Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '17

     
    Kategori
    Dünya
     

    Cenevre'ye giden yol

    Cenevre'ye giden yol
     

    Kıbrıs’la ilgili ciddi birliktelikler ve ciddi görüşmeler tertip edilse de elle tutulur bir sonuç elde edilebilmiş değil. Cenevre'de süreç başladı. ncak Kıbrıs çözümsüzlüğün ismi olmaya devam ediyor.
     
    Türkiye’nin 1959 tarihli Garanti Anlaşmasına dayanarak 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını düzenlemesinin üzerinden kırk yıldan fazla zaman geçti. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nde görünürde yönetimde eşit olarak yer aldılar. 1960-1974 yıllar arasında ise Türk dış politikasında Kıbrıs Politikası,  “Adadaki Türkleri garantör devlet olarak korumak” olarak öne çıktı. 1974 sonrasında Kıbrıs’ta hem barış sağlandı hem de Kıbrıs Türkleri için bugünlere kadar gelecek olan görüşmelere başlandı. 1983’de kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerinde görüşmeler aralıksız sürdü. Ancak ne var ki herhangi bir çözüm elde edilemedi.
     
    Şimdilerde, duruma bakıldığında, Federal bir devlette o federal yapının eşitlikçi bir entegrasyonu savunulurken öte taraftan da farklı bakışlar masaya getirildi. Bu süreçlere gelirken kritik virajlar geçildi. 1977 Denktaş-Makarios görüşmeleri, 1992'deki 100 paragraflık "Fikirler Dizisi" derken, süreç içerisinde  kabul edilmeyen 2004 Annan Planı ile farklı bir açıya ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. 
     
    Ancak başta Yunanistan olmak üzere Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ‘Cenevre’ye sıfır asker sıfır garanti için gidiyoruz’ yönündeki yaklaşımı siyasi bir gerginliğe neden olurken Ankara’nın ‘Cenevre’de tüm konular ele alınacak, süreci sadece garantiler ve güvenlik olarak empoze etmeye çalışmanın doğru olmayacaktır’ şeklinde mesajları Atina ve Güney Lefkoşa’da es geçildi. Ankara son bir haftada, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı başta olmak üzere, KKTC hükümeti ve muhalefeti ile sık temaslar ve görüş alışverişinde bulundu. Ankara ve Kuzey Lefkoşa süreci enine boyuna ele aldı. Görüşmelerde, Türkiye’nin Ada’daki ‘etkin ve fiili garantisinin olmazsa olmaz olduğuna’ dikkat çekildi; bununla federal yapı konusu da önemli bir nitelik kazandı.
     
    Annan Planında sunulan Birleşik Kıbrıs Devletiydi ancak şimdi ne olarak sunulacak o çok önemli.  Bilindiği gibi federal bir yapı konuşuluyor. Federatif bir yapı doğası gereği toleransı beraberinde getirir.  Rum tarafı ile Türk yönetimi arasında uzlaşı hemen mümkün gözükmüyor. Heyet konusundan siyasi bir takım haklara dek farklı görüşler ve tezler savunuluyor. Kimi maddeler açıkça tartışma götürmez gibi gözükse de uyum içerisinde mutabakat sağlanması temel amaç olması nedeniyle farklı menevralara şahitlik edebiliriz.  Örneğin, 11 kişilik bir heyet 7 Rum 4 Türk gibi bir oluşum konuşuluyor.  Bana kalırsa, "Siyasi Eşitlik" sadece dönüşümlü başkanlıkla ilgili bir unsur değil. Daha geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Siyasi eşitlikle ilgili kararların alınmasının Türk tarafının etkin bir durdurma yetkisinin olup olmayacağına bakmak lazım. Bu henüz netleşmiş değil. Her iki kurucu devletin ayrı ayrı uluslararası anlaşma yapma hakkı olması maddesi de bir kazanım olarak kültürel devamlılık sağlanması anlamında karşımıza çıkıyor.  Federal Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanlarının iki devletin halkı tarafından seçileceği konuşuluyor ki bu da siyasi elitlere fırsat tanımayan bir yöntem. Adada denenmemiş bir formül var mıdır, varsa bu yöntemler nasıl bir sistematikle masaya yatırabilir,  tahmin yürütmek mümkün. Ancak şartlar ne olursa olsun “Kazan kazan” formülüyle masaya koymakta yarar var. Mustafa Akıncı da Rum mevkidaşı da  bu görüşmelerin sonunda ne kazanıp ne kaybedeceklerini biliyor. Bunun yanında, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Kıbrıs Rum Kesimi lideri Nikos Anastasiadis’in Cenevre’deki görüşmeleri öncesi iki taraf arasında hâlâ keskin görüş ayrılıkları da bulunuyordu Cenevre sürecini yakından takip etmek lazım.
     
    Rusya da aktif bir aktör olabilir
     
    Kıbrıs’ta çözüm sonrasında bir tarafta ‘Yabancı güçlerin oluşturacağı Jandarma gücü olsun’ anlayışını savunan ABD, Yunanistan, AB ve Rumlar; diğer tarafta ise buna karşı çıkan Türkiye ve Rusya var. Muhtemeldir ki, son dönemlerde özellikle Türkiye ile Halep’te ateşkes konusundaki sergilediği ortak tutum ve Ortadoğu’daki etkin rolü nedeniyle Rusya’nın Ankara’nın yanında yer alması şaşırtıcı bir sonuç olmayacaktır. ABD’de Donald Trump’ın başkanlığı devralmasıyla oluşacak yeni dünya siyasetinde, Rusya’nın Kıbrıs’ta varılacak bir anlaşmada desteğini Türkiye’den yana koyması muhtemel bir refleks olarak karşımıza çıkabilir.
     
    Peki görüşmelerde neler konuşuluyor? Görüşmelerin içeriğinde siyasi yapıda kritik maddeler yer alıyor. Siyasi eşitlik sadece dönüşümlü başkanlıkla ilgili bir unsur değil. Daha geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Siyasi eşitlikle ilgili kararların alınmasında Türk tarafının etkin bir durdurma yetkisinin olup olmayacağına bakmak lazım. Bu henüz netleşmiş değil. Her iki kurucu devletin ayrı ayrı uluslararası anlaşma yapma hakkı olması maddesi de bir kazanım olarak kültürel devamlılık sağlanması anlamında karşımıza çıkıyor.  Ama bu yeterli midir? Bu ve buna benzer bir takım lokal değişimlerle mutabakat pek mümkün görünmüyor. Türkiye için hassas nokta garantörlük ve fiili varlık. Türk tarafı %29+ faktörüne daha yakın olumlu duruş sergiliyor.  Güzelyurt Rum tarafına geçerse tazminat ve imtiyazlar söz konusu. Ancak bir diğer şık ise Güzelyurt’un Federal yapıya ait olması ki bu da azımsanacak bir ihtimal değil. Türk tarafı bu duruşu, pazarlık malzemesi olarak masaya getirebilir. Rumlar %28,2 Türk tarafı %29,2 olarak masada söz alıyor.  Arada %1’lik pay kalıyor.  Garantilerin devamı, belli miktarda Türk askerinin varlığının sürdürülmesi, mülkiyette sarih çoğunluk, nüfusta sarih çoğunluk, birincil hukuk, dönüşümlü başkanlık, siyasi eşitlik… Biz bunları bu %1’lik toprağı vererek mi alacağız? Bize bunu vermeyecekler. Ankara'nın tavizkar zaaflarda bulunmamaya özen göstermesi tartışmaya açılan talepleri de etkileyecek ve Rum tarafını temkinli davranmaya itecekdir.
     
    Kıbrıs Cumhurbaşkanı Akıncı, bu noktada tavrını koymuş ve duruşunu korumuşa benziyor olsa da sürecin çözüme katkısı olması halinde bir takım girişimlerde olumlu havaları görmek de mümkün olabilecektir.  İşte esas risk bundan sonra başlar. Akıncı, Milliyetin haberine göre verdiği demeçte “Bizim ne (Rum’a) Güney Kıbrıs’a yama, ne de Türkiye’ye vilayet olma gibi bir siyasetimiz vardır. Öyle bir şey söz konusu olamaz. Türkiye’nin 800 bin kilometrekareye yaklaşan toprağı var. Kıbrıs’ın küçük toprağına ihtiyacı olduğunu düşünmem. Türkiye’nin 81 vilayeti var 82’nciye ihtiyacı olduğunu da düşünmem. Akıncı’nın Tayfur Sökmen olma düşüncesi de yoktur, olamaz” ifadelerini kullandı. Bu söylemler Kıbrıs Türkleri için umut vadediyor etmesine ancak Rum kesiminin de niyetini net olarak koyması gerekiyor. Elbette Rum tarafı için Taksim gibi geçmiş tecrübelerden hareketle yeniden bir taksim istenilen sonucu vermeyecek bunun farkındalar ve Türkiyesiz istediklerini masaya koymak mümkün olmadığı gibi bu bilinçle masaya şeffaflık getiremiyorlar.  Mustafa Akıncı'nın ifadelerinden anlaşılan o ki taviz yok ancak istişareler sürecek ve ortak bir akılda buluşulması noktasında süreç olumlu işleyebilir.
    Bakalım Cenevreye giden yol nereden dönecek
     
    Toplam blog
    : 1
    : 223
    Kayıt tarihi
    : 08.01.17
     
     

    Merhabalar, Anadolu Üniversistesi son sınıf öğrencisiyim. Dört yıldır muhabirlik yapmaktayım. Bas..