Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '21

 
Kategori
Anılar
 

Cemal Süreya Anıları

Bir  Maliye  Müfettişinin 

C E M A L  S Ü R E Y A  A N I L A R I

Yazan: Uçar Demirkan

 

1961 yılında Maliye Müfettişliği mesleğine girdim.

Bu sayede büyük ozan Cemal Süreya’yı tanıma olanağı buldum.

Onunla ilgili anılarım yazılacak denli çokmuş. Bunun ayrımına vardım  Yazayım dedim.

.Daha Mülkiye’de okurken bir şiirim Varlık Dergisi’nde yayınlanmıştı. O nedenle Ankara’nın sanat

çevresine kıyısından kenarından girmiştim.  Maliye Müfettişi olduktan sonra İzmir’de

görevlendirildim.

1963 yılında “Sevi” adlı şiir kitabımı Kovan kitapevinde bastırmıştım. Ön kapağıma ozan ve ressam

olan Turgay Gönenç hamile bir kadın silueti çizmişti.

Kovan kitapevi sahibiyle çok sonraki yıllarda Cemal Süreya üstad İzmir’e  her geldiğinde bir araya gelir

ve öğle rakıları içip sanat muhabbeti yapardık.

Erdal Öz’ü tanıdım. Ticaret Bakanlığı müfettişi olacak olan Mehmet –sayadını  unutmuşum-adlı kişiyi

tanıdım. İkisi de sonradan ülkenin yetenekli  eleştirmenleri oldular. Erdal Öz yayınevi  de kurdu ve

yayıncılık da yaptı.

1958 li yıllarda Vüsat O.Bener ile tanıştık.  Eşi tam bir “Hain kurt” denilecek Ankara’nın Virginia

Wolfuydu. Hemen her hafta sonu onların evinde sanat geceleri yapılırdı ve ben de katılırdım.

Dolayısıyle mesleğe başladığım yıllarda yazın yaşamına girmiş sayılırdım.

.Cemal Süreya’yı Üvercinka’sı dolayısıyle duydum ve tanıdım.

O zamanlar Paris’teki bir yıllık araştırma görevini tamamlamış ve yurda dönmüştü. Ankara’da

görevliydi.

Ben İstanbul’da bir vergi dairesinin denetimine bir üstadın refakatinde başlamıştım. Öğlenleri İstanbul

Defterdarlığı’na gidip oradaki memur yemeğinden yerdik. Maliye Müfettişlerinin yemek yediği yer

memur yemekhanesinden ayrıydı. Öyle olması da doğaldı. Gerektiğinde memurlar hakkında 

soruşturma yapmak gerekiyordu. Yüz göz olmamak uygundu.

İşte bu Müfettişler yemekhanesinde tam bir ordu disiplini egemendi. Müfettişler  ayrı bir uzun

masada , müfettiş yardımcıları da ayrı bir uzun masada yemek yerdik.

Masalarda da kıdem sırasına göre oturulurdu. Baş tarafta kıdemliler otururdu.

Genelde müfettiş yardımcıları yemek sırasında yapılan konuşmalara katılmazlar, konuşulanları

dinlerlerdi.

İşte o yemeklerin birinde ilk kez Cemal Süreya’ üstadın adını duydum. Emekliliği yaklaşmış bir İhsan

Arat üstadımız vardı.

O , Cemal Süreya’nın Üvercinka’sından sö z edip “Bu genç arkadaşı derhal evlendirmek gerekir” diye

espri yapmıştı. Kitaptaki şiirleri “biraz erotik! “bulmuştu.

Bu İhsan Arat üstadımız Teftiş Kurulu’na Osmanlı döneminde girmişti. Tam bir İstanbul efendisiydi ve

hiç durmadan espri  üretır  ve şenlikli fıkralar anlatırdı.

Bir tarihte Erzurum’un bir ilcesine bir Maliye Müfettişi yollamışlar. Onun anlattığına göre bu müfettiş

Erzurum’a trenle gitmiş. Sonradan anlattığına göre gardaki alkollü termometre  eksi  kırksekiz

dereceyi gösteriyormuş.

Bir at kiralayıp ilce yollarına düşmüş. Dağları aşarken eşkiyaya denk gelmiş. Adamın atını , giysilerini

almışlar ve adamı çırılçıplak  müfettiş çantası ile dağ başında bırakmışlar.

O da kafayı çatlatmış ve o halde yola devam edip ilceye gelmiş ve doğruca Malmüdürlüğü veznesine 

gidip veznedara “Kasayı aç sayım yapacağım” demiş.

Sonraları Maliye Bakanı olmuş olan eski Maliye Müfettişi Ziya Müezzinoğlu’da bir keresinde  

Ankara’dan İstanbul’a  giderken Sakarya Defterdarlığı veznesine gidip veznedara kimliğini gösterip

vezne sayımı yapmıştır. Maliye Müfettişliği böyle bir meslekdi işte.

Müfettişi örtebildikleri kadar örtmüşler ve Malmüdürünü çağırmışlar. O da kaymakama gidip “Bir deli

geldi. Kasayı saymak istiyor“demiş. Müfettişi güvenli bir yere koyup Ankara’ya telefon açmışlar ve

durumu sormuşlar.  Ankara  “Tamam Müfettişi geri gönderin” demiş. O müfettiş kafayı yemiş

durumda çalışmasını sürdürüyordu. Kısa sürede emekli oldu gitti.

Bir de Antalya’ya teftişe giderken soyulup çıplak bırakılan Müfettiş öyküsü vardır ki o biraz

müstehcendir,  burada anlatılmaz

Bundan sonra Cemal Süreya ile değil ama adıyla karşılaştım. Beni de araştırma için bir yıllığına Paris’e

yollamışlardı.

Orada geniş salondan oluşan  ve ayrıca odası olmayan bir stüdyo kiralamıştım. Stüdyo emekli bir

Fransız Maliye Müfettişininmiş. On dokuzuncu mahalledeydi. Geniş bir banyosu ve mutfağı vardı.

Salonun bir girintisinde de bir yatak bulunuyordu.

Tüm perdeler kırmızı idi. Meraklanmıştım, eski Fransız Maliye Müfettişine bunun nedenini sordum.

Meğer benden önce orada Cemal Süreya kiracı olarak kalmış. Perdeleri de o kırmızı istemiş.

Bu ev sahibi Fransız Maliye Müfettişi eskisiyle her ay başında salonda oturur ve öğle yemeği yiyip

şarap içerdik. O bana Müfettişlik anılarını anlatırdı.  Daha çok “Outre Mere” denilen Fransız

sömürgelerine teftişe gitmiş. O nedenle ilginç anıları vardı.

Bizim Maliye Teftiş Kurulu’nu da Osmanlı döneminde Fransızlar gelip kurmuşlardı. O nedenle adamla  

iyi anlaşıyorduk.

Böylece,  görmeden Cemla Süreya’yı  Paris’te bulmuştum.

Bu rastlantının benzerini Paris’e gelmeden önce Çanakkale turnesinde yaşamıştım.

Yanımdaki müfettiş yardımcısı ile Çanakkale Vergi Dairesini teftiş edecektik.

1967 yılına dek yerel nüfusa göre oran olarak Yahudi kökenli vatandaşların en çok olduğu ilmiş

Çanakkale. Ancak, arap İsrail savaşı nedeniyle gemiler dolusu Yahudi vatandaşı  İsraile

taşımışlar.Savaş nedeniyle ortaya çıkabilecek duygusal olaylardan çekinmişler. Yine de oldukça fazla  

yahudi kökenli vatandaşlar vardı. Cumartesi günleri kıyıdaki lokantaları dolduruyorlar ve kente değişik

bir hava veriyorlardı

Cemalettin Seber (Cemal Süreya) üstad benden bir yıl önce Çanakkale’ye teftişe gelmiş. Oradaki sanat

çevreleri ile düşüp kalkmış ve iz bırakmış. Her yerde onu anıyorlardı.

Cemal üstadın tam adı Cemalettin Seber idi. Ailesinin dindar çevreden olduğunu düşündürecek bir adı

vardı.

 Çanakkle’deki Teftiş sırasında sıkı bir deprem oldu. Yanımdaki müfettiş yardımcısı masadan kalkıp

kaçmak istedi.  

Ben İzmir’li olduğumdan depremlerde yaşamaya alışkındım. Onu yerine oturttum ve ben de yerimden

kıpırdamadım.  Personel  hepsi koşarak servisleri terk ediyorlardı. Tam bizim odanın önünden

geçerlerken çam yarması gibi birisi olan servis şefi  ellerini yanlara açıp personelin panik halinde

kaçışını engellemişti. Sonradan o servis şefi anlattı.

Bir yıl önce de deprem olmuş ve valilik binasının önündeki ağaçlar eğilmiş. Deprem sırasında ilk

Cemalettin üstad fırlamış  ve ardından yanında çalışan iki muavini. Peşlerinden de servislerdeki

çalışanlar. Düşe kalka yapının dışına çıkmışlar. Bir de bakmışlar ki müfettiş yardımcılarından birisi yok.

Çocuğun yapının içinde başına bir şey geldiğini düşünürlerken o müfettiş yardımcısı da nefes nefese

gelmiş. Meğer paniklediğinden yapının dışına çıkışı atlayıp bodrum katına dek koşmuş. Sonra

durumun ayrıntısına varıp geri dönmüş ve dışarı çıkmış. Allahtan o arada bina yıkılmamış.

Cemal üstadın böyle davranması çok doğaldı. Çünkü yedi yaşındayken ünlü Erzincan depremini

yaşamış ve bu onda deprem travması yaratmış olmalıydı.

Cemal Süreya 1955 yılında açılan sınavı kazanarak Maliye Teftiş Kurulu’na  Maliye Müfettiş Yardımcısı  

olarak girmiştir. İyi bir rastlantı ile Sezai Karakoç da Maliye Müfettiş Yardımcısı olmuştur. Her ikisinin

de ozanlık yaşamı nedeniyle aralarında sonraları da sürecek olan bir sanat dostluğu başlamıştır.  Ne

yazık  ki Sezai Karakoç üç yıl sonraki yeterlik sınavında başarılı olamamış ve Maliye Müfettişliğinden

ayrılmak zorunda kalmıştır.

Cemal Süreya Papirüs’ü çıkarırken Sezai Karakoç da Diriliş dergisini çıkarmıştır. Giderek bir eylem  

adamına dönüşmüş ve Diriliş Partisi’ni kurmuştur. Maliye Müfettişi Turgut Akman ile Cemal Süreya

Sezai Karakoç’u sık sık ziyaret ederlerdi. Hatta bu nedenle Turgut Akman adlı maliye müfettişine

“Sezainin müridi” demeye başlamıştık.

Cemal Süreya , Sezai Karakoç’un ozanlığını beğenmiş ve sanatına saygı duymuştur.

Cemal Süreya Papirus dergisini Varlık dergisi gibi bir yazın dergisi yapabilmek için Maliye Müfettişliği  

mesleğini bırakmıştır.

Ben ve Turgut Akman adlı Maliye müfettişi ilk kez Cağaloğlu’ndaki bir handa kiralamış olduğu küçücük  

bir odadan oluşan işyerinde onu ziyarete gittik. Çok kötü koşullarda tek başına çalışıp dergiyi

çıkarıyordu. Bu kötü çalışma ortamına karşın,  dergiyi kırk sayı kadar çıkardı ve ben de her sayısını alıp

sakladım.

Sonra pes etti. Dergiciliği parasız ve yardımcısız yürütemedi. Yeniden memuriyete döndü. Bu kez,

Maliye  Müfettişi yapılmadı. Başında eski Maliye Müfettişi Cahit Kayra üstadın bulunduğu Tetkik

Kurulu Başkanlığında  üye yapıldı. Bütçeyle ilgili araştırmalar yapıyordu.

Burada da dergiciliğini ortaya koydu. On sayfalık Maliye dergisini hakemli yüz sayfalık aranan bir

dergiye dönüştürdü.

Sonraları  Ankara’da yayımlanan Sesimiz ve Oluşum adlı dergilerin de editörlüğünü yaptı.  Eksiksiz

başarılı bir editör ortaya çıktı.

Ben de şiirlerimi Papirus’ta yayınlasın diye Cemal üstada yollardım. Hiçbir  şiirimi hiçbir zaman

Papirüs’lerde yayınlamadı. Sonunda bir şiirimle ilgili olarak “Tamam şimdi şiiri kuyruğundan

yakalamışsın” diye bir mektup yazdı ve o Sultan Ahmet camisinin minarelerini andıran  imzasıyla

imzaladı. Hala saklarım o yazısını.

Bundan sonra yolladığım şiirlerimi ve düz yazılarımı editörlüğünü yaptığı Oluşum ve Sesimiz

dergilerinde  yayınladı.

Emekli olduktan sonra İstanbul’da Cahit Kayra üstadın patronluğunda Maliye Yazıları adlı bir dergi

yayınladılar. O derginin da editörlüğünü noksansız ve çok  iyi biçimde yürütmüştü Cemal üstad.

Ozanlığı denli editörlüğü de mükemmeldi. Başka türlüsü olamazdı. Çünkü iki zor sınavdan  sonra

Maliye Müfettişi olacak denli yetenekli birisi olduğunu kanıtlamıştı.

Cemal üstad Tetkik Kurulu’nda çalışıyorken ben de bir yıl süreyle Ankara’da başkan yardımcılığı

görevine geldim. Hemen her öğle tatilinde Cemal üstad ile olurdum. Ya Kızılay’daki Cumhuriyet

lokantasına gider “öğle rakıları” içerdik. Ya da Ulus’taki Cumhuriyet lokantasında yemek yer ve sonra

Tetkik Kurulu’ndaki odasında şiirden ve sanattan söz ederdik. Arada ikinci yeni ozanlara da denk gelir

onlarla olan muhabbetlere de katılırdım.

Cemal Süreya üstad bir gün bana “Uçar neden bir Fransızca Türkçe maliye terimleri sözlüğü

hazırlamıyorsun. Ben hep düşündüm ama bir türlü başlayamadım.” dedi. Ben de o gün çalışmaya

başladım.  Pars Tuğlacı’nın bir sözlüğü vardı. Ben de “İngilizce ve Fransızca  karşılıklarıyla vergi

terimleri sözlüğü” ve “İngilizce ve Fransızca karşılıklarıyla maliye terimleri sözlüğü” hazırladım. Her

ikisi de Maliye Tetkik Kurulu’nca yayınlandı ve iş ve akademi çevrelerinde ilgi gördü.

Paris’te iken bir tiyatro dergisine abone olmuştum. O dergilerden birinde yer alan . Marcel Ayme adlı

bir yazarın yeni yazdığı bir oyununu Türkçeye çevirmiştim.  Çok  güzel  bir siyasal komediydi.

Oyunun aslını ve çevirisini Cemal üstada verdim. Okudu ve çok beğendi. Hatta heyecanlandı bile

diyebilirim.

“Çok güzel bir çalışma..Bunu hemen AST tiyatrosuna verelim..Hemen oynasınlar “  dedi ve dediğini de

yaptı. Tiyatronun dramaturgu  ve kurucusu Asaf Çiyiltepe oyunu pek beğendi ve hemen repertuvara

almak istediler.  En kısa zamanda oynayacaklardı.

Ancak, yaptıkları ön incelemede Marcel Ayme’nin yapıtlarının Türkçeye çevrilme hakkını Ankara  Dil

Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Fransız filolojisi kürsüsü başkanı bir Profesörün aldığını öğrenmişler.

O kişi  bu oyunu oynamanıza engel olurum demiş.

Ben gidip bu kişiyle görüştüm. Gişe hasılatından payımı ona devredebileceğimi söyledim..Oyun  

oynansın dedim.  Hayır dedi profesör. Hatta oyun sizin adınızla oynansın da dedim. Ona da hayır

dedi. Nedenini sorduğumda “Bir biçimde çeviriyi benim yapmadığım duyulursa bir daha o yazarın

yapıtlarını çevirmeme izin vermez “demişti.

Böylece benim tiyatroya  ve o çevreye girme sevdam da noktalanmış oldu. Cemal üstad da benim

kadar üzülmüştü.

Fransızca sözcüklere çalışmamı o zaman söylemişti.

Bir tiyatro serüvenim daha olmuştu Ankara’dayken.

İkinci oğlum doğduğunda “Kubilay-Karşıt Trajedi” diye bir oyun yazıyordum. O nedenle eşim

oğlumuzun adını Kubilay koydu.

Karşıt trajediydi. Çünkü trajedinin tüm sahne elemanları vardı. Koro-korobaşı-kişiler-şarkılar ve

danslar.  Ancak Kubilay alın yazısıyla savaşmıyor,  ona koşarak gidiyordu. Bu nedenle karşıt trajediydi.

Bu oyunumu Anksra’da bulunduğum sırada Devlet Tiyatrolarına verdim. Beğenilirse oynansın diye.

O zaman devlet tiyatroları dramaturgu olan bayan oyunu oynanır buldu. Dilini de beğendi.  Ancak,

Kubilay olayı bir toplumsal olaydır. Oyunda bu anlatılmalıydı. Oysa Kubilay’ın kişisel yönü öne

çıkarılmış diyerek kabul etmemişti.

Durumu  Cemal Süreya üstada anlattım. Bana  “Bu hanımı bir gece yemeğe çıkar ve ikna etmeye

çalış..Sanat aleminde bu işler böyle yürür” d emişti. Ben eşimi ve çocuklarımı da Ankara’ya

getirmiştim. Bunu yapamazdım.

Bu serüven de böylece bitmiş oldu.

Cemal Süreya üstad emekli olup İstanbul’a yerleşmişti. Bir yandan Maliye Yazıları dergisini çıkarıyor

bir yandan da kendi sanat yapıtlarını çoğaltıyordu.

Mülkiyeti Maliye hazinesine ait olan  ve eskiden  beri Koço’nun yeri diye anılan bir yer vardı.

Burayı Zıraat Bankasına kiralamışlar. Onlar da lokal olarak işletiyorlardı. Bankacılar ve maliyeciler

gelebiliyordu. Çok güzel bir yerdi. Yıllanmış bir çınar ağacının bulunduğu bahçesinde oturulurdu. Kışın

da kapalı yer olarak binanın içinde yenilir içilir ve  muhabbet yapılırdı.

Hemen hemen haftada bir  Maliye müfettişleri burada toplanır, yer içer muhabbet ederdik. Bu  

toplantılarımıza sık sık Cemal Süreye üstad da katılırdı. Muhabbetine doyum olmazdı.

Böyle bir gecede Cemal Süreya üstadı çok durgun gördük. Biraz yenilip içildikten sonra durumunun

nedenini sorduk. “Benim Memo ülkücü olmuş”dedi.

O zamanlar toplum solcular-ülkücüler-dinciler olmak üzere üçe bölünmüştü. Öyle ki İzmir’de bir

albayın iki oğlundan birisi ülkücü diğeri solcu olmuş. Ülkücü olan solcu olan kardeşini öldürmüştü.

Olurmu böyle olurmu-kardeş kardeşi vurur  mu şarkısının ünlendiği zamanlardı.

O nedenle Cemal Süreya üstad endişeleniyordu. Boşver üstad, delikanlılık çağıdır, gelir geçer

demiştik.

Cemal Süreya üstad “İyi de bizim Zazalığımız ne olacak” demişti. O zaman Cemal Süreya üstadın kürt

kökenli olduğunu anlamıştık.

Maliye Teftiş Kurulu’nun üç tabusu vardı. Siyaset-dincilik-ırkçılık. Kurulda kürt kökenli başka üstadlar

da vardı. Bu üç konu müfettişler arasında tartışılmazdı.

Yetmişli yıllardan itibaren kurula önce ışıkçılar sonra ülkücüler girdiler. Dindarlar zaten vardı. Particilik

olayları da başladı.

Maliye Teftiş Kurulu içinde yaşadığı toplumdan uzak kalamamış ve tabularını yıkmıştı. Meslek  

açısından bu çok kötü olmuştu.

Cemal Süreya üstad beş ayrı kadınla evlenmiştir. Bunda çocukluğunda annesine olan sevgi ve

bağlılığın rolü olduğu düşünülebilir. Kendisini Türkiye’nin ilk erotik ozanı gibi görüyordu.

Bizler aramızda bu durumla ilgili olarak bir şaka oluşturmuştuk . Cemal Süreya üstad yeni bir

zamparalık türü yaratmıştı. Sokak zamparalığı, vitrin zamparalığı gibi evlilik zamparalığını bulmuştu.

Beğendiği bir kadın oldumu eski eşini bırakıp onunla evleniyordu.

Beş ayrı kadınla evlenmişti. İlk eşinden Ayçe adlı kızı olmuştur. Dördüncü eşinden de  Fatih Memo adlı oğlu.

Memo babasıyla büyümüşken Ayçe uzun yıllar Cemal Süreya’dan uzak yaşamıştır.

Ben İzmir grubunda çalışıyodum. Zaman zaman soruşturma için İstanbul’a gidiyordum. Böyle bir

günde Cemal Süreya bana “Senden bir ricam var” dedi ve anlattı. Ayçe adında bir kızı varmış. Uzun

yıllardır görüşmüyorlarmış. İzmir Defterdarlığında çalıştığını öğrenmiş. Ona göz kulak olmamı

istiyordu.

İzmir’e döndüğümde araştırdım. Ayçe Seber adlı personel personel müdürlüğünde çalışıyormuş.

Kendisini çağırdım ve Cemal Seber üstadtan söz etmeden  bir sorunu olursa yardımcı olacağımı

söyledim.

Bundan sonra nasıl olduysa Cemal Süreya kızıyla görüşmeye başladı. Sık sık İzmir’e geliyor ve kızıyla

beraber oluyordu.

Bu gelişlerinde de gündüzleri bazen Kovan kitabevi sahibiyle buluşur ve sanattan söz ederdik. Turgay

Gönenç ‘te katılırdı arada. Böyle günlerin birinde Melih Cevdet Anday ve Metin Eloğlu ile İzmir’deki

Atatürk müzesinde açılmış Metin Eloğlu  sergisinde buluşmuştuk.

Genç bir delikanlı Metin Eloğluna onun ozanlığını  ne denli sevdiğini   söyledi. Metin Eloğlu da ona  

“Öyleyse bir şiirimi söyle bana” demişti. Delikanlı “Belleğim kötüdür  hiçbiri ezberimde değil”

dediğinde Metin Eloğlu  “Benim şiirimi beğenen hiç değilse birkaç dizeyi bilir” demiş ve delikanlıyı

kovmuştu. Bu sanatçı davranışı beni çok etkilemişti.”

Ve sonunda günü geldi (sırat köprüsüiçin) “Yiğit isen geç a tanrı “ diyen Yunus Emre’den sonra Cemal

Süreya  üstad “Üstü kalsın” demiş ve bu alemden göçmüştür.

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 142
: 578
Kayıt tarihi
: 04.09.13
 
 

1940 yılında İzmir'de doğdum İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirdim 1961 yılında Mülkiye(Siyasa..