Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '08

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Cenazede arabanızı nereye park edersiniz?

Cenazede arabanızı nereye park edersiniz?
 

Biraz sağduyuluysanız, en münasip olduğunu düşündüğünüz yere olsa gerek... En münasip yer de yeterince münasip değilse ne yaparsınız?

Zamana karşı yarışıyorsunuz, üzgünsünüz, bir kötü haber üstüne bir kötü haber daha almışsınız, eh bir de 'en münasip yer'i bulamamışsınız...

Siz de, tam caminin karşısındaki müstakil kocaaaammmaaan evin 'park yapılmaz' yazan garaj kapısının önüne bırakmışsınız arabanızı...

Normal şartlarda bırakır mısınız? Hayır... Ama normal olmayan şartlar altında çabuk karar vermek zorundasınız... Zaten olacağınız yer de, ciddi anlamda 20 adım ötesi, daha uzak değil... Üstelik cetvelle ölçüp düz bir çizgi çizseniz bile tam karşınızda kalır cami... Kalabalık. Üzgün insanlarla dolu heryer. Sakin, sessiz, düşünceli, siya siyah koca gözlüklü... Herkes şaşkın; beklenmeyen, sıralı olmayan bir kayıp...

Derli toplu bir semtte geçiyor bütün bunlar bu arada. Eğitim düzeyi, gelir düzeyi falan düzeyi filan düzeyi 'yüksek' (!) olan bir semt!

Efendime söyleyeyim;

Eli yüzü düzgün gençten bir bey gelip bir araba sahibi arıyor, 'Hay Allah, geldim hemen' deyip fırlıyorsunuz.
Genç adam bir yandan telefonda, 'buldum, geliyorum' diye birşeyler söylüyor. Epey telaşlı gibi. Biraz sonra anlıyorsunuz ki, siz o yirmi adımın yirmincisini attığınızda, o onuncu adımda kalmış. Çünkü şoförü olduğu arabaya çoktan gelmiş. Konuştuğu da, arabanın arkasında oturan 'Hanım'ı zaten. Kafasını çevirse ya da seslense duyulacak, görülecek bir mesafe ama telefonla iletişim her zaman iyidir tabi, boşverin siz.

Aman da ne hanım; bin şahit ister... 'Hanım'ın, TDK'daki tanımlarından biri, 'kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan kadın'. Hanımefendi ve/veya zarif olabilmek de başka bir başlık olsa gerek...

Kapıyı tam açmışken, aceleyle onlara yer vermeye çalışırken ve tüm acınıza, üzüntünüze rağmen gülümseyerek, özür dileyip cenazeden ve kendilerine ulaşmaya çalışıp bulamadığından bahsederken, karşıdaki kadın kılığındaki karanlık ve karman çorman yüzlü canavardan alevler ve lanetler saçılmaya başlıyor, oturduğu 'hanım koltuğunun camı'ndan kafasını dışarı doğru uzatıyor:

'Buraya araba çekilir mi, evime giremiyorum, olacak iş mi?'

'Kusura bakmayın, haklısınız, dedim ya biraz önce de... Cenazemiz vardı, hemen çekiyorum. Sizi bulmaya çalıştım. Sonra da yarım saat için bir şey olmaz diye ummuştum ama...'

'Çabuk çek arabanı, senin yüzünden evime giremedim, bir daha da buraya koyayım deme, bak neler yapıyorum arabana, uğraşırsın sonra...'

Ses tonu da karanlık ve karman ve çorman ve alevler içinde, ne olacak şimdi?..

'Hanımefendi, siz ne dediğinizin farkında mısınız? Cenaze diyorum. Aradım sizi ama bulamadım. Benim sizinle ne işim olur, ne bir daha buraya koyması, ne diyorsunuz siz, anlatamıyorum galiba?! Hem zaten çekmek üzere arabaya binmeme bile izin vermiyorsunuz beni lafa tutarak, farkındaysanız...'

'KES SESİNİ, HEMEN ÇEK ONU ORADAN DEDİM! HEMEN ÇEKİYORSUN! ŞİMDİİİİİ!'

!!!!!


Bütün bunlar çabucak oluyor tabi... En sonunda anlıyorsunuz ki karşınızda bir sinir hastası var. Ve ciddi ciddi canavar tipli bir konuşma tarzı. Yüz ifadesini tarife ise hiç imkan yok.

Arabayı kullananan zavallı çocukcağızın neden o kadar telaşlı olduğunu anlıyorsunuz. Bir yandan da size yer gösteriyor. Eli ayağı birbirine girmiş... Sakinliğinizden hala ödün vermemişsiniz ama içinizde fırtınalar kopuyor. Uğraşılmaz deyip, bir de canavarın yüzüne sırıtıp, elinizle 'ohooo, kime laf anlatıyorum' deyip boşveriyorsunuz.

Sözde boşveriyorsunuz aslında....

Gecenin bir vakti buraya bunları yazdığıma göre hiç de boşvermemişim.

İyi de anlamadığım şu;

Böyleleri için 'Aman bırak Allah aşkına, ne hali varsa görsün, onunla mı uğraşacaksın' diyoruz ama hep onların istediği oluyor sonra... Olan bize oluyor...

Onlar istediklerini söylüyorlar, istedikleri ses tonunu kullanıyorlar, yok efendim, istedikleri şeyleri yaptırıyorlar da; onların seviyesine düşmeyelim diye biz 'ya sabır' çekiyoruz... Böylece hadlerini bildiremiyoruz. Hoş, bildirsek anlayamazlar tamam da, bildirememek de çok rahatsız ediyor insanı, sonradan 'şöyle yapsaydım, böyle yapsaydım' diyorsunuz. En azından anlayacağı dilden bildir, değil mi? Olmaaaaazzz...

Ve herşeyde, her alanda onların borusu ötüyor. Siz ayıp yapmayacaksınız diye, onların yaptıkları ayıpların yanlarına kaldığını, hatta başka başka sonuçlara neden oluşunu seyredip duruyorsunuz. Hayat da böyle akıp gidiyor işte...

 
Toplam blog
: 61
: 937
Kayıt tarihi
: 20.09.08
 
 

Yazmak sorumluluk istiyor. Zor iş, başka bir alem. Yaşamın ta kendisi gibi. ..