Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

Cemaatler hakkında askeri alanda zihniyet değişimi gerekli

Cemaatler hakkında askeri alanda zihniyet değişimi gerekli
 

Türkiye'de kimse Ordu'nun düşmanı değil.

Orduyu yıpratıcı tartışmaların içine çeken temel sebep, askerin siyasete gereksiz müdahaleleridir. Siyasetin en doğal kuralına göre “Siyaset yapan eleştirilir.” Buna göre şayet bir siyasî görüşün temsilcisi gibi tavır alırsanız kim olursanız hangi sıfatı taşırsanız taşıyın karşınızda siyasî muhalifler yaratırsınız.

Genelkurmay Başkanı'nın Harp Akademileri Komutanlığı’nda konuşmasının, Türkiye'nin artık daha çok demokrasinin ve hukukun egemen olduğu bir evreye girdiğinin bir kanıtı olarak değerlendirilmesini doğru olacaktır. Tartışılan kurumun başındaki lider, eski mensupları (hatta bazı muvazzaf elemanları) yargılanırken daha fazla hukuk ve demokrasiye vurgu yapıyorsa, Türkiye emin ellerde demektir.

Öte yandan Türkiye'de askerî alanda gerçekleşmesi gereken zihniyet devriminin iki temel alan vardır.

Birincisi, terör sorunu. İlker Başbuğ , önceki komutanlar gibi “terörle mücadele”yi merkeze alıyor ve bu mücadelenin sosyal, ekonomik, siyasî ve uluslararası boyutlarda da ele alınması gerektiğini söylüyor. Bu bakış meslekî bir perspektifin eseridir ve sonuçların sebep olduğu hipotezine dayanır.

Halbuki Türkiye'nin bir “sosyal-siyasal ve ekonomik sorunu” merkeze alması, terörle mücadeleyi de ona göre şekillendirmesi lâzım. Bu bakış bir öncelik sıralaması yapmayı değil, yepyeni bir sebep-sonuç ilişkisi kurmayı gerektiriyor.

Ancak İlker Başbuğ son yaptığı “Türkiye halkı” vurgusuyla yavaş yavaş zihniyet değişiminin askeri alanda da varlığını hissettirmeye başladığını gösteriyor.

İkincisi, Türkiye'deki sade ve insanî ihtiyaçları karşılayan dindarlığın bir sorun olmaktan çıkartılması, din sorunu üzerinden ordunun yıpratılmasının önüne geçilmesi.

Bu alanda çok ciddi bir enerji israfı var. "Ordunun laikliğin bekçisi olması" iddiası.

Bu gerekçe askerin siyasete sürekli müdahale etmesi zorunluluğunun varlığı sonucunu doğuruyor. Üstelik bu iddianın dayandığı varsayım rahatsız edici. Ordu laikliği kime karşı koruyor? Sonuçta bu iddiadan halkla karşı karşıya bir ordu imajı çıkıyor.

İlker Başbuğ'un devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada cemaatlere yönelttiği eleştirilere bakıldığında askeri anlayışın bu konuda hatalı ve gerçekle uyuşmayan bazı ön yargılarını aşamadığını gözlemliyoruz.

Modern toplumlarda bireylerin ön plana çıktığı doğrudur. Ama bu durum, söz konusu bireylerin kendi rızaları ile bir araya gelip cemaatler kuramayacakları anlamına gelmez. Aksine, Modern Batı Toplumların tamamı kendi içlerinde sıkı dayanışma mekanizmaları bulunan dini cemaatlerle doludur. Dahası, Amerika’dan de İngiltere’ye kadar batı ülkelerinde “modern toplum” denen aşamaya varmak için geçilen “modernleşme” sürecinde de dini cemaatlerin olumlu katkısı olmuştur. (Bkz:Adam Smith, “Ulusların Zenginliği”)

Bizde anlaşılmayan konulardan birisi şu: Demokrasi, bir toplumda “olması gereken” den değil, hali hazırda var olandan yola çıkılarak kurulur. Tarikatlar ve dini cemaatler toplumun bir gerçeğidir. Bunları yasaklayarak, tehdit ederek veya yok sayarak demokrasi değil ancak diktatörlük kurabilirsiniz.

Diyebilirsiniz ki, “Bazı tarikatlar çok tutucu, Ortaçağ hayatı sürüyor.” Buna karşı ilk söylenmesi gereken, “Ortaçağ hayatı sürme”nin de bir özgürlük olduğudur. ABD’de bizdeki en tutucu tarikatlardan bile daha “eski kafalı” olan, modern teknolojiyi ve hatta elektriği reddeden Amishler, seçtikleri “yaşam biçimi”ni özgürce sürdürür, çocuklarını da aynı esaslar üzerinde yetiştirir. Eğer bir Amerikalı entelektüele, “Amishleri, Mormonları, Baptistleri toplumdan kazıyıp herkesi zorla laikleştirmedikten sonra demokrasi olmaz” derseniz, sizin akıl sağlığınızdan şüphelenebilir.

İkinci söylenmesi gereken de, tarikatların “Ortaçağ”dan çıkıp modernleşmelerini diliyorsak, bunu ancak “daha fazla yasak”la değil, “daha fazla özgürlük” le sağlayabileceğimizdir. Zaten hali hazırda süre giden “dini modernleşme” nin önünü daha da açmanın yolu, serbestlik, şeffaflık ve ekonomik gelişmedir.

Meselenin bir diğer kritik yönü ise, “bireyselleşme” nin önünü kesen şeyin sadece dini tarikatlar ve cemaatler olmadığıdır. Alabildiğine “laik” olan Sovyet rejimi de bireyi yok etmiş, onu devletin ve resmi ideolojinin bir “aygıtı” haline getirmişti. Aynı gözle Türkiye’ye baktığımızda, bireyselleşmenin önünün belki başka her şeyden çok devlet ve resmi ideoloji tarafından kesildiğini söyleyebiliriz.

Her gün bütün öğrencilere olanca ciddiyeti ve sesiyle “andımız” isimli yemini söyletip “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” gibi toplu yeminler ettirilen bir siyasi kültürün bireysellikle pek alakası olmadığı kesindir.

Peki buna bakıp “Kemalist öğretinin var olduğu bir toplumda demokrasi olmaz mı” diye ahkam mı keseceğiz?

Hayır, demokratik toplumda dini tarikatlar gibi laik tarikatların da yeri vardır.

Ama demokrasinin sağlanabilmesi için, bunlardan hiç birinin “resmi ideoloji” olmaması, devletin “nötr” kalması gerekir.

Bu açıdan da Türkiye’deki sorun, dini değil, laik tarikatlardır.(Bkz.Mustafa Akyol-Tarikatlar Olmadan Demokrasi Olmaz)

Bu hususlar doğru biçimde anlaşılmadan demokrasimizi geliştirmenin mümkün olmadığı bilinmelidir..

Her toplum, kendi içinde örgütlenme ve bu örgütler aracılığıyla kendi sorunlarını çözme hakkına sahiptir. Bu hakkın olmadığı bir demokrasi bile düşünülemez. Bu örgütlenmelerin, daha etkili ve güvenli olmak için dinî motifleri kullanması, dindarane duygulara hitap etmesi de "din ve vicdan özgürlüğü" kadar normaldir.

Bir sivil örgütlenmenin dinî dayanışma niteliği taşıması, kanunen nasıl suç teşkil edebilir? İnsanların dinî inançları gereği hayırda bulunmak üzere bir araya gelmeleri nasıl kanuna aykırı olabilir? Sivil örgütlenmelerin "laik" olma mecburiyeti var mıdır? Laiklik sadece devlete has bir özellik değil midir?

Eski geleneksel cemaatler, rakibi olmayan varlıklardı. Bugün cemaatler, vazgeçilmez insanî ihtiyaçların eseridir. Günümüz "cemaatler"i modernliğin ürünüdür.

Toplumdan hiçbir şey zorlama ile çıkmaz. Toplum zarurî ihtiyaçlarını karşılamak için çareler üretir.

Dinî olan her şey, sosyolojik anlamda toplumsaldır. Toplum, ihtiyaçlarını çoğu zaman dinî sembollerle anlatır ve karşılar. Cemaatleri var eden ve yaşatan insanî ihtiyaçları hiçbir kurum karşılayamaz. Tersine, toplumun bu insanî ihtiyaçları karşılamak için geliştirdiği cemaatlerin, toplumu barış ve uyum içinde tutma yeteneği üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.

Askerler artık modern bilimin ve çağdaş araştırmaların bu konudaki bulgularını önyargısız biçimde seferber etmeleri gerekir.Çünkü, Türkiye’mizde soğukkanlı ve makul analizlerin çoğalması gereken bir alan cemaatlerin boy gösterdiği alandır. .(Bkz.Mümtazer Türköne-Genelkurmayın Cemaati)

Türkiye şartlarının tarihinin, toplumsal değerlerinin, kültürünün, inançlarının ışığında cemaatler ve tarikatlar konusunda daha fazla dikkat ve özen gerekmektedir. Aksi takdirde cemaatlere savaş açmış bir ordu, kendi halkıyla kavgaya girişecektir

Nasıl ki Kürt varlığını uzun yıllar inkar etmek ülkemize büyük bir insan, zaman ve kaynak kaybına yol açmış acılar üretmişse cemaat ve tarikatlar konusunda zihin aydınlına kavuşmadan onları “iç tehdit” olarak algılamaya devam etmek toplumsal barışı zedeleyen demokrasi yolunda ilerlemeyi engelleyen bir zihniyet olarak kalmaya devam edecektir.

Üstelik tarikatlar binlerce yıldır bu toplumun temel taşı, çimentosu zihin ve gönül aydınlığının mektebi olagelmişlerdir.

Geleneksel tarikatlarımızın modern toplumlarda varlığını sürdüren cemaatlerin ilk nüveleri olduğunu bu anlamda gerçek birer “sivil toplum kuruluşu” özelliği gösterdiklerini unutmamak gerekir.

Türkiye’de gerçek bir demokrasi kurulacak ise, devlet “Türkiye halkı”nın tümünü kucaklamalıdır. Ve o halka, “laik yaşam biçimli” yurttaşlar kadar, cemaatler ve tarikatlar da dahildir.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..