Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '12

 
Kategori
Tiyatro
 

Çevresine yazgılı insan ...

Çevresine yazgılı insan ...
 

ÇEVRESİNE YAZGILI İNSAN…

İsmihan Yorgancı

Geçenlerde bir sohbet sırasında ‘tiyatrocunun derdi nedir?’ diye bir soru sordu arkadaşın biri… Ben de söz uçar gider, yazı kalır felsefesi ile cevabımı kaleme aldım.

19. Yüzyıldaki Sanayi Devrimine bağlı toplumsal gelişimlerin bir ürünü olarak gelişen Realist (Gerçekçi) tiyatro, Romantik tiyatro anlayışına bir karşı çıkıştır. Romantiklerin gelecekteki iyi ve güzel beklentisini bir hayalden ibaret gören Realizm kuramının odağını “çevresine yazgılı insan” düşüncesi oluşturur. Bu düşünce bilimsel bulguların, yeni varsayımların ürünüdür. Bu bulgu ve varsayımlara göre insan, kalıtımla gelen bireysel özelliklerine, gövde ve ruh yapısına, toplumsal ortamına, bu ortamın ekonomik koşullarına, töresine, değer yargılarına tutukludur. Tıpkı çağın yazarlarından olan Henrik İbsen’in, ‘Bir Halk Düşmanı’ adlı oyununda olduğu gibi; oyunun başkahramanı Dr. Stockman, varlığını sürdürmek ve onurunu korumak için çetin bir savaş vermek zorundadır… Dr. Stockman, ne kadar gözü pek, olursa olsun, ne kadar kendi fikrinde direnirse dirensin bu savaşta yenik düşecektir. Ekonomik koşulların çıkarcı çevreleri, oluşturdukları toplumsal baskı, doktorun yenilgisini hazırlayacaktır. Ya da, Çehov’un ‘Vişne Bahçesi’ adlı oyununda Lubovandreyevna Ranevskaya gibi ya da ‘Martı’ adlı oyunundaki ‘Nina’ gibi çevresindeki yaşamsal koşullara bağlı kalarak kaderine teslim olacaktır. Gerçekçi tiyatro, oyun yazarları, içinde yaşadıkları toplumu ve o toplumun insanını eleştiren oyunlar yazarken, konularını doğrudan doğruya yaşamdan alırlar… Diyaloglar gerçek yaşam içinde gelişen mantıkla, çarpıtılmaksızın kurulurken, bilimsellik çabası seyirciyi doğru bilgi ile ikna eder. Sahnede yaratılan illüzyon ile seyircinin sahne ile özdeşleşmesi ve sahnede gördüğüne içten inanması sağlanır. Bir süre sonra bu görüşü sarsacak, toplumcu gerçekçi tiyatronun ikinci eğilimini Bertolt Brecht önerecektir.

Birinci Dünya Savaşı (1939-1945)’ndan sonra Almanya’da halkın ilgisi politik sorunlara yönelir. Çünkü Almanya savaştan yenik çıkmış, halk perişan ve sefildir. Halk da ordu da bu sonuçtan politikacıları sorumlu tutmaktadır. Toplumu yaşanılanlara karşı uyarmak ve uyandırmak amacıyla çalışan Erwin Piscator, seyirciye yönelir ve çalışmalarını bu yönde yapar. Sahnede doğrudan gerçekleri vermeye çalışırken sahne düzenlemelerinden yararlanarak, çok katlı sahneyi, kesit küre sahne ve yürüyen kayışlı sahne tekniklerini uygular. Piscator, göreneksel dramayı ham malzeme olarak almış, siyasal dramaturjik bakış açısından yeniden düzenlemiş; bunun için de iki yola başvurmuştur: 1. Sahnesel malzemenin “epikleştirilmesi”… 2. Kendi içinde kapalı dramatik eylemin revü tarzında tek tek numaralar halinde çözüntüye uğratılması… Piscator, tarihsel-belgesel tiyatroyu oluşturabilmek için film ve film projeksiyonu ile fotoğraf malzemesinden de yararlanmıştır. Gerçekçiliğin inandırıcılığına hizmet eden tüm bu teknikler sahneleme, sahne müziği, sahne tekniği ve oyuncu topluluğu arasındaki topluca sahneleme sürecine de bağlıydı. Piscador’un öğrencisi olan Brecht, toplumcu Gerçekçi tiyatronun “benzetmeci” biçimine karşıt “göstermeci” biçimi, kapalı oyun yapısına karşı, açık oyun biçimini kullandı. Olumlu tip anlayışı yerine, olumsuz tip anlayışını getirirken, dogmatik anlayışa karşı eleştirel anlayışı korudu. Amacına uygun olarak, dünya tiyatro deneyimlerinden de geniş biçimde yararlanan Brecht tiyatrosu, toplumcu gerçekçi tiyatroya yepyeni ufuklar açtı. Brecht ve devrimci politik tiyatronun kurucuları yaşamın değişebilir olduğunu ve sanatın bunu mutlaka göstermesi gerektiğini ısrarla belirtirken, “Nasıl bir tiyatro yapılmalı?” Sorusunun cevabını vermek yerine önce“Nasıl bir dünyada yaşandığının cevabını vermiştir.”

Tiyatro her çağın sosyal, siyasi ve ekonomik koşullarına ve iktidarların amaçlarına bağlı olarak kendi kuramlarını yazmış ve çağını anlatan, çözümleyen, sorgulayan,  eserler vermiştir. Bu bağlamda her toplum kendi içinde barındırdığı tetikleyici unsurlarıyla kendi yazarını yetiştirerek, geleceğe tarihi bir miras bırakır. Bu nedenle toplumların yazarları her zaman önemlidir ve önemini verdiği eserleri ve bu eserler içinde barındırdığı derdi ile korur.  Bu bağlamda tiyatro oyun yazarının doğal olarak tiyatrocunun derdi; içinde yaşadığı toplumun derdi neyse odur.

 

 
Toplam blog
: 29
: 628
Kayıt tarihi
: 03.01.12
 
 

Tiyatro Sanatına gönül vermiş, içinde yaşadığım topluma yazarak hizmet etmeyi seçmiş sanatın bir ..