Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '09

 
Kategori
Deneme
 

Christo İstanbul'da bir cami kapatsa ne olur?

Christo İstanbul'da bir cami kapatsa ne olur?
 

Devasa yapıları 'Paketleyerek' sanat olayları yaratan Sanatçı Christo'ya İstanbul'dan fantezi bir öneri:

Okuyalım bakalım:

“Hoca Efendi'yi görmek istiyorum. Çok hasta imiş”.

“O kadar değil. İmanı kuvvetli adamlar hastalığa dayanıklıdır. Doktora gitmez, ama iyi olur.”

“Kendisini görsem iyi olur. Ya da ben sana bir konudan bahsedeyim. Sen Hoca Efendi'ye anlatırsın.”

“Nedir o?”

“Benim bir dostum var. Farklı görüşleri olan birisi. Benden rica etti. Sultan Ahmet Camisi için bir proje düşünülüyormuş, acaba Hoca ne der”.

“Cami zaten tamir görüyor”.

“Yok, Yok tamir falan değil. Sanatçılık.”

“Nasıl?

“Camiyi kapatmak istiyorlar. Ya nasıl anlatayım. Gerçi bana tarif etti ama. Bir ecnebi sanatçı varmış görkemli binaları örterek sanat yapıyormuş. İşte İstanbul' a da gelip hem Aya Sofya' yı hem Sultan Ahmet' i aynı yöntemle kapatmak istiyormuş. Bir Türk reklamcı önayak olmuş. Çok iyi olurmuş. İslam dininin daha iyi tanınması, Türkiye' de demokrasi olduğu falan.”

“Oğlum hangi demokrasi. Biz kızların başını kapatamıyoruz. Kızların kendisi istediği halde. Koskoca cami nasıl kapatılacak. Olacak iş mi?. Baksana şu başörtüsü meselesine. Demokrasi varsa vardır, ne tanıtması. Öyle şey mi olur? Hoca Efendiye bu işi anlatmak uzun sürer. Hem birşey çıkmaz.”

“Olsun bir deneyelim. Bakalım ne diyecek.”

“Hem onun bir yetkisi yok ki. Adam zaten yeteri kadar dertli. Yok efendim bu kadar derin hoca nasıl olur da devletin maaşlı adamı olurmuş. İstifa etsin. Girsin bir cemaata diyen çevresinde çok adam var. O olumlu yaklaşsa bile .... ooo ondan sonra kim bilir kaç makama gidilecek. Ondan sonra seyret sen curcunayı. Ama bak medyaya iyi malzeme olur. Manşet: bilmem ne hoca Sultan Ahmet' i promosyona alet ediyor. Öbür tarafta din elden gidiyor haykırışları. İşin aslına bakarsan pek anlamadım ama, ben de böyle şeylere karşıyım. Milletin o kadar derdi varken. Bir de bizim insanımız işi daha bilmeden konuşmaya başlar, işini gücünü bırakır, bununla uğraşır. Boşver.”

“Yok yok abi. Ben arkadaşa söz verdim. Bir konuşalım. Artık ne derse ona söyleriz. Yapacağımız fazla bir şey yok.”

“Bir çaresine bakarız”.

2

“Hocam bir mesele var. Babam tapuyu sor dedi ama. Onu sonra konuşuruz. Önce size bir şey anlatmak istiyorum.”

“Nedir.”

“Sizin cami için bir sanat faaliyeti. Nasıl anlatsam. Dışarıdan geleceklermiş. İşte hem Aya Sofya, hem bizim Camiyi birkaç gün pranda gibi bir şeyle kapatacaklarmış.”

“Diyanetten bir şey gelmedi”.

“Yok Yok. Diyanetle ilgisi yok. Zannederim konu daha oraya gitmedi. Tabi muhakkak oraya da gidilecek. Gördün mü... önce oraya gitsin bir danışsın”.

“Ne diyorsun. Bir anlatsana. Neyin nesi.”

“Bir de ilim adamları tartışsınlar diyorlarmış. Yani hocalar. İslam'da sanatın yeri falan. Milletimiz nasıl düşünüyor gibi.”

“Şimdi sen şu işi tam anlat.”

“Tam. İyi dediniz. Tam anlatayım”

“Evet, tam.”

“Vakit ayıralım.”

“Şimdi söyle.”

“Çok zor bir işmiş.”

“Evet. Öyle görünüyor”.

“Siz hocam ... her gün aynı iş. Hep aynı işin tekrarı. Namaz, dua, hutbe, besmele, abdest, iyi, herşeyin iyisi. Kuran, tefsir.”

“Tartışmaları da izliyorum ve düşünüyorum.”

“İslam felsefesinde hayatın kendisinden başka ne var. Yani yaşanılan hayatın dışında olan. Yaşamak için mecbur olunmayan. Sanat mesela”.

“Eee sanat olmaz mı. Müslümanlık başlı başına bir sanattır. Yaratanın kudreti, manevi bir sanat.”

“Ama bu hep aynı şeyleri söylemek mi. Hocam, hem örtünmenin ve hem bilhassaa örtmenin İslamda çok önemli bir yeri olduğu düşünülüyor, yabancılar tarafından bu daha fazla ilgi alanına giriyor, türban başörtüsü Kabe, hatta kadınların tamamen örtülü olması, bütün bunları başkaları düşünsün olur mu? Sanat diye başlamıştık ...:”

“Yok tabi değil. Biz kendimizi anlamak için başka bir şeyi kıstas almayız. Benzetme yapmayız. Benzetme en basit iştir. Bir tekrardır benzetme. Batının sanat dediği; bir şey yapacaksın veya bir iş ifşa edeceksin. Bu bir şeye denk olacak. Bunun ne olduğunu ifşa eden biliyor. O iş ama daha sanat değil. Onu sanat olarak kabul edenler, yapılan işin neye denk düştüğünü tam bilmeyenler. Bilmeleri de mümkün değil. Sadece tahmin ediliyor. Tahminlerin spekülasyon derecesi artıkça sanat değeri de o işin artıyor. Eskilerde resim sanatında bir şeyin tam canlısı gibi, yani fotoğraf gibi yapılanı makbul idi. Şimdi resim ile onun metası birbirine tam oturmak zorunda değil. Batıda tiyatro da böyle, sinema da şarkı da, türkü de. Adına da soyut diyorlar. Abstract. Hıristiyan alemi oldum olası bu dünyayı, yani gerçek dünyayı, hakikati yadsır, var saymaz. Dini böyledir. Bu hakikatin bir değeri yoktur. Bu kapatma meselesi de taa buralara kadar gider. Yanılmayın dini olarak bakıldığında batıda zevki sefa yoktur. Haramdır zevk yapmak. Her türlü zevk. Hıristiyanlık acının, çilenin tam kendisidir. Şarabı bir zevk maddesi sanma. O İsa' nın kanıdır. O acıdır. Kilisedeki resimlerin yüzündeki ifadeler acının, kederin, yasın, toplarsan bu dünyaya ihanetin ifadesidir. Kiliselerin karanlık, soğuk, insan sesi yerine metal sesinin yeğlendiğini hiç saymıyorum. Melekler acı melekleridir. Bizde ise bu dünya bir nimettir. Nimet demek. Bir hedaye demektir. Aşk mesela bizde bir ödüldür. Daha fazla yapın diye teşvik ödülü. Canınızın hiç ama hiç yanmadığı, hiç bir zaman hicap duymayacağınız bir ödüllendirme, bir şeker verme. O yüzden biz bu teşviğin sonucuna her şeye rağmen katlanırız. Biz evlatlarımızı çok severiz. Hele analarımız evlatlarını daha çok sever. Ben evlatların babalarını niye pek sevmediklerinden de bu sonuca varıyorum. İsa' nın batıda yazılan kitaplarda aşkı yoktur. Doğu Hıristiyanlığı'nda bu biraz vardı. Batı bu dini kendilerine adapte edince aşk yok oldu. Aşk, cismi aşk. İsa' yı göğün adamı yaptılar. Cismi aşkın meşruluğunu tartışmaya açtılar. Kalın duvarların arkasına manastırlara çekildiler. Zolibat, mücerretlikler yarattılar. Bizde Hazreti Muhammed' e verilen en büyük ödül aşktır. İsa' ya verilen benzer ödülü Hıristiyanlar göremedi. Hatta babasının ve annesinin aşkını, yani Hazreti İsa vasıtasıyla yaşadıkları aşkı yok saydılar. Bu yok sayma aşkın bir tarafına, tövbe, Tanrıyı koyarak oldu. Daha da ileri dinleri bu mahrumiyetin üzerine kurdular.”

“Hocam şimdi de öyle mi? Batı toplumu kiliseyi aşmış görünüyor.”

“Biz öyle sanıyoruz. Çünkü öyle görünüyor. Çıplaklık zevk değildir. Aşk veya zevk seyredilen bir şey değildir. Onlar yaşanan ve duyunan şeylerdir. Benzeri laf yoktur. Cümleye sığmazlar.”

“Peki bu bizim camiyi kapatma meselesine ne diyorsunuz?”

“Önce seni bir dinleyeyim dedim. Nasıl başlayacaksın. Tabi konu kulağıma daha önce geldi. Birileri daha önce anlatmıştı. Dedim ya onların derdi başka. Sultan Ahmet' i ve Aya Sofya' yı aynı ayara getirecekler. İkisinin arasında hiç bir fark kalmayacak. Hem mimari hem ruhani hem tarihi. Diyecekler sonra Aya Sofya kilise olsun. Tarihi öne sürecekler. Bizans, Roma falan diyecekler. Batılı tarihe çok düşkündür. Eskiden ne olmuş ne bitmiş bilmek isterler ve o her geçmiş anı bloke olmuş gibi tasavvur ederler. Halbuki bunun mümküniyatı yoktur. Hangi zaman dilimini hangi coğrafyada hangi hengameyle hangi ifade tarzında kime ne manada ne için anlatacaksın. Eskiyi bugün bilen adam onu ne yapacak. Biz ise bu gün ne oluyor, en geç bu sabah ne olmuş onu bilmek, ama tam anlamıyla bilmek isteriz. Ajans, Ajans. Onu da not etmeyiz. Bir şeyler yazarsak. Yani bir şeyi cümle olarak yazarsak. Onu 150 sene sonra okuyan, onu yazan hakkında çok şey öğrenir, ama o dönemde ne olmuş bir şey öğrenemez. Tahmin ederim öğrenmek de istemez. Biz hafızamızı kendi adımıza kullanırız, kolektif hafıza işimize yaramaz. Batıda bireyin hafızası yoktur, o yüzden fert olarak soğukturlar . Ama kolektif hafızaları kuvvetlidir. Ama bu da hep toplumu yıkıma götürür. Dünya savaşları, toplumsal hezeyanlar hep bundandır. Batı insanın en akıllısında bile yekten hafıza yoktur. Ona ihtiyaç duymazlar. Bizde ise hele Anadolu' da kişi dirayeti her şeyin üstündedir. Acı duymaz, ama acıma duygusu gelişmiştir. Biz mesela Fuzuli' yi okuyunca, o döneme ait bir şey göremeyiz. Yani madde yanıyla nasıl yaşıyorlarmış Osmanlı'da insanlar o zaman pek farkedilmez. Ama biz Fuzuli'nin ruh haline ait çok şey öğreniyoruz. Biz demek ki bir şey yazarsak kendimizi yazıyoruz, bilmeden. Şimdi de değişen bir şey yok. Bak şu gazetelerdeki köşe yazılarına; bir şeyi anlatıyoruz sanıyorlar, halbuki kendilerini tarif ediyorlar.”

“Hocam şimdi ne diyeceğiz. Herkes evet derse mi, biz de evet diyeceğiz. Yoksa siz farklı bir cevap mı vereceksiniz. Ne yapalım. Arkadaş cevap bekliyor. Şimdiye kadar böyle ciddi bir meseleye aracı olmamıştım. Bizde ciddi mesele yok zaten. En ciddi olay ölüm onda da biraz tepindikten sonra unutuyoruz. Size hak veriyorum hocam. Biz günü kurtaralım yeter. Bu ecnebi adam yıllar boyu bir iş için plan program yapıyormuş. Arap memleketlerine de gitmiş. İstanbul ama bu adamın en usta işine mekan olacakmış. Türkleri de çok severmiş. İlk karısının annesi, babası Türk olan bir adamla evliymiş. Padişah gibi bir adammış.”

“Oğlum şuna kayınpederi Türk desene. Kapatma meselesine gelince, benim bu işe evet demem mümkün değil. Çünkü en başta benim için bir mantık teşkil etmiyor. Anlatamayacağım bir şeyi onaylamam, bana ters gelir. Kutsal mekanların bu gibi olaylardan uzak tutulması gerektiğine inanıyorum. Bu caminin inşa edildiği zamanın ruhuna çok yabancı bir mesele. Günümüz insan ruhuna da yabancı. Benim hizamda duran Hiçbir kimse bu işi anlamaz. Camiler ibadet etmek için var. Eğer böyle çok tezat bir şeyle başlarsak, yarın içerde konser vermeye felan kalkarlar.”

ALİ MERCİMEK

 
Toplam blog
: 29
: 500
Kayıt tarihi
: 17.08.08
 
 

İstanbul ve Münster Üniversiteleri basın yayın mezunuyum. Gazeteci olarak çalışıyorum. İlgi alanl..