Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '10

 
Kategori
Siyaset
 

CHP ve Kılıçdaroğlu neden değişmek zorunda kalacaktır?

CHP ve Kılıçdaroğlu neden değişmek zorunda kalacaktır?
 

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ve gösterişli kongrede genel başkanlığa seçilmesi sonrasında iki tip değerlendirme-tavır alış ortaya çıktı.

- Yıllardır tek tip yönetimden bıkmış usanmış CHP tabanı Kılıçdaroğlu’nun yarattığı havanın etkisiyle büyük bir coşku yaşadı ve bunu etrafına yansıttı

- Yine yıllardır CHP’nin içinde bulunduğu gericilikten nemalanmış, bunun üzerine politika yapmış bir kesim bu duruma ne yorum yapacağını bilemediğinden, biraz ihtiyat, diğer taraftan da artık içindeki sosyal demokrat/sol ruhu liberal değerlere “satmış” olduğundan küçük görme, önemsememe çizgisini temsil ettiler.

“İki günde ne değişti?” sorusunu soran kişi aslında aynı zamanda “iki günde nasıl bu kadar net bir tavır sergileyebiliyorsunuz?” sorusunu da cevaplayabilmelidir.

Aslında bu iki tür değerlendirmenin de kendi içinde sorunlu olduğunu hemen görebiliyoruz.

Birincisi içi henüz doldurulmamış bir umuda tutunarak aslında ne oluyor olduğunu kendisinin de bilmediği akıntıya teslim olmuştur.

İkincisi ise 2002 seçimleri öncesinde AKP’ye gösterilen yaklaşımın bir benzeridir.

Bugün demokratlığından yerlere göklere sığdırılamayan iktidar partisinin içinde siyaset yapanların kaçta kaçının kökeni demokrasi kültürüne dayanıyordu? Kaç kişi 2002 öncesinde Başbakanın bu kadar derin ve düzeni kökten sarsacak açılımlar yapacağını söyleyebilirdi?

Türkiye’de olup biten her şeyin AKP iktidarına dayandığını, sebeplendiğini iddia etmek, bu temel üzerine düşünceler üretmek diyalektik değil, metafiziktir.

Aynı şekilde yine Türkiye’de bir dönem belirli periyotlarla darbe yapanların kökünün ülke içinde aranması gibi…

Belki istisna olarak ellinde belli bir programlarının olmadığını göz önünde bulundurarak 1960 darbesini ayırabiliriz. 1980 darbesi artık çok net olarak sonuçlarıyla görülmüştür ki liberalizmin yaptığı bir yön değişim hamlesidir. Bugün darbe karşıtlığı yapan birçok kişinin o günlerde darbeye nasıl alkış tutuğu ve gerekli olduğunu savunduğunu unutacak kadar da yaşlanmadık.

Küresel dünyadan bağımsız programlar yapmak zaten mümkün değildir.

Öyle olmasaydı MHP idam cezasının kaldırılmasının altına imza atmazdı.

CHP son on yıl içinde çok ciddi şekilde savruldu, gericileşti, değer yitirdi. Bu erozyon birçok anlamda tabana da yansıdı. Ancak aynı taban ekonomik olarak da ciddi bir darboğaz yaşıyordu. Siyaset zaten sosyal demokrasiden liberalizme kaymıştı.

Bugün ağırlık merkezi yine değişmiş değildir; AKP politikaları insanları can damarından vurmaktadır. Türkiye’nin büyük bölümü banklara çok ciddi şekilde borçlandırılmıştır. İşsizlik korkusu 2001 krizinden beri nevrotik bir hal almıştır. Bu bir anlamda “netekim” 1980 darbesinin sıkça dile getirdiği şekliyle “yoksa siz 2001 krizini yeniden mi yaşamak istiyorsunuz?” parmak sallamasına eşdeğer bir baskıdır.

Bunun adına demokrasi denilebilir mi?

Böyle bir ortamda CHP’nin içinde de siyaset üretilememiştir. Çünkü zaten ülkenin genel durumu siyaset üretmek üzerine kurulmuş değildir.

Düşüncenin olmadığı yerlerde ister istemez refleksler devreye girer.

Açılım siyasetinin ülkemizdeki yansıması “demokrasi” olmuştur.

Oysa bizim yaşımızdaki konuya ilgi duyan insanlar bu “açılımları” 20 yıl önce konuşmuştu. Konuştuklarımız demokrasi değil; normalleşme üzerineydi. 20 yıl sonra bakıyoruz ki bir arpa boyu bile yol alınamamıştır.

Bir de demokrasi adına bir şeyler söylediğini düşünen kişilerin “bastır, yürü Kemal, kim tutar seni” alaya alma nidaları yükselmektedir.

Bugün “demokratik anayasa” yapmaya soyunanların meclis içinde milletvekillerinin verdiği oyların rengini takip ediyor olması ülkemizdeki demokrasi ve açılım sorununun merkezinin ne olduğunu çok net olarak ortaya koymaktadır.

Bütün bunların özeti nedir; Türkiye’de hemen herkesin aslında düşüncesini dayandırdığı temel felsefi dayanaklar sağlam, tutarlı değildir.

Aslında bütün sorunların temelinde kapitalizm olduğu tespitini yaptıktan sonra sosyalistliğini ilan ederken, sosyalizm tarifini Çin’le somutlaştırma becerisi gösterip, bunun da nasıl bir insanlık dışı uygulama anlamına geldiğinin altını çizip çözüm yolunu çaresizce liberal ekonomiye bağlayarak çemberi tamamlayan zihniyetin yaptığı şey topu yan paslarla içki sofrasına çevirmekten ibarettir.

Bu da CHP’nin kendisini kurtaramadan yaşadığı inişleri çıkışları daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.

CHP’nin kendi kadrolarından olmasa bile biraz daha derin düşünmeyi seven bir takım kişiler, mevcut durumun büyük sıkıntılar taşıdığının farkındadır. “Bir şeyler yapmak gereklidir” zorlaması da buradan çıkmaktadır. Bu da ister istemez CHP’yi bir anlamda dayandığı tabanının bu taleplerine karşı duyarlı hale getirmektedir.

Deniz Baykal dediğimiz siyasi kişi 12 Eylül döneminin siyasi figürüdür. Taşıdığı misyon bellidir; artık tamamlamıştır.

Kılıçdaroğlu’na tamamen umut bağlamak bir hayal kırıklığı yaratabilecekse de dile getirdiği konu başlıkları bugün Türkiye’nin birçok yerinde karşılık bulan taleplerdir; temel ihtiyaçlardır.

Değiştirebilir mi, çözüm bulabilir mi? Bu apayrı bir konudur.

Nasıl sayın başbakanımız demokrasi kültüründen gelmese de gereksinimler veya şartlar kendisine demokrat kimliği vermişse; Kılıçdaroğlu da klasik CHP kültürünün içinde yetişmiş bir bürokrat olarak tabandan gelen ve sadece Türkiye’nin değil dünyanın ihtiyaç duyduğu bu taleplere göre siyaset yapmak zorunda kalabilir.

Bu anlamda yola taş döşemek, Kılıçdaroğlu'nun kasketine odaklanmak yerine o temel ihtiyaçları yönlendirecek sosyal politikaları dile getirmenin “doğru düşünen insan” tavrı olacağına inanıyorum.

Bu sonunda CHP’yi değiştirmese de en azından bir adım sonraki yepyeni oluşumlar için hazır politikalar demek olacaktır.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..