Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '09

 
Kategori
Siyaset
 

Celal Bey'e yanıtımdır - Türkiye üzerine

Celal Bey'e yanıtımdır - Türkiye üzerine
 

Türkiye'de kutuplaşma istemiyoruz.


23.06.2009 tarihinde Celal Çelik'in yazdığı ''Bir çatışma kaynağı olarak 'iç düşman' yaklaşımı'' başlıklı blog'u okuyunca dehşete düştüm. Bloga http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=187656 adresinden ulaşabilirsiniz. Celal Bey'in 'sınıf çatışması' kavramından ne anladığı veya anlamadığı tartışmalı bir konu; bunun üzerine konuyu açmak gerekir diye düşünüyorum. Celal Bey, yazının hemen başında ''Türkiye'de Marksizmin tarif ettiği anlamda klasik bir sınıf mücadelesi yoktur.'' diyor. Çok güzel; peki Marksizmin tarif ettiği anlamda klasik sınıf mücadelesi nedir? İlk anda aklımıza Marksizm'in ekonomik tanımlaması ve burjuva toplumunun yarattığı burjuva-proletarya sınıf çatışması geliyor. Bunun sonucunda da Marksizm'in çıkış noktası geliyor ve ''Burjuvazinin ürettiği sadece kendi mezarkazıcılarıdır. Kendisinin yıkılması proletaryanın iktidarı kaçınılmazdır.'' (1) diyerek devrimci tarihin sözü Karl Marks tarafından yazılıyor. Marksizm'in sınıf çatışması tarifini sadece bu söze indirgemek, Marksizm'i bilimsel olmaktan çıkarıp sadece dogmatik Marksizm'le yargılamaya eştir. Bilindiği üzere, Marksizm tarih içinde iki ana kola ayrılmıştır: Dogmatik (Ortodoks) Marksizm ve Bilimsel Marksizm. Sınıf çatışmasının sadece ekonomik bazda yaşandığını iddia etmek ancak ve ancak dogmatik Marksistler'e yakışır. Bilimsel Marksistler'in sınıf çatışması üzerine düşünceleri yine Marks'ın aynı kitabın başındaki sözündenhareketle ortaya çıkar: ''Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.'' (2) Dikkat edelim; Marks burada 'sınıf savaşımları' diyor, 'ekonomik savaşımlar' demiyor. Buradaki ifade çok çok, bir kez daha çok önemlidir. Marks'a göre 'ekonomik sınıf savaşımı' nerede yaşanır? Tam kapitalistleşmiş toplumlarda yaşanır. Tamamen kapitalistleşmiş toplum, burjuva toplumuna geçer ve burada iki sınıf net olarak ortaya çıkar: Burjuva sınıfı ve proletarya sınıfı. Sınıf ayrımının nedeni üretim araçlarının aidiyeti konusudur. Üretim araçlarına sahip olan burjuvalar, emeğinden başka satacak birşeyi olmayan proleterlerin işgücünü sömürürler ve 'artı değer teorisi'nin uygulanmasıyla bu sömürü çekilemez noktaya gelir. Marks'ın artı değer teorisine göre de kapitalist devamlı karını arttırmak ister. Bugün 1'e sattığını, yarın 2'ye, diğer gün de 5'e satmak amacındadır; bu yüzden proleter her gün daha fazla sömürülür, işte proletaryanın sınıf bilinci de bu ortamda kazanılacaktır ve böylece devrim gerçekleştirilecektir. Tarih Marks'ın düşündüğü gibi mi ilerledi? Hayır. İşte bu 'hayır' cevabından dolayı ''Marksizm'in tarif ettiği anlamda klasik bir sınıf mücadelesi yoktur.'' cümlesi de gereksiz bir ifadedir. Tarih Marks'ın öngördüğünün aksine ilerlediği için tuhaf olan Türkiye'de Marksizm'in öngördüğü şekilde bir sınıf çatışması olması olurdu. Hemen ilerideki cümleye geleyim; ''Otoriter ve monist bir niteliğe sahip olan Türk Devlet ideolojisi, toplumu dinden siyasete, eğitimden dış politikaya kadar akla gelebilecek her alanda kendi kalıpları içinde tutmaya zorlamakta, toplum ise bu zorlamalara çeşitli şekillerde itiraz etmektedir.'' Birincisi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne zaman 'otoriter ve monist' bir ideolojiye sahip oldu? Bahsettiğiniz süreç 1945-46'ya kadar olan süreçse, kabul edebilirim. Yazıda öylesine muğlak bir ifade kullanılıyor ki, Başbakan'ın ''Bu [farklı etnik kökende olanların ülkemizden kovulması] faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Bu hatalara zaman zaman biz de düştük.'' demecini hatırlatıyor. Yeni kurulmuş bir devletin yaptığı hatalar olabilir, kendi tarihini yargılamak da gerekebilir. Ama bu Başbakan Erdoğan'ın sürekli belirttiği gibi ''Tarihçilere düşen bir görev'' değil midir? Başbakan ''Bu hatalara zaman zaman biz de düştük.'' diyorsa, asıl açıklaması gereken budur. Düştüğü hata nedir, bu hatanın ciddi bir özeleştirisi yapılması için bu ifadenin anlamlandırılması gerekirdi. Türkiye Cumhuriyeti devleti veya Celal Bey'in ifadesiyle 'Türk Devleti'nin kuruluş aşamasından sonra otoriter ve monist olduğuna inanmıyorum. Burada Nazi Almanyası'ndan mı bahsediyoruz yoksa Saddam Irak'ından mı? İhalelerini bütün dünya şirketlerine açan, serbest seçimler yapan ve hiçbir vatandaşına hiçbir şekilde ayrımcılık uygulamayan 'Türk Devleti' değil midir? 'Otoriter ve monist' ifadelerinden kasıt farklı birşey midir? İkincisi; kabul, 'Türk Devleti' vatandaşlarını her alanda kendi kalıpları içinde tutmaya zorlamaktadır. Bunu yapmaya çalışmayan dünyada, hatta dünya tarihinde tek bir örnek devlet var mıdır? Özgürlük konusunda her daim örneğimiz 'Amerikan Devleti'. Pekiyi, 'Amerikan Devleti' vatandaşlarına ''Gidin Araplar gibi yaşayın, Araplar gibi giyinin, Arapça eğitim-öğretim yapın vs.'' mi demektedir? Kamu hayatınad kadınların başörtüsü kullanması mı 'Amerikan Devleti'ni 'Türk Devleti'nden daha özgürlükçü kılmaktadır? Paragrafın son bölümüne gelelim; ''Türkiye'de farklı çıkarları olan ekonomik, siyasi, dini, sosyal veya etnik gruplar vardır.'' Bu kabul edildi, güzel. Devamı ise ilginç: ''Ancak bütün bu çatışmalar egemen devlet ideolojisi ve onun ilkeleri doğrultusunda örgütlenmiş kurumlarla bunların dışında kalan güçler arasındaki mücadele düğümlenmektedir.'' Bu ifadeden kasıt; modern bir yaşam sürmekte ısrar edenlerle muhafazakar bir yaşam/muhafazakar bir devlet hayatı yaşamak isteyenler arasındaki mücadele midir? İfadeden kasıt buysa, ben ''egemen devlet ideolojisine göre'' yaşayanlardanım. İyi de, benim kabul ettiklerim var etmediklerim de var. Bu iş o kadar kolay mı? Ben serbest seçimlerin yapılmasını kabul ediyorum, siyasal iktidarın her istediğini yapamamasını kabul ediyorum ama egemen (!) devletin mafyayı alttan alttan desteklemesini, yasadışılığa onay vermesini, Diyanet İşleri Başkanlığı ile dine müdahale etmesini, eğitimsel kurgulamasını, aksayan adalet mekanizmasını kabul etmiyorum. Şimdi kim çıkacak bu işin içinden? Ben muhafazakarım da benim mi haberim yok? Devam edelim: ''Temelleri Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda atılan, sonraki yıllarda askeri darbelerle adım adım geliştirilen bir devlet ideolojisi vardır.'' Bu iş böyle yürüyormuş, yani. Türk Silahlı Kuvvetleri, benim bildiğim kadarıyla askeri darbeyi yaptıktan birkaç yıl sonra devlet idaresinden çekilmiştir ve bu hep böyle olmuştur. Ayrıca, yine yanlış hatırlamıyorsam, 12 Eylül Darbesi'nden sonra askerin muhalefetine rağmen Turgut Özal ve partisi iktidara getirilmiştir. Bu durumda nasıl bir devlet ideolojisi geliştirilmiştir? Pekiyi, ABD'nde askeri darbe olmadı ama orada bir 'devlet ideolojisi'nden bahsedemez miyiz? Devlet ideolojisinden kasıt devlet terbiyesi midir, başka birşey midir? Burada açıkça Troçki'nin dediği gibi ''Bürokrasinin gücü ile toplumsal harmoni zıt olarak orantılıdır.'' desek ne olur? Yazının en tartışmalı bölümü: ''Vatandaşın, 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ama Türk değilim, anadilimi konuşmak, kendi kültürümü yaşatmak istiyorum.' deme hakkı yoktur.'' Bu yazı 1930'lu yıllarda mı yazıldı acaba? Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi vatandaşının bu ifadeyi kullanmaya hakkı yoktur? Son olarak, TBMM'de Kürtçe konuşan DTP Genel Başkanı hakkında da takipsizlik kararı verilmedi mi yoksa ben mi yanlış biliyorum? Türkiye'de 'Kürt Dili kursu' açmak serbest midir yoksa ben mi yanlış biliyorum? Devam ediyoruz: ''Devlet bu muhafaza görevini belli kurumlara vermiştir. Ordu başta olmak üzere yargı, milli eğitim, diyanet, akademi dünyası, medya, iç güvenlik örgütü.'' Şimdi modern bir devletin esası nedir? Kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Kuvvetler ayrılığı neyi gerektirir? Kurumların birbirini frenlemesini gerektirir. Celal Bey'in çizdiği tablo sanki Türkiye'de korkunç bir durumun olduğunu gösteriyor. 'Muhafaza' dediği şey, devletin varolan sistemini koruma çabasıdır. Bu da modern bir devletin olmazsa olmaz işlevidir. Dünyada hangi devlet vardır ki kendi varlığını korumayı düşünmez? Bunu birkaç kuruma yaymak da normal bir işleyiştir. Celal Bey de bunu kabul etmiş zaten: ''Her devlet kendi varlığını korumak ister, bu da onun en tabi hakkıdır.'' diyor. Peki karşı çıkılan nedir, onu bilemiyoruz. Kurumlar içinde bozukluklar olabilir ve öyle olduğunu zaten ben de belirttim. Yargının aksaması vardır ama hangi devlet yargısını kendi dışında bir iradeye bırakır? Milli eğitim devlet dışında bir kurum tarafından verilebilir mi? Diyanetin zaten laik bir ülkede olmaması gereken bir kurum olduğunu belirttik. Medya niye oraya girdi, onu hiç bilemiyorum. İç güvenlik örgütü de hangi devlette yoktur acaba? Son olarak, verilen örneğe bakalım: ''Bir büyük burjuva olarak rahmetli Sakıp Sabancı'nın en tehlikeli karşıtı 'sömürdüğü' işçileri değil, Kürt Sorunu'na bakış konusunda ters düştüğü resmi devlet politikasıydı.'' Eğer bu böyle ise, nedeni Türkiye'nin burjuva toplumuna tam olarak geçmemesi ve işçi sınıfı içinde sınıf bilincinin oluşmamasıdır; sorun resmi devlet politikası değildir, resmi sendikalar politikasıdır. Celal Bey, yazının sonunda 'Devam edecek' demiş; o halde ben de 'Devam edecek' diyeyim... (1) Komünist Manifesto, Karl Marks&Friedrich Engels (2) Komünist Manifesto, Karl Marks&Friedrich Engels
 
Toplam blog
: 641
: 316
Kayıt tarihi
: 16.12.07
 
 

Bir uluslararası ilişkiler öğrencisinin gözünden dünya ve bonusu olarak da futbol... ..