Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '07

 
Kategori
Alternatif Tatil
 

Chavez

Chavez
 

Güney Amerika seyahatimin son gününde dünüş için hazırlıklara başlayıp çantamı yerlerştirirdikten sonra bir taksiye atlayıp Dünya Sosyal Formu etkinliklerinin yapılacağı meydana gittiğimde mahşeri bir kalabalık vardı. Yüzlerce organizasyon ve güvenlik görevlisinin kontrolünden sonra hipodroma girebildik. Bir süre sonra gezegenin dört bir yanından gelen on binlerce genç, Chavez’in yüksek bir aprona çıkıp onları selamlamasıyla adeta çılgına döndü. Mahşeri kalabalık sanki tarihi bir ana tanıklık ediyordu ve Bolivar birazdan yüzyıllar süren esareti sona erdirip bağımsızlık bildirgesini okuyacaktı. Az sonra Latinlerin ve dünya solunun yeni idolü Hugo Chavez konuşmasına başladığında bu kez ortalıkta ölüm sessizliği vardı.

Klasik kırmızı uzun gömleği ile sahnede olan Chavez, Bolivar’ın bağımsızlık bildirgesinden kısa bir pasaj okuyarak konuşmasına başladı. Duruşu ve konuşmasıyla Morales’in aksine tam bir lider vasfına sahipti. Ses tonunu öylesine güzel ayarlıyodu ki; bazı cümlelerin sonunda, alabildiğine sesini yükselterek kendisine destek vermek amacıyla gelen meydandaki on binlerin çılgınca alkışlamasına neden oluyordu.

Konuşması bittkiten sonra bu kez dünyanın dört bir yanından gelen temsilci grupların geçiş törenleri başladı. Yetkililerin muhteşem organizasyonu sayesinde etkinliklerde en ufak bir karışıklık yoktu. Alfabetik sıraya göre tüm ülkelerin temsilcileri tek tek Chavez’in önünden geçerek onu selamladılar. Filistin ve Vietnam’dan gelen temsilciler geçiş sırasında en çok alkışı alan gruplar oldular. Resmi geçidini tamalayan gruplar meydanda toplanıp birbirleriyle kaynaşmaya çalışıyordu. Adının sosyal forum olmasından mı bilinmez, tüm gruplar kısa sürede sosyalleşerek birbirleriyle adeta kanki oluverdiler. Hele Brezilyalılar, elimdeki Türk bayrağına sarılarak etrafımda çember oluşturdular. Milli maç seromonisi gibi bayraklarımızı karşılıklı olarak birbirimize hediye ettik. Meğer 2002 Dünya Kupası’nda onlarla yaptığımız iki maçtan dolayı bu saygıyı hak etmişiz. Beş kere Dünya Şampiyonu olmuş bir futbol devi Brezilyalılar’dan böyle bir övgü almak tabi ki önemli bir hadiseydi.

Resmi geçitler ve temsilcilerin konuşmaları sonunda yerel bir orkestranın verdiği konserin ardından bu kez meydanda doğaçlama olarak ülke gruplarının müzik ve dans gösterileri sahne aldı. İşte o anda hangisini izleyeceğimi şaşırmaya başladım. Yine de favorilerim, samba yapan Brezilyalılar ve kıpır kıpır danslarıyla Karaip ülkesi Dominikliler oldu.

Peki, ona destek vermek için dünyanın dört bir yanından kalkıp buralara kadar on binlerce insanın gelmesine neden olan Hugo Chavez kimdir?

BM’de ve dünyanın tüm liderlerinin katıldığı zirvelerde bütün kameralar ona yöneliyor ve o gittiği her yerde Amerikan başkanını bile gölgede bırakabiliyor. Yaptığı bir konuşma ya da aktiviteyle tüm dünyada adından söz ettiriyor. İyi de o bütün bunları o nasıl başarıyor?

Şu günlerde artık iyice yaşlanan ve hayatının son günlerini hastene odalarında geçiren karizmatik lideri Casto’nun dönemini tamamlamasının ardından artık dünyanın en karizmatik lideri 1954 doğumlu Hugo Rafael Chávez Fría. O, ailenin altı erkek çocuğundan biri. Hem annesi hem de babası öğretmen. 'Zambo' diye adlandırılan yerli ırkla siyah ırkın karışımı, orta halli bir ailenin çocuğu. İşte onun kısa bir hayat hikayesi:

Chavez, İlkokuldan sonra askeri okula kaydını yaptırır. Askeri akademide, beyzbol takımında yer alması, onu kısa süre içinde popüler öğrencilerden biri yapar. Chavez, askeri öğrenci olarak gittiği Peru'da 'Peru Ulusal Devrimi' adlı kitabından fazlasıyla etkilenir. Aynı dönemde tam bir Castro hayranı olan Venezüella'nın Küba Büyükelçisi ağabeyi Adan Chavez’in söylevleri, Chavez'i profesyonel beyzbol oyunculuğu hayaline son verip siyasete yönelmesini sağlayan bir süreci başlatır. Bu kıvılcımı ateşleyen olay ise 1989'da binlerce insanın hayatına mal olan 'Caracas patlaması' olur. Bu olay Chavez’i her şeyi ardında bırakarak kesin olarak siyasi bir devrimciliğe yönelten faktör olacaktır.

1989'da başkent Caracas'ın varoşlarında tüm diğer Latin ülkelerinde olduğu gibi burada da yöneticilerin bir avuç azınlığın çıkarları doğrultusunda yaptığı politikalar nedeniyle isyan başladığında, Andres Perez başkanlık koltuğuna oturalı henüz 20 gün olmuştur. IMF’in direktifiyle ağır zamlar yapılması, gelir dağılımındaki aşırı dengesizlik, petrol gelirlerinin küçük bir azınlık tarafından paylaşılması öfkeli kalabalığı sokağa döker. Kaybedeceği hiç bir şeyi kalmayan yoksul halk, önlerine ne geldiyse yakıp yıkmaya, yağmalamaya başlar. Olaylar o denli hızlı büyür ki, ne polis, ne de ulusal muhafızlar, sokaklara hâkim olan yoksul öfkeyi dindirmeye yeterli olur. Ordu göreve çağrılınca askerler tabur tabur 'barrio’ların (gecekondu) üzerine yürür. Sonrasında büyük kıyımda, caddeler, sokaklar kırmızıya bürünür. Binlerce insanın ölümüyle bu halk ayaklanması bastırılır. Halk ayaklanmasının iktidardan indiremediği başkan Perez, bir süre sonra Amerikalı petrol şirketinden aldığı rüşvetin ayyuka çıkmasıyla koltuğuna veda eder.

Sokakların yeni hâkimi ordu, yaşananların bedelini yoksul halka ödetmeye devam edince Chavez, 1992'deki halkı bir kez daha sokaklara dökerek ayaklanma çıkarır. Pasif direnişli bir darbe girişimi başarılı olmasa bu defa kan dökülmemesi tek teselli olur. Ancak bu durum Chavez’i yoksul kesimin lideri haline getirir. Hele darbeciler tarafından hapse atılması onun tüm ülkede popüleritesini arttırır. Chavez 1994'te geniş halk kitlesinin baskıları sonucunda affedilerek serbest bırakılır. Bu halk rüzgarını arkasına alan Chavez yeni bir parti kurar ve 1998’de yapılan seçimleri kazanarak başkanlık koltuğuna oturur.

Hugo Chavez iktidara gelir gelmez Venezüella'nın ulusal kahramanı Simon Bolivar'ın söylevlerine dört elle sarıldı. Bolivar, sadece İspanyol sömürgeciliğine karşı savaşmış olmasıyla değil, aynı zamanda Latin Amerika'nın ayakta kalabilmesi için yabancılara karşı güçlerinin birleştirilmesi gerektiğini de savunan bir liderdi. Chavez’in bu günkü söylevlerinin temelinde yatan unsur da bu düşüncenin dışa vurumudur. Ancak bu söylevlerin uygulamaya dönüşmesi başlangıçta hiçte kolay olmayacaktır.

Chavez, başkanlığının ilk dönemlerinde bir dizi zorluklarla karşılaşır. İlk olarak ülkeyi büyük bir tahribatın eşiğine sürükleyen ve on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan büyük bir sel felaketinin yaralarını sarmakla meşgul olur. Chavez'in iktidardaki ilk döneminde geniş halk desteğini arkasına almasına rağmen elini kolunu bağlayan bir diğer önemli faktör ise sermaye ve özellikle medya gruplarına karşı güçsüz olmasıdır.

İşte bu dönemlerde Fidel Castro'yla telefonla bile konuşması engelenirken, o dönemde büyük sermayelerin baskısına boyun eğerek IMF'in kapısını bile çalmak zorunda kalır. 1999'da yapılan referandumda yeni anayasa halkın ezici bir çoğunluğu ile kabul edilince, ülkenin adı 'Venezüella Bolivarcı Cumhuriyet' olarak değiştirilir. Bu olaydan sonra artık yerini iyice sağlamlaştıran Chavez, dünyanın bütün petrol kuyularını kendi potansiyel petrol deposu olarak gören Amerika’yı çileden çıkaracak bir kararla, petrol kaynaklarını millileştirme kararı alır. Bu durum petrol ihtiyacının yüzde 15’in bu ülkeden karşılayan Amerika’nın tepkisine neden olur.

Bu olayın ardından çok geçmeden beklenen haber dünya basında patlak verir. Şili’de Allende’nin 70’li yıllarda Amerikalı şirketler tarafından işletilen bakır madenini kamulaştırması üzerine başına gelen korkunç trajedinin bir benzeri bu kez Venezuella’da sahnelenecektir. 2000 yılında Chavez’i ölümün eşiğinden döndüren büyük bir suikast planı son dakikada farkedilerek önlenirken Chavez, kendisine yapılan bu suikastı Amerika’nın planladığını söyleyecektir. Suikastın başarısız olması üzerine bu kez muhaliflerin planladığı Amerikan destekli bir darbe girişim başlatılır ve Chavez koltuğunu kaybeder.

Şili'de Salvador Allende de seçimle işbaşına gelmişti ama 1973'te general Pinochet tarafından tezgâhlanan ABD destekli darbe ile öldürülmüştü. Ancak Venezuella’da durum Şili’dekinden farklı sonlanacaktır. Allende'yi iktidara taşıyan kitlelerin, başkanlarına sahip çıkacak cesareti göstermemelerinin aksine, tüm medya ve sermaye gruplarının darbeyi açıktan desteklemelerine rağmen Venezuella halkı 48 saat içinde darbecileri geri püskürtüp Liderleri Chavez’i yeniden koltuğuna oturtacaktır. Chavez bu olayla birlikte 'mükemmel darbecinin el kitabı'nın karizmasını çizerek Amerika’yı küçük düşürürmenin de ötesinde tüm dünyada Amerikan karşıtı ülkelerin en popüler lideri haline gelir.

Chavez’i, kendilerine yönelik büyük bir tehlike olarak gören sermaye grupları mücadelesinden vaz geçmeyip bu defa anayasal bir süreci devreye sokmaya karar verirler. Gerek ülke içinde ve gerekse dünyanın bir çok bölgesinde Chavez’i diktatör olmakla suçlayanlar olsa da, başka ülkelerin hiç bir anayasasında olmayan “anayasaya uygun bir çoğunluk sağlandığı takdirde (ülkedeki seçmenlerin % 20’sinin imzası) seçim olmaksızın referanduma gidilir” ibaresinden yola çıkan muhalifler 3 milyonun üzerinde imza toplayarak referandumun kapısını aralamayı başarırlar.

Görev süresi dolmadığı halde 2004'te Chavez’in koltukta kalıp kalmaması için bir referandum yapılır. Rekor sayıda seçmenin katıldığı ve uluslararası gözlemcilerin de onayladığı referandumu ezici bir çoğunlukla Chavez kazanır. Bu durum Amerika bir kez daha hayal kırıklığı yaşamasını sağlar. Bir Beyaz Saray sözcüsü bu memnuniyetsizliği, "Oyların çoğunu almış olmak, Chavez hükümetini meşru kılmaz" diye garip bir söylemde bulunurken, aynı günlerde Venezuella’nın eski başkanlarından Carlos Andres Perez de sığındığı Miami'den "Chavez'i düşürmeye uğraşıyorum. Şiddet bize bu fırsatı verecek, elimizde kalan tek yol bu. Chavez bir köpek gibi ölmeli" diye seslenecektir.

 
Kayıt tarihi
: 12.07.06
 
 

1970 Adana doğumluyum. Marmara Üniversitesi Coğrafya Öğretmenliğini bitirdim. Türkiye'nin yedi coğra..