Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '07

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Cellat mezarlıklarını bilir misiniz?

Cellat mezarlıklarını bilir misiniz?
 

İdam cezası sohbeti çok ilgimi çekmişti. Hala da çekiyor. Çünkü bu konunun insanoğlunun medeniyetleşmesi sürecinde aşması gerektiği tümseklerden birisi olduğunu düşünüyorum. İdam cezasını bu şekilde tanımlayınca, ilgimi insanoğlunun tarihi boyunca hangi tümsekleri aşmış olduğu, bu süreçlerin ülkemizde ve diğer batılı ülkelerde nasıl yaşandığı sorusu geldi aklıma.

Gerçi içerik olarak benzemese de, dünyada kölelikle mücadele ve yasaklama sürecinin de benzerlikler taşıdığı dikkatimi çekti.

Öncelikle, şu idam cezasının savunulması esnasında elde tutulan en önemli gerekçelerden birisi olan, cezanın dünyanın en gelişmiş ekonomi, en geniş özgürlük ve yüksek gelişmişlik düzeyine sahip olan ülkesinde, yani ABD’de bile uygulanıyor olmasının, örnek gösterilmesi üzerinde durmak istiyorum

İdam cezası, yeni isimlendirme ile kendilerine “ulusalcı” olarak tanımlayan kişilerce, yeniden uygulanması isteniyor. Biliyorsunuz ki, günümüzde ulusalcılığın, en temel çıkış noktalarından birisi de ABD karşıtlığıdır. Ancak arkadaşlarımız, karşı durdukları bu güç odağının uygulamalarını, hem de medeniyetle uyuşmayan uygulamalarını, söz konusu ülkeyi örnek göstererek sahiplenmekte bir beis görmemektedirler.

Oysa maddi dünyanın en gelişmişi olan söz konusu ülke, köleliğin yasaklanması gibi, bir ülkenin medeni, hukuki ve belki de vicdani gelişmişliğini gösteren bir gelişmeyi en son sahiplenmiş olan ülkelerden birisidir.

İlk olarak 1833 yılında İngiltere’nin başlattığı uygulamalarla hayata geçen köleliğin ve insan satım – alım işleminin yasaklanması, Osmanlı topraklarında da, 1847 yılında Sultan Abdülmecit’in fermanı ile hukuk sistemimize girmiştir. ABD tarafından ise aynı uygulama 1863 yılında, yani Batı Avrupa’dan 33 yıl sonra, Osmanlı’dan ise 16 yıl sonra hukuk sistemine girebilmiş, ancak gerçek anlamlı uygulamaya girmesi bile ancak 20. yüzyılın son çeyreğini bulmuştur. Hatta Amerikan kıtasında köleliğin bir insan suçu olduğunun kabulü için bir iç savaşın (kuzey – güney savaşının) yaşanması gerekmiştir.

Ben her zaman, bir konu hakkında karar verilebilmesi için, bulunduğun tarihten ve coğrafyadan soyutlanarak, evrensel akla ulaşmaya çalışılması gerektiğine inanırım.

Şu an idam cezasını savunan arkadaşlarımızın, 1850 yılında Osmanlı hâkimiyeti altında bir yerde yaşadıklarını ve bu sefer gündemin köleliğin yasaklanması olduğunu hayal edelim. Büyük bir ihtimalle, arkadaşlarımız o dönem içerisinde, köleliğin kaldırılmasını, Tanzimat Fermanı gibi, ülkemizin batılılarca parçalanması planının bir adımı olarak değerlendirecek ve Amerika kıtasında halen köleliğin devam ediyor olduğundan dem vurarak, olayın ekonomik faydaları hakkında detaylı analizler öne sürecek ve kölelik uygulamasının devamını talep edeceklerdi.

Her zaman için, içinde yaşılan süreçleri, insanoğlunun geniş medeniyetleşme uğraşının içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünürüm. İnsanoğlunun medeniyetleşme sürecinin önüne her zaman tümsekler yer almıştır. Bu tümseklerin aşımı esnasında, özellikle rampa çıkılan süreler son derece zor olmuş, uğraş gerektirmiş, sürecin kayıpları her zaman yaşanmıştır. İdam cezasını kaldırılması bu söz konusu medenileşme önündeki engellerden sadece birisidir. Kökü de çok eskilere ve derinlere dayanmaktadır. Gücünü ağırlıklı olarak inançlardan ve törelerden almıştır. Çağdaş devletlere de siyasi hesaplaşmaların aracı olarak girmiştir.

Elbette ki, insanların kalplerinde yer edinecek yaraları, hak taleplerini, isyanlarını görmek önemlidir. Eğer ki, olayımız insanlıktan nasibini almamış öldürenle, insanlığın nur akı ölen arasında gerçekleşmişse, elbette ki en ağır ceza talepleri dile getirilecektir. Ancak, devlet ve devleti ayakta tutan hukuk sistemini, töre ve inançların yarattığı ilkel adalet sistemlerinden ayıran bir fark her zaman olmuştur/olmalıdır.

Evet, yazımız ağırlıklı olarak teşbihe dayandı, o zaman sonunu da yine kullandığımız örnekle bağlayalım.

Kullandığımız örneklemin, çok farklı konulara tekabül edildiği söylenecektir. Elbette hukuk sisteminde yer aldıkları yerler farklıdır. Ancak her ikisi de hukuk sisteminin gelişiminde bir noktayı ve insan hakları mücadelesinin birer aşamalarını ifade etmektedir.

Ancak ne gariptir ki, örneklemler, Türk toplumunda yarattığı etkiler açısında da, oldukça benzerlikler göstermektedir. Çünkü kölelik uygulaması Osmanlı toplumunda, özellikle halk nezdinde çokça yer edinen bir uygulama değildi. En azından köle çiftlikleri kurulmamış ve bir hayvandan daha değersiz kılınan bir değer sistemi oluşmamıştır. (Gerçi belki de Osmanlı’nın sermaye birikiminden nasibini alamamasının ve endüstri devrimini ıskalamasının gerekçesi budur). Köleliğin yasaklanması da, bu işin ticaretini yapan özellikle deniz korsanları ve insan tacirleri dışında önemli bir kesimin tepkisini çekmemiştir. Yine idam uygulaması da, cumhuriyetin ilk yılları ve darbe dönemleri dışında hiçbir zaman yoğun olarak icra edilmemiş, hatta hukuk sisteminden çıkmasından önceki 15 yıl içerisinde idam kararı verilmiş olmasına karşın hiçbir mahkûm idam edilmemiştir. Ve yine ne idam cezasının kalkmasından önce uygulanmamış olması ne de, hukuk sisteminden çıkması toplumda bir infial yaratmamıştır.

İdamın yoğun olarak yaşandığı Osmanlı toplumunda bile, idam cezasının uygulayıcısı olan cellâtların ölümlerinden sonra normal mezarlıklara kabul edilmeyip özel mezarlıklar açılarak oralara gömülmüş olması bile, toplumumuzun idama bakış açısının en bariz göstergesi değil midir?

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..