- Kategori
- Anılar
Cemal Süreya Anıları
Bir Maliye Müfettişinin
C E M A L S Ü R E Y A A N I L A R I
Yazan: Uçar Demirkan
1961 yılında Maliye Müfettişliği mesleğine girdim.
Bu sayede büyük ozan Cemal Süreya’yı tanıma olanağı buldum.
Onunla ilgili anılarım yazılacak denli çokmuş. Bunun ayrımına vardım Yazayım dedim.
.Daha Mülkiye’de okurken bir şiirim Varlık Dergisi’nde yayınlanmıştı. O nedenle Ankara’nın sanat
çevresine kıyısından kenarından girmiştim. Maliye Müfettişi olduktan sonra İzmir’de
görevlendirildim.
1963 yılında “Sevi” adlı şiir kitabımı Kovan kitapevinde bastırmıştım. Ön kapağıma ozan ve ressam
olan Turgay Gönenç hamile bir kadın silueti çizmişti.
Kovan kitapevi sahibiyle çok sonraki yıllarda Cemal Süreya üstad İzmir’e her geldiğinde bir araya gelir
ve öğle rakıları içip sanat muhabbeti yapardık.
Erdal Öz’ü tanıdım. Ticaret Bakanlığı müfettişi olacak olan Mehmet –sayadını unutmuşum-adlı kişiyi
tanıdım. İkisi de sonradan ülkenin yetenekli eleştirmenleri oldular. Erdal Öz yayınevi de kurdu ve
yayıncılık da yaptı.
1958 li yıllarda Vüsat O.Bener ile tanıştık. Eşi tam bir “Hain kurt” denilecek Ankara’nın Virginia
Wolfuydu. Hemen her hafta sonu onların evinde sanat geceleri yapılırdı ve ben de katılırdım.
Dolayısıyle mesleğe başladığım yıllarda yazın yaşamına girmiş sayılırdım.
.Cemal Süreya’yı Üvercinka’sı dolayısıyle duydum ve tanıdım.
O zamanlar Paris’teki bir yıllık araştırma görevini tamamlamış ve yurda dönmüştü. Ankara’da
görevliydi.
Ben İstanbul’da bir vergi dairesinin denetimine bir üstadın refakatinde başlamıştım. Öğlenleri İstanbul
Defterdarlığı’na gidip oradaki memur yemeğinden yerdik. Maliye Müfettişlerinin yemek yediği yer
memur yemekhanesinden ayrıydı. Öyle olması da doğaldı. Gerektiğinde memurlar hakkında
soruşturma yapmak gerekiyordu. Yüz göz olmamak uygundu.
İşte bu Müfettişler yemekhanesinde tam bir ordu disiplini egemendi. Müfettişler ayrı bir uzun
masada , müfettiş yardımcıları da ayrı bir uzun masada yemek yerdik.
Masalarda da kıdem sırasına göre oturulurdu. Baş tarafta kıdemliler otururdu.
Genelde müfettiş yardımcıları yemek sırasında yapılan konuşmalara katılmazlar, konuşulanları
dinlerlerdi.
İşte o yemeklerin birinde ilk kez Cemal Süreya’ üstadın adını duydum. Emekliliği yaklaşmış bir İhsan
Arat üstadımız vardı.
O , Cemal Süreya’nın Üvercinka’sından sö z edip “Bu genç arkadaşı derhal evlendirmek gerekir” diye
espri yapmıştı. Kitaptaki şiirleri “biraz erotik! “bulmuştu.
Bu İhsan Arat üstadımız Teftiş Kurulu’na Osmanlı döneminde girmişti. Tam bir İstanbul efendisiydi ve
hiç durmadan espri üretır ve şenlikli fıkralar anlatırdı.
Bir tarihte Erzurum’un bir ilcesine bir Maliye Müfettişi yollamışlar. Onun anlattığına göre bu müfettiş
Erzurum’a trenle gitmiş. Sonradan anlattığına göre gardaki alkollü termometre eksi kırksekiz
dereceyi gösteriyormuş.
Bir at kiralayıp ilce yollarına düşmüş. Dağları aşarken eşkiyaya denk gelmiş. Adamın atını , giysilerini
almışlar ve adamı çırılçıplak müfettiş çantası ile dağ başında bırakmışlar.
O da kafayı çatlatmış ve o halde yola devam edip ilceye gelmiş ve doğruca Malmüdürlüğü veznesine
gidip veznedara “Kasayı aç sayım yapacağım” demiş.
Sonraları Maliye Bakanı olmuş olan eski Maliye Müfettişi Ziya Müezzinoğlu’da bir keresinde
Ankara’dan İstanbul’a giderken Sakarya Defterdarlığı veznesine gidip veznedara kimliğini gösterip
vezne sayımı yapmıştır. Maliye Müfettişliği böyle bir meslekdi işte.
Müfettişi örtebildikleri kadar örtmüşler ve Malmüdürünü çağırmışlar. O da kaymakama gidip “Bir deli
geldi. Kasayı saymak istiyor“demiş. Müfettişi güvenli bir yere koyup Ankara’ya telefon açmışlar ve
durumu sormuşlar. Ankara “Tamam Müfettişi geri gönderin” demiş. O müfettiş kafayı yemiş
durumda çalışmasını sürdürüyordu. Kısa sürede emekli oldu gitti.
Bir de Antalya’ya teftişe giderken soyulup çıplak bırakılan Müfettiş öyküsü vardır ki o biraz
müstehcendir, burada anlatılmaz
Bundan sonra Cemal Süreya ile değil ama adıyla karşılaştım. Beni de araştırma için bir yıllığına Paris’e
yollamışlardı.
Orada geniş salondan oluşan ve ayrıca odası olmayan bir stüdyo kiralamıştım. Stüdyo emekli bir
Fransız Maliye Müfettişininmiş. On dokuzuncu mahalledeydi. Geniş bir banyosu ve mutfağı vardı.
Salonun bir girintisinde de bir yatak bulunuyordu.
Tüm perdeler kırmızı idi. Meraklanmıştım, eski Fransız Maliye Müfettişine bunun nedenini sordum.
Meğer benden önce orada Cemal Süreya kiracı olarak kalmış. Perdeleri de o kırmızı istemiş.
Bu ev sahibi Fransız Maliye Müfettişi eskisiyle her ay başında salonda oturur ve öğle yemeği yiyip
şarap içerdik. O bana Müfettişlik anılarını anlatırdı. Daha çok “Outre Mere” denilen Fransız
sömürgelerine teftişe gitmiş. O nedenle ilginç anıları vardı.
Bizim Maliye Teftiş Kurulu’nu da Osmanlı döneminde Fransızlar gelip kurmuşlardı. O nedenle adamla
iyi anlaşıyorduk.
Böylece, görmeden Cemla Süreya’yı Paris’te bulmuştum.
Bu rastlantının benzerini Paris’e gelmeden önce Çanakkale turnesinde yaşamıştım.
Yanımdaki müfettiş yardımcısı ile Çanakkale Vergi Dairesini teftiş edecektik.
1967 yılına dek yerel nüfusa göre oran olarak Yahudi kökenli vatandaşların en çok olduğu ilmiş
Çanakkale. Ancak, arap İsrail savaşı nedeniyle gemiler dolusu Yahudi vatandaşı İsraile
taşımışlar.Savaş nedeniyle ortaya çıkabilecek duygusal olaylardan çekinmişler. Yine de oldukça fazla
yahudi kökenli vatandaşlar vardı. Cumartesi günleri kıyıdaki lokantaları dolduruyorlar ve kente değişik
bir hava veriyorlardı
Cemalettin Seber (Cemal Süreya) üstad benden bir yıl önce Çanakkale’ye teftişe gelmiş. Oradaki sanat
çevreleri ile düşüp kalkmış ve iz bırakmış. Her yerde onu anıyorlardı.
Cemal üstadın tam adı Cemalettin Seber idi. Ailesinin dindar çevreden olduğunu düşündürecek bir adı
vardı.
Çanakkle’deki Teftiş sırasında sıkı bir deprem oldu. Yanımdaki müfettiş yardımcısı masadan kalkıp
kaçmak istedi.
Ben İzmir’li olduğumdan depremlerde yaşamaya alışkındım. Onu yerine oturttum ve ben de yerimden
kıpırdamadım. Personel hepsi koşarak servisleri terk ediyorlardı. Tam bizim odanın önünden
geçerlerken çam yarması gibi birisi olan servis şefi ellerini yanlara açıp personelin panik halinde
kaçışını engellemişti. Sonradan o servis şefi anlattı.
Bir yıl önce de deprem olmuş ve valilik binasının önündeki ağaçlar eğilmiş. Deprem sırasında ilk
Cemalettin üstad fırlamış ve ardından yanında çalışan iki muavini. Peşlerinden de servislerdeki
çalışanlar. Düşe kalka yapının dışına çıkmışlar. Bir de bakmışlar ki müfettiş yardımcılarından birisi yok.
Çocuğun yapının içinde başına bir şey geldiğini düşünürlerken o müfettiş yardımcısı da nefes nefese
gelmiş. Meğer paniklediğinden yapının dışına çıkışı atlayıp bodrum katına dek koşmuş. Sonra
durumun ayrıntısına varıp geri dönmüş ve dışarı çıkmış. Allahtan o arada bina yıkılmamış.
Cemal üstadın böyle davranması çok doğaldı. Çünkü yedi yaşındayken ünlü Erzincan depremini
yaşamış ve bu onda deprem travması yaratmış olmalıydı.
Cemal Süreya 1955 yılında açılan sınavı kazanarak Maliye Teftiş Kurulu’na Maliye Müfettiş Yardımcısı
olarak girmiştir. İyi bir rastlantı ile Sezai Karakoç da Maliye Müfettiş Yardımcısı olmuştur. Her ikisinin
de ozanlık yaşamı nedeniyle aralarında sonraları da sürecek olan bir sanat dostluğu başlamıştır. Ne
yazık ki Sezai Karakoç üç yıl sonraki yeterlik sınavında başarılı olamamış ve Maliye Müfettişliğinden
ayrılmak zorunda kalmıştır.
Cemal Süreya Papirüs’ü çıkarırken Sezai Karakoç da Diriliş dergisini çıkarmıştır. Giderek bir eylem
adamına dönüşmüş ve Diriliş Partisi’ni kurmuştur. Maliye Müfettişi Turgut Akman ile Cemal Süreya
Sezai Karakoç’u sık sık ziyaret ederlerdi. Hatta bu nedenle Turgut Akman adlı maliye müfettişine
“Sezainin müridi” demeye başlamıştık.
Cemal Süreya , Sezai Karakoç’un ozanlığını beğenmiş ve sanatına saygı duymuştur.
Cemal Süreya Papirus dergisini Varlık dergisi gibi bir yazın dergisi yapabilmek için Maliye Müfettişliği
mesleğini bırakmıştır.
Ben ve Turgut Akman adlı Maliye müfettişi ilk kez Cağaloğlu’ndaki bir handa kiralamış olduğu küçücük
bir odadan oluşan işyerinde onu ziyarete gittik. Çok kötü koşullarda tek başına çalışıp dergiyi
çıkarıyordu. Bu kötü çalışma ortamına karşın, dergiyi kırk sayı kadar çıkardı ve ben de her sayısını alıp
sakladım.
Sonra pes etti. Dergiciliği parasız ve yardımcısız yürütemedi. Yeniden memuriyete döndü. Bu kez,
Maliye Müfettişi yapılmadı. Başında eski Maliye Müfettişi Cahit Kayra üstadın bulunduğu Tetkik
Kurulu Başkanlığında üye yapıldı. Bütçeyle ilgili araştırmalar yapıyordu.
Burada da dergiciliğini ortaya koydu. On sayfalık Maliye dergisini hakemli yüz sayfalık aranan bir
dergiye dönüştürdü.
Sonraları Ankara’da yayımlanan Sesimiz ve Oluşum adlı dergilerin de editörlüğünü yaptı. Eksiksiz
başarılı bir editör ortaya çıktı.
Ben de şiirlerimi Papirus’ta yayınlasın diye Cemal üstada yollardım. Hiçbir şiirimi hiçbir zaman
Papirüs’lerde yayınlamadı. Sonunda bir şiirimle ilgili olarak “Tamam şimdi şiiri kuyruğundan
yakalamışsın” diye bir mektup yazdı ve o Sultan Ahmet camisinin minarelerini andıran imzasıyla
imzaladı. Hala saklarım o yazısını.
Bundan sonra yolladığım şiirlerimi ve düz yazılarımı editörlüğünü yaptığı Oluşum ve Sesimiz
dergilerinde yayınladı.
Emekli olduktan sonra İstanbul’da Cahit Kayra üstadın patronluğunda Maliye Yazıları adlı bir dergi
yayınladılar. O derginin da editörlüğünü noksansız ve çok iyi biçimde yürütmüştü Cemal üstad.
Ozanlığı denli editörlüğü de mükemmeldi. Başka türlüsü olamazdı. Çünkü iki zor sınavdan sonra
Maliye Müfettişi olacak denli yetenekli birisi olduğunu kanıtlamıştı.
Cemal üstad Tetkik Kurulu’nda çalışıyorken ben de bir yıl süreyle Ankara’da başkan yardımcılığı
görevine geldim. Hemen her öğle tatilinde Cemal üstad ile olurdum. Ya Kızılay’daki Cumhuriyet
lokantasına gider “öğle rakıları” içerdik. Ya da Ulus’taki Cumhuriyet lokantasında yemek yer ve sonra
Tetkik Kurulu’ndaki odasında şiirden ve sanattan söz ederdik. Arada ikinci yeni ozanlara da denk gelir
onlarla olan muhabbetlere de katılırdım.
Cemal Süreya üstad bir gün bana “Uçar neden bir Fransızca Türkçe maliye terimleri sözlüğü
hazırlamıyorsun. Ben hep düşündüm ama bir türlü başlayamadım.” dedi. Ben de o gün çalışmaya
başladım. Pars Tuğlacı’nın bir sözlüğü vardı. Ben de “İngilizce ve Fransızca karşılıklarıyla vergi
terimleri sözlüğü” ve “İngilizce ve Fransızca karşılıklarıyla maliye terimleri sözlüğü” hazırladım. Her
ikisi de Maliye Tetkik Kurulu’nca yayınlandı ve iş ve akademi çevrelerinde ilgi gördü.
Paris’te iken bir tiyatro dergisine abone olmuştum. O dergilerden birinde yer alan . Marcel Ayme adlı
bir yazarın yeni yazdığı bir oyununu Türkçeye çevirmiştim. Çok güzel bir siyasal komediydi.
Oyunun aslını ve çevirisini Cemal üstada verdim. Okudu ve çok beğendi. Hatta heyecanlandı bile
diyebilirim.
“Çok güzel bir çalışma..Bunu hemen AST tiyatrosuna verelim..Hemen oynasınlar “ dedi ve dediğini de
yaptı. Tiyatronun dramaturgu ve kurucusu Asaf Çiyiltepe oyunu pek beğendi ve hemen repertuvara
almak istediler. En kısa zamanda oynayacaklardı.
Ancak, yaptıkları ön incelemede Marcel Ayme’nin yapıtlarının Türkçeye çevrilme hakkını Ankara Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Fransız filolojisi kürsüsü başkanı bir Profesörün aldığını öğrenmişler.
O kişi bu oyunu oynamanıza engel olurum demiş.
Ben gidip bu kişiyle görüştüm. Gişe hasılatından payımı ona devredebileceğimi söyledim..Oyun
oynansın dedim. Hayır dedi profesör. Hatta oyun sizin adınızla oynansın da dedim. Ona da hayır
dedi. Nedenini sorduğumda “Bir biçimde çeviriyi benim yapmadığım duyulursa bir daha o yazarın
yapıtlarını çevirmeme izin vermez “demişti.
Böylece benim tiyatroya ve o çevreye girme sevdam da noktalanmış oldu. Cemal üstad da benim
kadar üzülmüştü.
Fransızca sözcüklere çalışmamı o zaman söylemişti.
Bir tiyatro serüvenim daha olmuştu Ankara’dayken.
İkinci oğlum doğduğunda “Kubilay-Karşıt Trajedi” diye bir oyun yazıyordum. O nedenle eşim
oğlumuzun adını Kubilay koydu.
Karşıt trajediydi. Çünkü trajedinin tüm sahne elemanları vardı. Koro-korobaşı-kişiler-şarkılar ve
danslar. Ancak Kubilay alın yazısıyla savaşmıyor, ona koşarak gidiyordu. Bu nedenle karşıt trajediydi.
Bu oyunumu Anksra’da bulunduğum sırada Devlet Tiyatrolarına verdim. Beğenilirse oynansın diye.
O zaman devlet tiyatroları dramaturgu olan bayan oyunu oynanır buldu. Dilini de beğendi. Ancak,
Kubilay olayı bir toplumsal olaydır. Oyunda bu anlatılmalıydı. Oysa Kubilay’ın kişisel yönü öne
çıkarılmış diyerek kabul etmemişti.
Durumu Cemal Süreya üstada anlattım. Bana “Bu hanımı bir gece yemeğe çıkar ve ikna etmeye
çalış..Sanat aleminde bu işler böyle yürür” d emişti. Ben eşimi ve çocuklarımı da Ankara’ya
getirmiştim. Bunu yapamazdım.
Bu serüven de böylece bitmiş oldu.
Cemal Süreya üstad emekli olup İstanbul’a yerleşmişti. Bir yandan Maliye Yazıları dergisini çıkarıyor
bir yandan da kendi sanat yapıtlarını çoğaltıyordu.
Mülkiyeti Maliye hazinesine ait olan ve eskiden beri Koço’nun yeri diye anılan bir yer vardı.
Burayı Zıraat Bankasına kiralamışlar. Onlar da lokal olarak işletiyorlardı. Bankacılar ve maliyeciler
gelebiliyordu. Çok güzel bir yerdi. Yıllanmış bir çınar ağacının bulunduğu bahçesinde oturulurdu. Kışın
da kapalı yer olarak binanın içinde yenilir içilir ve muhabbet yapılırdı.
Hemen hemen haftada bir Maliye müfettişleri burada toplanır, yer içer muhabbet ederdik. Bu
toplantılarımıza sık sık Cemal Süreye üstad da katılırdı. Muhabbetine doyum olmazdı.
Böyle bir gecede Cemal Süreya üstadı çok durgun gördük. Biraz yenilip içildikten sonra durumunun
nedenini sorduk. “Benim Memo ülkücü olmuş”dedi.
O zamanlar toplum solcular-ülkücüler-dinciler olmak üzere üçe bölünmüştü. Öyle ki İzmir’de bir
albayın iki oğlundan birisi ülkücü diğeri solcu olmuş. Ülkücü olan solcu olan kardeşini öldürmüştü.
Olurmu böyle olurmu-kardeş kardeşi vurur mu şarkısının ünlendiği zamanlardı.
O nedenle Cemal Süreya üstad endişeleniyordu. Boşver üstad, delikanlılık çağıdır, gelir geçer
demiştik.
Cemal Süreya üstad “İyi de bizim Zazalığımız ne olacak” demişti. O zaman Cemal Süreya üstadın kürt
kökenli olduğunu anlamıştık.
Maliye Teftiş Kurulu’nun üç tabusu vardı. Siyaset-dincilik-ırkçılık. Kurulda kürt kökenli başka üstadlar
da vardı. Bu üç konu müfettişler arasında tartışılmazdı.
Yetmişli yıllardan itibaren kurula önce ışıkçılar sonra ülkücüler girdiler. Dindarlar zaten vardı. Particilik
olayları da başladı.
Maliye Teftiş Kurulu içinde yaşadığı toplumdan uzak kalamamış ve tabularını yıkmıştı. Meslek
açısından bu çok kötü olmuştu.
Cemal Süreya üstad beş ayrı kadınla evlenmiştir. Bunda çocukluğunda annesine olan sevgi ve
bağlılığın rolü olduğu düşünülebilir. Kendisini Türkiye’nin ilk erotik ozanı gibi görüyordu.
Bizler aramızda bu durumla ilgili olarak bir şaka oluşturmuştuk . Cemal Süreya üstad yeni bir
zamparalık türü yaratmıştı. Sokak zamparalığı, vitrin zamparalığı gibi evlilik zamparalığını bulmuştu.
Beğendiği bir kadın oldumu eski eşini bırakıp onunla evleniyordu.
Beş ayrı kadınla evlenmişti. İlk eşinden Ayçe adlı kızı olmuştur. Dördüncü eşinden de Fatih Memo adlı oğlu.
Memo babasıyla büyümüşken Ayçe uzun yıllar Cemal Süreya’dan uzak yaşamıştır.
Ben İzmir grubunda çalışıyodum. Zaman zaman soruşturma için İstanbul’a gidiyordum. Böyle bir
günde Cemal Süreya bana “Senden bir ricam var” dedi ve anlattı. Ayçe adında bir kızı varmış. Uzun
yıllardır görüşmüyorlarmış. İzmir Defterdarlığında çalıştığını öğrenmiş. Ona göz kulak olmamı
istiyordu.
İzmir’e döndüğümde araştırdım. Ayçe Seber adlı personel personel müdürlüğünde çalışıyormuş.
Kendisini çağırdım ve Cemal Seber üstadtan söz etmeden bir sorunu olursa yardımcı olacağımı
söyledim.
Bundan sonra nasıl olduysa Cemal Süreya kızıyla görüşmeye başladı. Sık sık İzmir’e geliyor ve kızıyla
beraber oluyordu.
Bu gelişlerinde de gündüzleri bazen Kovan kitabevi sahibiyle buluşur ve sanattan söz ederdik. Turgay
Gönenç ‘te katılırdı arada. Böyle günlerin birinde Melih Cevdet Anday ve Metin Eloğlu ile İzmir’deki
Atatürk müzesinde açılmış Metin Eloğlu sergisinde buluşmuştuk.
Genç bir delikanlı Metin Eloğluna onun ozanlığını ne denli sevdiğini söyledi. Metin Eloğlu da ona
“Öyleyse bir şiirimi söyle bana” demişti. Delikanlı “Belleğim kötüdür hiçbiri ezberimde değil”
dediğinde Metin Eloğlu “Benim şiirimi beğenen hiç değilse birkaç dizeyi bilir” demiş ve delikanlıyı
kovmuştu. Bu sanatçı davranışı beni çok etkilemişti.”
Ve sonunda günü geldi (sırat köprüsüiçin) “Yiğit isen geç a tanrı “ diyen Yunus Emre’den sonra Cemal
Süreya üstad “Üstü kalsın” demiş ve bu alemden göçmüştür.