahlara adanan adaklar gibi gözlerimiz bağlı, aslında bildiğiniz koyunlarız hepimiz. Birileri sevap kazanacakken bizler kurban ediliyoruz, teker teker ve sırayla...

Bilerek, düşünülerek taraf tutmak da değil bu, artık reflekse bağladık. Lider ne derse, 'seyircisi' olduğumuz televizyonda, gazetede hangi haber çıkarsa sorgulamadan, akıl süzgecinden geçirmeden direkt inanıyoruz. Acaba mı, aksi olabilir mi diye kendi kendimize sormayalı kimbilir ne kadar zaman geçti?

Pavlov da, şartlı refleks geliştirdiği köpekte hemen hemen aynı metodları uygulamıştı zaten. Önce zili çalmış ardından da yemeğini vermişti. Bu süreklilik arzedince de zil sesini duyan köpeğin ''artık önüme yemek gelecek'' diye ağzının sulanması kaçınılmaz olmuştu. Kısacası zilin sesini duyunca bile gideceğimiz yer tutacağımız taraf aslında zaten çoktan belli, önümüze yememiz için sunulan konunun ne olduğu hiç de önemli değil.

Flash, flash, flash, ya da ŞOK ŞOK ŞOK... Ergenekon'dan bir yazar daha tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkedildi. Balyoz'da savcılık tarafından mahkemeye sevkedilen 3 amiral daha tutuklandı...

Bir taraftan,

''Vay vay vay bak sen şunlara demek ihtilal yapacaklardı da son anda farkedildiler. Var mı öyle demokrasiye çomak sokmak, yatsınlar içerde de akılları başlarına gelsin'' gibisinden sevinç nidaları ile yüklü denebilecek olumlulamalar.

Öteki taraftan ise,

''Orduyu iyice güçsüz kılıyorlar artık yakında şeriat da gelir bu ülkeye, ne yapacağız?'' diye üzülerek geleceğe gittikçe daha karamsar bakmalar.

Herkes şekillenmeye ve kamplaşmaya o kadar alıştı ki. Ne güzel, kolay yolunu da bulduk. Medya, insanımız adına düşünüyor, kendisine ulaşan belgeleri yayınlıyor sonra bu belgeler savcıların iddianamelerinin temelini oluşturuyor ve daha mahkeme sürerken bile kararlar toplum nezdinde verilmiş oluyor.

Bizlerin aklımızı bu işlerle boşuna meşgul etmemize, düşünmemize falan hiç gerek yok. Yani boşu boşuna yorulmayalım diye birileri bizim adımıza bütün bu işleri hallediyorlar. Bir yerde Japonların 'hizmetçi robot projesi'nin yerli  versiyonu ancak bu daha öyle yemek yapıp bulaşık falan yıkamıyor da sadece adınıza, adımıza düşünüyor.

Teknolojinin yeniliklerinden yazının ana konusu olan davalara dönersek eğer, bakmayın öyle daha karar aşamasına falan gelinmediğine ya da tutukluluk sürelerinin yıllara yayılmasına, halen delilleri karartma riski olduğu düşüncesi ile devlette yıllarca üst düzey görev yapmış kişilerin mahkum muamelesi görmesine, sanırım filmin sonu belli ama yine de güzel efektlerle sahneler çekilmeye devam ediyor.

Yazının başında neden Titanik'i anımsadım, bu filmin sonunda da bir şeyler batıyor mu? Sorular çok ama umarım bu da bir batış hikayesi filmi olmaz.

Türkiye Cumhuriyeti? İnşallah batmıyordur ama senaryo öyleyse de bunu herhalde ben değil senaristler bilirler.  Ya da belki de şu anda 'Yönetmen' bile ancak her bölümün senaryosu kendine ulaştıkça ne çekeceğini öğreniyordur, sonunu onun bile bilmeme olasılığı var yani.

Tarihi bir filmi izlemeden, gerçek tarihi okumak sizce güzel olur mu? Örneğin Muhteşem Süleyman'da ''Şehzade geliyor''lardan hangisinin tahta çıkacağını, Kanuni'nin ne zaman öleceğini, Pargalı'nın kaderini bilip de diziyi izlemek 'İzleyici bilinci' yaratır mı? Bilinçlenen seyirci, bir şeyi değiştirebilir mi? Senaryoyu yazan gerçek tarihi bir kenara bırakıp tamamen farklı bir film göstermek istese izleyicilere, kim bunu değiştirebilir? Dur diyecek güç nedir?

Ancak toplum olarak ayağa kalkıp, ''Bir dakika kardeşim siz burada şöyle anlatıyorsunuz ama olayın aslı farklı, biz artık bu diziyi izlemiyoruz'' denirse, yani dizinin inandırıcılığı yok olursa, izlenme oranları düşerse, reklam firmaları desteklerini çekerlerse ancak o zaman senaryo da suya düşer ve filme son verilir. Yoksa sittin sene bu film sürse biz koyun gibi izlemeye devam ettikten sonra, ancak tarihi gerçeklerin her türlü çarpıtılmasına  'yalancı şahitlik' yapmamız tescillenir.

*******

İşte ben hep iddia makamı tarafından medyaya servis edilen Balyoz duruşması hakkındaki bilgileri bu kez savunma konumundaki tarafın da gözüyle görmek istediğim için piyasadaki 'iki kitabı' okumaya karar verdim.

Çetin Doğan'ın İddianamem ve Doni Rodik-Pınar Doğan'ın Balyoz  kitapları.

Futbol maçlarında da durum aynıdır, sürekli defans durumunda kalırsanız ne yaparsanız yapın yenilgi bir yerde kaçınılmaz hale gelir. Sanırım bu gerçeği bilen sanıklar ve yakınları da bu yüzden sadece savunma yapmak yerine kontratağa da kalkmayı deniyorlar. Kendilerine atfedilen konularda savunma yaparlarken iddiaların kimilerinin net iftira olduğunu, somut kanıtlarla yalanlamaya çalışıyorlar. Böylece yoğun baskı altında olmalarına rağmen maçı kazanma şansları da oluyor.

İki kitaptan da anladıklarımı sizlerle paylaşmak isterim. Amacım öncelikle başlıkları sizlere aktarmak. Sizler de yazımdan okuduklarınızdan, bir de savunma gözüyle durumu değerlendirmek isterseniz eğer, kitaplarda her konuyu daha detaylı ve birinci elden öğrenmeniz mümkün olabilir.

Ben de kişisel olarak ne kadar detaylı bir yazı yazacağıma, bu makaleye gelen tepkilerden ve okunma oranlarından karar vereceğimi söylemek isterim. 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..