Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '10

 
Kategori
Haber
 

Cennet anaların ayakları altında ise! Bu vurdumduymazlık niye?

Cennet anaların ayakları altında ise! Bu vurdumduymazlık niye?
 

Demokrasi Anaların Yüreklerindedir.


27 Mayıs 1995 - 13 Mart 1999 tarihleri arasında 200 hafta her cumartesi Galatasaray'dan kamu vicdanına seslenen Cumartesi Anneleri, Ergenekon davası kapsamında yargılanan bazı isimlerin gözaltında kaybedilmelerle yakın alakası olması nedeniyle 31 Ocak 2009 cumartesi günü yeniden başladıkları Galatasaray'da oturma eylemlerinde bu hafta 300. kez bir araya geldi.

Cumartesi Anneleri'nin bu haftaki eyleminde, destekçileri de daha fazlaydı. Toplumsal Bellek Platformu'ndan Hrant Dink'in eşi Rakel Dink, Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi, Cüneyt Cebenoyan, Akın Özdemir'in kızı Deniz Özdemir, Zeki Tekiner'in kızı Aylin Tekiner, Metin Göktepe'nin ablası Meryem Göktepe Türkmen, Doğan Öz'ün kızı Bengi Heval Öz, Ümit Kaftancıoğlu'nun gelini Canan Kaftancıoğlu, Sevinç Özgüner'in kızı Alev Özgüner Galatasaray Lisesi'nin önünde kayıp yakınları ile birlikteydi.

Ayrıca eyleme, DEP eski milletvekili Mahmut Alınak, TTB eski Genel Başkanı Gençay Gürsoy, yazar Temel Demirel, gazeteciler Oral Çalışlar, Ruşen Çakır, Yıldırım Türker, Balçiçek Pamir, yönetmen Sırrı Süreyya Önder, sanatçılar Pınar Sağ, Vedat Yıldırım, TMMOB üyeleri, Tekstil-Sen Genel Başkanı Engin Gül, Loç Vadisi Koruma Platformu üyeleri ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi katıldı. Eylemde, Brezilyalı muhalif karikatürist Carlos Latuff da kayıp yakınlarını çizdi.

" 300 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarımızın akıbetlerinin açıklanmasını, faillerinin yargılanmasını istiyoruz.

300 haftadır devleti yönetenlerse, bizi görmemekte, duymamakta ısrar ediyor.

300 haftadır bizleri suçlamak dışında bir şey yapmıyorlar.

300 haftadır “evlatlarımıza, eşlerimize, kardeşlerimize, anne ve babalarımıza ne oldu“ sorumuzu yanıtsız bırakıyorlar.

300 haftadır bize kulak tikayıp, failleri koruyorlar.

Yakınlarımızı gözaltında kaybedenler, onların hayatlarını korumakla yükümlü olan devletin güvenlik güçleriydi. Yakınlarımızı kaybedenler, Devletin en üst makamlarınca teşvik ve destek gördüler, cezadan muaf tutuldular.

Devletin tüm organları, kaybedilen yakınlarımızın ve başlarına gelenlerin toplumsal bellekten silinmesi konusunda tam bir mutabakat sağlamış durumdalar.

Ama şunu bilmeliler ki, evrensel hukuka uygun adalet arayışımız sürecek. İnsan haklarından, demokrasiden, adaletten her bahsettiklerinde karşılarında bizi bulacaklar..."

Türkiye’de gözaltında kaybedilme olaylarının yaygınlaşması, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından başladı. Askeri darbenin hemen ardından Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl gibi solcu gençler gözaltına alındı. Bu gençlerden bir daha haber alınamadı. Ancak, en çok kayıplar 1990’larda yaşandı. 20 Mart 1995 günü Emine Ocak kızı Aysel'in doğum günü için o akşam evde balık yapıyordu, oğlu Hasan telefon etmiş, eve her zamankinden erken geleceğini annesine söylemişti.Hasan evine hiç gidemedi, doğum günü balığı ailecek hiç yenemedi. Ocak ailesi Hasan'ın işkenceyle öldürülmüş bedeninin İstanbul Beykoz ormanlarında bulunup kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü 17 Mayıs 1998 günü öğrendi. Aradaki 55 günde, Ocak ailesi oğullarını bulmak için çalmadık kapı bırakmadı. Anne Emine Ocak oğlunu sordukça dayak yedi, gözaltına alındı, hapse atıldı.Türkiye'de ve dünyada Hasan'ın gözaltında kaybolduğunu duyan duydu, cevap vermesi gerekenler duymadı, duymazdan geldi. Hasan'ı gözaltında görenler vardı. Hasan Ocak'ın ölü bedeni Galatasaray'ın nedeni oldu. O ilk kayıp değildi ama, "gözaltında kayıp" gerçeği ilk kez bu kadar tanıklı ve kanıtlıydı. Ortada, ölü bir bedenle "susma hakkımı kullanmak istiyorum" diyen bir bakan vardı.
Gözaltına alındıktan sonra Hasan Ocak’ın ardından Rıdvan Karakoç’un işkence edilmiş bedenlerinin bulunması üzerine bir grup insan hakları savunucusu ve kayıp yakını 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Lisesi’nin önünde “Gözaltında kayıpların akıbeti açıklansın, sorumluları yargılansın ve bu topraklarda bir daha hiç kimse kaybedilmesin” talebiyle sessiz oturma eylemini başlattı. Grup, ‘Cumartesi Anneleri’ adını aldı. Eylem kısa sürede kamuoyunda büyük yankı buldu. Aydınlar, sanatçılar sivil toplum örgütleri Cumartesi Anneleri’ne destek vermeye başladı. Artık onlar Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları olarak anılıyordu.
Ne var ki bu sessiz eyleme bile tahammül edilemedi. 15 Ağustos 1998’de başlayan polis saldırısı ve gözaltılar, 13 Mart 1999’a kadar sürdü. Toplam 1093 kişi gözaltına alındı. Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları daha Galatasaray’a gitmeden yolda, hatta kafelerde dövülerek gözaltına alınmaya başlandı. Baskıların sürmesi üzerine Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları, 200. haftadan itibaren oturma eylemine ara verdi.
Kayıp yakınlarının hukuk mücadelesinde ise birçok sorunla karşılaşıldı. Suç duyuruları ya yüzlerine fırlatıldı ya da savcılığın tozlu raflarına terk edildi. Tanıklar adliye kapılarından kovuldu ve ifadeleri kayda değer bulunmadı. İnsanlığa karşı işlenen bu suçlar devletin çeşitli kademelerdeki görevliler tarafından açıkça korundu, desteklendi, övüldü. ‘Hukuk’ failler için değil, adalet arayanların, gerçekleri dile getirenlerin cezalandırılması için işletildi.

Galatasaray’da oturmalara ara verilmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Bu 10 yılda birçok kayıp davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi suçlu buldu ve mahkûm etti. Faillerin isimleri dava dosyalarında, AİHM kararlarında geçti.
Devlet bağlantılı Yıldırım Beğler, Abdulkadir Aygan, Tuncay Güney gibi isimler gözaltında kaybedilen insanların, işkencehanelere götürdüklerini, ardından kalorifer kazanlarında yakıldıklarını, asit kuyularına, çukurlara, derelere ve toplu mezarlara gömüldüklerini krokileriyle anlatıp itiraflarda bulundu.
Cinayetlerin faillerine ilişkin isimleriyle birlikte bilgiler de verdiler. Adresleri gösterilen yerlerde kemikler çıkmaya başladı.
Sadece hükümete karşı darbe teşebbüsüyle sınırlandırılan ‘Ergenekon Davası’nda yargılanan bazı askerlerin, gözaltında kayıp dosyalarında, tanık ifadelerinde, JİTEM elemanlarının itiraflarında adının geçmiş olması bir umut oldu. Bu gelişmeler üzerine, kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları, 31 Ocak 2009 tarihinde İstanbul, Galatasaray Meydanı’nda ve Diyarbakır Koşuyolu Parkı’nda her cumartesi, saat 12.00’de tekrar ‘oturmaya’ başladı. Talepleri yine aynıydı: Evlatlarının, sevdiklerinin başına neler geldiğini öğrenmek ‘ve’ fail ve sorumlularının yargı önüne çıkarılması.
Faili meçhul cinayetler ve kayıplarla ilgili bilgiler medyada yer almaya başladı. Böylelikle kamuoyu bu korkunç gerçekle yüzleşmeye başladı.
27 Eylül 2009 günü dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bir gazeteye “Devlet, ‘devlet politikası olarak’ adam öldürür”; Koramiral Atilla Kıyat da 2 Ağustos 2010 günü bir televizyon programında, “Failli meçhuller, gözaltında kayıplar bir devlet politikasıydı” dedi.
Bu itirafların gelmesi de hükümetin tutumunu değiştirmedi. Yine de birkaç soruşturma ve dava dışında faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, işkencelerin failleri ve olaylar yargı önüne getirilemedi.
Cumartesi Anneleri, “Ben onların ne iş yaptığını bilmiyorum” demesine rağmen Başbakan Erdoğan’a Galatasaray Meydanı’ndan ısrarla oğullarının akıbetini sormayı sürdürdü.
Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano kayıplar için ‘mezarsız ölüler’ der.
Bu ülkede yüzlerce anne-baba, kardeş, eş, çocuk yakınlarına ne olduğunu bilmiyor. Mezarları olmadığı için yas da tutamıyor. Yüreklerinde bir mezarla yaşıyor. Başbakan’ın, “Kullanılıyorlar” iması yaptığı Cumartesi Anneleri’nden, “Bari çiçeklerle donatacağım bir mezar olsaydı” diyen Elmas Eren mi, 103 yaşındaki Berfo Kırbayır mı, Hanım Tosun mu, Erdoğan Alpsoy mu, Kadiriye Ceylan mı, Fatma Morsümbül mü, Sultan Taşkaya mı kullanılıyor?
“Yaradılanı yaratandan dolayı seven” Başbakan, daha önce kendi koltuğunda oturanların kaybettiklerinin yakınlarına, ‘dua edebilecekleri mezarları bile’ çok görüyor.
--Kadriye Ceylan, Başbakan'ın, "Onların ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Tüzel kimlikleri yok" sözünü hatırlattı. Ceylan, Başbakan'a şöyle yanıt verdi: "Bizi katillerden dinlerseniz kim olduğumuzu bilmezsiniz. Bizi bizden dinlemediniz. Bizi sadece katillerden dinlediniz. Bunun için bizi tanıyamadınız. Duymamak için kulaklarınızı, görmemek için gözlerinizi kapattınız. Evet tüzel kişiliğimiz yok. Ama biz buradayız. Siz kulağınızda 'annem' sesinin ne olduğunu biliyor musunuz? Eşinize sorun o da bir anne. Muhakkak bilir. Oğlumdan geriye kitapları, gömleği kaldı. Bir de sağ kulağımda 'annem' diyen sesi."

. -Hrant Dink'in eşi Rakel Dink, devletin bugüne kadar yaşanmış tüm faili meçhul cinayetlerle ve gözaltında kaybetmelerle yüzleşmesi gerektiğini söyledi. Rakel Dink, "Devlet ister bu ölümleri boynuna boyunduruk yapsın ister ise ayağına pranga. Biz bu acıları ancak, sebeplerini, nedenlerini ve sonuçlarını sorarsak hafifletebiliriz. Kulağı olan işitsin" dedi.

-İsmail Bahçeci'nin arkadaşları da, 300. eylem gününde O'nun şiirlerini okudu:

"Ölürsek eğer aşkı, kardeşliği, doğruluğu ararken ölürsek eğer Sanmayın gerçekten öldüğümüzü aslında ölümün sonsuzluğunu yok eder Yaşamın sürekliliğini kazanırız ve ölürken umutlu ve gururlu ölürüz bir tanrı gibi; ölümü yok etmenin sevinciyle ölürüz."

-O kayıpların anneleri, babaları, kardeşleri, çocukları, eşleri en azından yitirdikleri yakınlarının "mezarları"nın belli olmasını ve bu kayıplara yol açanlardan "hukukun hesap sorması"nı istiyorlar.

-15 yıl sonra, 300. haftada talep aynı: “Kayıplara ne olduğunu bilmek ve bir mezarlarının olmasını istemek… Demokratik açılım faili meçhulleri, gözaltı kayıplarını inkar ederek, görmezlikten gelinerek yapılamaz. Devlet geçmişle hesaplaşmalı, sorumlular mutlaka hesap vermelidir. Olayların üzerini kapatarak, örtbas ederek, korkutarak yaşanmışlıklar asla unutturulamaz, Anaların acıları dindirilemez. Demokrasi Anaların yüreklerindedir. Arjantin örneği gün gibi ortada duruyor.

Dün Nazım Hikmet'i de. Yılmaz Güney'. de, Ahmet Kaya'yı da, Deniz Gezmiş'leri de tanımayanların bu gün nasıl da sahiplendiklerine tanık oluyoruz. Bugün Cumartesi Annelerini tanımayanların da akıbeti aynı olacaktır.

 
Toplam blog
: 221
: 1905
Kayıt tarihi
: 27.09.06
 
 

Evli bir kız çocuğu babasıyım. Yüksekokul mezunuyum. Bir kamu kurumunda çalışıyorum.16.03.2017 ta..